Tom Clancy’s Ghost Recon Breakpoint İncelemesi
Tom Clancy’s Ghost Recon Breakpoint incelemesiyle, oyunun dinamikleri, grafikleri ve oynanışına dair detayları keşfedin.
6 saat önce

Tom Clancy’s Ghost Recon Breakpoint: Bir İnceleme
Sözü dolandırmadan, 80’lerdeki anılarımdan, Tom Clancy serisinin son halkası olan oyunumuzla ilgili geçen yazdan beri biriktirdiğim hayallerimden bahsetmeden doğrudan konuya gireceğim. Özel eğitimli ve özel harekât birimlerinin silahlı, patlayıcılı, elektronik aletli, gizlenmeli, biraz da konulu ve hikâyeli oyunlarının yakın dönemde çıkanlarının hepsini oynamışım. En azı Wildlands (2017 – 27 saat) olmak üzere; The Division, Rainbow Six Siege ve The Division 2’de 50 saat, 120 saat gibi uzun, çoğunlukla da eğlenceli deneyimlerim olduğunu hatırladım yazıya başlarken. Şimdi gene aynı kafada giden ya da gitmeye çalışan 2019 baskısı Tom Clancy’s Ghost Recon Breakpoint’in barut, kan, plastik, rutubet ve ihanet kokulu ortamına girelim yavaş yavaş.
Bivouac’ta Dinlenelim Bol Bol
“Bivuak” diye telaffuz edilen bu kelimeyi öğrenmek, 30 saatlik Breakpoint deneyimimden kalan en faydalı kazanımdı diyebilirim. Uçsuz bucaksız, doğal güzellikler ve tarihi kalıntılarla dolu ada haritasındaki koşuşturmamız, üzücü ve şüpheli bir olayı araştırmak üzere adaya helikopterlerle çıkarma yapan 32 kişilik, özel eğitimli ve teçhizatlı “ghost” birliğinin bir üyesi olarak karakterimizi yaratmamızla başlıyor. Seçilebilir yüzlerden bazıları Wildlands’te de varmış; aklımda kalan olmamış hiç nedense. Saç, dövme, kamuflaj boyaları gibi görünüm ayrıntılarındaki yetersizlik, tüm oyun boyunca devam ediyor maalesef. Daha başlamadan, giriş videosundan bile önce ayarladığım görüntü ayarları, Ultra’nın altında. Bu şekilde 55 – 60 fps ile nispeten rahat oynanırken, sıkça rastlanıp güzel görüntüleri bozan ekran yırtılmalarına karşı V-Sync’ı açınca 45’lere düşüp küçük takılmalar oluşuyor. AMD Ryzen 5 2600 işlemci, Nvidia 1060 6 GB O.C. ekran kartı, 16 GB ram şeklinde orta seviyenin biraz üzerinde bir donanıma sahibim; Ultra’nın altı, 1920*1080 çözünürlükte 40, 45 fps’lere düşülmesi, optimizasyonun iyi olmadığını gösteriyor. Ubisoft forumları, daha iyi donanımların da aynı sorunları yaşadığını belirten şikayet mesajları ile dolu. Birazdan geleceğim bug’ları ise kamuflaj ile gizliyorum şimdilik.
Şimdi Ghost Olmuşken, Sınıfları Keşfedelim
Can sıkıcı bir bug veya glitch yüzünden son bölümüne geçemediğim hikâye ise, romanlar, diziler, filmler hatta serinin diğer oyunlarından iyi hatırladığımız klişelerle dolu bol miktarda, fazlasıyla hem de. Amacından sapmış bilimsel deneyler, geleceği yapay zekâda gören bilim insanları, doğa ile iç içe yaşamaktan memnun ada sakinleri, tam olarak ne amaçla savaştığını bilmeyen eli silahlı sivil topluluklar ve amacını tam bilemeyen paralı askerler, bu arada tabii ki ihanet, bol bol eskort – koruma görevleri, kötü adamların malzemelerine sabotajlar, aşırı kibirli ve itici baş kötü karakterler, sık sık yaralandığı halde dünyayı kurtarma görevinden asla vazgeçmeyen ana karakterimiz. Soğuk savaştan kalma kalıntı ve anılar da olmasa iyice sıkılacaktım açıkçası, fazlasıyla duyduğum ve gördüğüm hikâyelerden. Oyundan en çok aklımda kalan izlenimi şöyle özetleyebilirim: Son dört – beş yılda çıkmış Tom Clancy – Ghost Recon oyunlarından bir karışım yaptık, hikâyeye, atmosfere fazla takılmadan, neden-sonuç ilişkilerini düşünmeden, mantık hele özgünlük hiç aramadan oynayın işte demişler âdeta.
