Luna: The Shadow Dust İncelemesi
Luna: The Shadow Dust incelemesi, büyüleyici atmosferi ve etkileyici hikayesiyle bu oyunun detaylarını keşfetmenizi sağlıyor.
17 saat önce

Ben, diyalogsuz adventure oyunlarını oldukça seviyorum. Diyalogsuz derken, gerçekten de içinde tek bir konuşmanın bile geçmediği, anlatımın görsellerle, düşünce balonlarıyla ve benzeri unsurlarla yapıldığı oyunlardan bahsediyorum. Amanita Design, bu alanda zaten bir numara; Machinarium, Botanicula ve Chuchel gibi oyunların hikayelerini tek bir satır yazıya ihtiyaç duymadan ne kadar başarılı bir şekilde aktardığını hepimiz biliyoruz.
Luna: The Shadow Dust da aslında bu yöntemi hedefleyen bir oyun; bunu az da olsa başarıyor, ancak başaramadığı noktalar maalesef oyunun çekiciliğini olumsuz etkiliyor.
Çin merkezli Lantern Studio’nun ilk oyunu olan Luna: The Shadow Dust, tam dört yıllık bir geliştirme sürecinin ardından nihayet bizlerle buluştu. 2016’daki Kickstarter günlerinden itibaren hep takip ettiğim ve merakla beklediğim bir projeydi. Özellikle de Çinli oyunseverlerin desteğiyle hedefledikleri fona ulaşan Lantern Studio, ilk oyunlarıyla bir hedefi tam olarak gerçekleştiremedi diyemem ama ortaya çıkardıkları iş gerçekten takdire şayan.
Oyunun ana karakteri Üri isimli bir çocuk. Bu isim, oyunun başarımlarından öğreniliyor. Üri, dünyanın kıyısındaki bir kuleye tırmanmaya çalışıyor. Oyun başlarken, kendisine bir Pokémon’a benzeyen bir yardımcı olan Layh katılıyor ve birlikte kulenin en üstüne tırmanmaya başlıyorlar. Her odada farklı bir bulmaca ile karşılaşıyoruz; bu, bir nevi ‘odadan kaçış’ oyunlarını andırıyor. Bazı odalarda, Layh’ı klonlayarak notaları doğru sırayla çaldırmamız gereken müzik bulmacaları var; diğer odalarda ise dört mevsimi dolaşarak ağaçları meyvelendirmemiz gerekiyor.
- Her odanın bulmaca yapısı farklıdır.
- Ortak özellikleri, dikkat edildiğinde bulmacaların genelde oldukça basit olmasıdır.
Örneğin, zor gelebilecek bir bulmaca, doğru kapılardan geçerek tabloların ışıklarını yakma bulmacasıdır; fakat odaya dikkatlice baktığınızda, çözümün hemen önünüzde olduğunu görebiliyorsunuz. Arada mantığınızı zorlamanız gereken birkaç bulmaca da mevcut ama hiçbiri uzun süre takılabileceğiniz türden değil.
Ancak tüm odaların aynı kalitede olduğunu söylemek mümkün değil. Bazı bulmacalar, aynı şeyleri tekrar tekrar yapmanızı gerektiriyor (örneğin: vagonu gönder, kitapları doldur, kitapları boşalt, doğru kitabı seç, aynı işlemleri en az 4 kez tekrarla gibi) ve bu durum oldukça can sıkıcı olabiliyor. Bu tür yapay uzatmalar, benim hoşuma gitmiyor; ben başarımları toplamak için oyunda 4 saat harcadım, ama tekrar eden kısımlar olmasa bu oyun 2-3 saatte bitebilir.
Bununla birlikte, Luna’nın size ne yapmanız gerektiğini anlatma konusunda pek de başarılı bir oyun olduğunu söyleyemem. Yukarıda bahsettiğim gibi, Machinarium’daki düşünce balonları, çözmeniz gereken bulmacanın ne olduğunu anlamanızı sağlardı. Luna’da her şey belirsiz; bu “sessizliği” iyi kullandığını söylemek zor. Hikaye anlatımı açısından da aynı sorun geçerli. Aralarda nefis ara sahneler ve animasyonlar izliyoruz fakat hikayeyi anlamak için gerekli olan parçaları birleştirmek neredeyse imkansız. Kötü bir güç var, geçmişte yapılan hataları telafi etmeye çalışıyoruz ve zaman manipülasyonu yaptığımız yerler var. Fakat hikayeyi tam olarak anlayamadığımız için oyunun sonu, istenen duygusal etkiyi yaratmıyor; bir şeylerin farkında oluyorsunuz ama tam anlam veremiyorsunuz. Bence oyunun en büyük eksiği bu olmuş.
Oyunun el çizimi grafik ve animasyonları gerçekten harika; insanı bir çizgi filmin içine çekiyor. Özellikle bazı ekranlardaki renk cümbüşüne (vitraylı odada bunu çok net görebilirsiniz) bayıldım. Çoğu ekran, adeta bir masal kitabından fırlamış gibi. Ayrıca, yine ayrı bir hikaye anlatan halı motifleri ve duvar resimleri hayranlık uyandıracak kalitede. Çizimlerdeki detaylar cidden çok etkileyici. Oyunun Wang Qian imzalı soundtrack albümü ve müzikleri de atmosfere son derece uygun; sakin, dinlendirici ve her odaya ayrı bir ruh katıyor. Ancak hikayedeki kopukluk, odaları kendi içinde ayrı değerlendirmeye ve grafikler ile müziklere hayran kalmaya yönlendiriyor, gerisini pek de umursamamıza neden oluyor.
Eğer Lantern Studio, grafik ve müziklere gösterdiği özeni hikaye ve onu anlatım biçimine de gösterseydi, Luna, türün en iyileri arasına girebilecek bir oyun olabilirdi. Belki de bu ilk oyunları olduğu için eksikliklerinin farkına tam olarak varamadılar; ama gördüğüm kadarıyla eleştirileri dikkate alıyor ve iletişimde kalmaya çalışıyorlar. Dolayısıyla, bu yönde kendilerini geliştirirlerse, ikinci bir Amanita olmamaları için bir sebep göremiyorum.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?