Oynanış ise çok kötü değil; Metacritic’teki kıpkırmızı sıfırları hak etmiyor en azından. Breakpoint’e özgü özellikler, drone ile ayrıntılı bir keşif yapmak, sıhhiye, saldırı, Ninja ve keskin nişancı şeklinde dörde ayrılmış sınıflar arasında geçiş yapmak, bivouac denilen kamplara hızlı seyahat ile gelip sınıf ve ekipman değiştirmek, patlayıcılar, ilkyardım çantası gibi malzemeleri tazelemek, bazı basit ama yararlı bonuslar almak ve araç ayarlamak (uzun yolculuklar, özellikle de dik tepe tırmanışlarında helikopter çok işe yarıyor), Ctrl ile eğildiğimizde (ben çoğunlukla o şekilde girdim çatışmalara) sipere yakınsak otomatik siper alma, karakter deneyimi, sınıf deneyimi ve eşya gücü olmak üzere üç farklı şekilde seviye atlamak, çok hasar alınca hareketi kısıtlayan hafif ve ağır yaralanmalar, baştan sona toplam iki ile dört kişi arası gruplarla ortaklaşa (co-op) oynama olanağı keyifliydi gerçekten. Bir de The Division’daki gibi, önce görev seçip sonra “Grup arıyorum”a tıklama şansımız olsaydı, herkesin hedefinin aynı olduğu çok daha keyifli bir co-op olabilirdi Aurora’nın uçsuz bucaksız görünen topraklarında.
Bir kısmını ancak açabildiğim haritanın karlı dağlar, ormanlık arazi, bataklık, çorak topraklar gibi farklı bölgelerden oluşması, deniz kıyısı, nehir ve göllerin de bulunması, ayrıca yerlilerden ve soğuk savaş dönemi askerlerinden kalma tapınak, barınak gibi kalıntılar da çeşitlilik katıyor. Ancak çeşitlilikte gözlenen sorun, çeşitliliğin kendini tekrarlaması. Bilim insanlarının lojmanlarından, teknolojik üslere, drone karakollarına kadar on – onbeş kadar farklı bina tipi ile karşılaşıyorsunuz. Bunların hemen hepsinin birbirine benzemesi, parmaklıklar, kuleler, ofis içleri gibi yerlerin kopyala yapıştır hissi vermesi, 309 liradan satılan bir yapıma yakışmamış işin doğrusu. Helikopterle acelesiz takılıp gezinti yaparken, güneşin batışı, yağmur, rüzgâr gibi doğal ayrıntılar ise gayet iyi görünüyor; teselliyi sakin haldeyken gözlerimizde buluyoruz, hiç olmazsa, ekran yırtılmaları ve fps düşmeleri hariç tabii.
İçerik dersek biraz hayal kırıklığı, oyunun geneli gibi. Silah çeşidi ve silah özellikleri az geliyor; 100 küsur eşya seviyelerinde “eh, hep aynı silahlar, eşyalar düşüyor” demeye başlıyorsunuz. Silverback gibi başaltı kötülerden “signature” silahlar bir nebze renk ve güç katıyor işe. Geçmişin izinden giden iki – üç yan görev dışında, yan görevler ve topluluk (faction) görevleri de birbirine benziyor ve gene klişe hedefler, sürekli tekrarlayan aksiyon döngüsü ile dolu. Düşman gruplarının adada az olması, anlaşılabilir ve mantıklı görünen bir durum ama düşman çeşitliliği az, yetersiz. 40 – 50 saati aşkın bir oyun deneyimi vaat ediyor Breakpoint; saatler boyunca aynı piyade, keskin nişancı ve zırhlı ağır ağabeyleri yere seriyorsunuz. Zırhlıları indirmek The Division serisine göre çok kolaylaştırılmış bu arada. Görüş alanları, bu birbirinin kopyası paralı askerlerden daha geniş olan dronelar çatışmaya biraz zorluk katıyorlar. Bzzt vzzt diye hızla sağa sola kaymaları, havada iken vurmayı zorlaştırıyor; EMP bombasını üzerine denk getirip atmak en iyisi dronelara karşı. Sıhhiye sınıfı seviye atlama görevlerinden birinde 10 tane drone patlatmalısınız bir de. Paralı asker gruplarından, her üste bulunan telsizci sinir bozucu bir arkadaş, tam arkanızdan kamyonetle ve hızla gelen takviye birlikler çağırıyor ve binaların içinde gizleniyor genellikle. Bilgi veren düşmanları gizlice yakalayıp sorgulamak dışında, uzaktan ateş edip bacağından yaralayıp yere düşürme ayrıntısı da iyi yedirilmiş oyuna; bir değişiklik hiç olmazsa. Aynı şeyleri, benzer mekânlarda yapıp durunca, en küçük değişiklikte bile vaha bulmuş çöl ghost’u gibi hissediyorsunuz.
Şimdilik, olası ve büyük güncellemelere kadar, iki ayrı yargı ile bitireceğim Breakpoint’i: Birincisi, önceki oyunlar ile ilgili deneyiminiz olsun olmasın, yeni ve özgün bir oynanış sunma işinde yetersiz kalıyor bu oyun. İkincisi, bu haliyle hatta güncelleme ile bug temizliği ve ilave içerik (yeni sınıf, görev vb.) geleceğini varsaysak bile çok pahalı, bayağı pahalı bir fiyattan satılıyor maalesef. Ufak tefek yenilikleri, renkli açık dünyayı merak etseniz bile sağlam (%50 civarı) bir indirimi beklemenizi öneririm. Açıkça belirtmek gerekirse; standart sürüme çıktığı gün 309 lira ödeseydim, rahat bir 309 saat boyunca “Tüh ya, çok fazla ödedim, bu paraya değecek bir şey yokmuş oyunda” diye içimden ağlayacaktım. İnceleme sürümünde ise, piyade – saldırı sınıfını denemek istediğim, mohawk saçlı, keçi sakallı, omzu otantik dövmeli bir Noyo_Furious ile en azından birkaç saatlik yeni, sakin bir başlangıç yapabilirim; “ehh” diye sıkılacağım noktaya kadar tabii…
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?