12 Minutes: Zaman Döngüsünde Sıra Dışı Bir Hikaye Deneyimi
Zaman döngüsünde kaybolmak mı? Bu hikaye, 12 dakikada kahkahalarınızla yüzünüzü güldürecek! Önce kaçırmayın, sonra zamanla yüzleşin!
3 saat önce

Sonbahar geldi çattı, hava dışarıda bir hayli geçirgen ve iğrenç durumda. İşten çıkıp otobüse doğru koşarken yağan yağmur, sanki sizinle dalga geçmek için özel olarak ayarlanmış gibi ısrarla üzerinize boca ediyor. O gök gürlüyor, şimşekler çakıyor, hiç güzel bir şey olmayacak gibi gözüküyor. Apartmana geldiğinizde o sıkıntılı ruh hali biraz da olsa kayboluyor. Evin sıcak ortamı ve eşinizin sizi bekliyor oluşu, içten bir rahatlama hissi yaratıyor. Kapıyı açtığınızda, komşularınızın sessizliği adeta hoş bir koro gibi sizleri selamlıyor. Anahtarınızı unutmuş olmanıza rağmen karınızın onu kapının yanındaki saksıya saklaması, bir film sahnesinin parçası gibi. İçeri girmeyi başardığınızda, karınız banyodadır ama bir öpücükle yanınıza geliyor ve “Sürpriz yaptım sana!” diyor. O an, hiç beklemediğiniz bir mutluluk dalgası sizi sarıyor. Işıkları kapatıyor, tatlı bir müzik açıyor ve en sevdiğiniz kekten bir dilim sunuyor. Aralarda “Hamileyim, bir çocuğumuz olacak” dediğinde, sanki başınız dönüyor; sağa sola bakınıp “Bir çocuğumuz mu?” demek istiyorsunuz ama buluşup dans ediyorsunuz. Her şey bir rüya gibi… Ama ne yazık ki rüyaların da bir sonu var, değil mi? Kapı hop hop çalıyor, kim bilir belki de kapıyı çalda çalan o pıtır pıtır ses öyle bir duygu bırakıyor ki, kapıyı açmaya fırsat bulamadan polis olduğu söylenen bir adam içeri dalıyor, kelepçeler takıyor ve her şey kararıyor. Demek ki bu kadar çabası yeterliymiş, değil mi? Ama birden her şey başa sarıyor, ilk girdiğiniz ana geri dönüyorsunuz.
12 Minutes oynanış deneyimim böyle başladı. Daha sonra olayları eşinize anlatmaya çalışmanız falan da oluyordu, ama o detayları geçeyim şimdi. Oyunun en çok merak ettiğim yapımlardan biri olduğunu belirtmemde fayda var. Peki, beklediğime değdi mi? Clutch cevap verecek olursam, hem evet hem hayır! Belki de burada karmaşık bir sezgiyi tedavi edebiliriz. Evet! Çünkü gerçekten ilginç bir hikaye, sıradışı bir oynanış sunuyor ve insanı ekran başında terletiyor. Hayır! Çünkü bazı tasarım tercihleri ve kısıtlamalar nedeniyle tam anlamıyla bir klasik olabilme şansını kaybetmiş. Bunun sonucunda birtakım oyuncular, huysuzlanarak oyunu deneyimlemekten bile vazgeçebilir. Gelin şimdi bu döngü oyununu anlatmaya bir adım daha yaklaşalım.
“Try again. Fail again. Fail better.” Samuel Beckett’in bu ünlü sözü, 12 Minutes’ın oynanış mantığını özetliyor aslında. Ben bu tarz döngülerde kaybolmaya alışkınım. Mesela Souls serisi gibi oyunlar da bu döngüyle dolup taşıyor ama bir hikâyeye bunu entegre etmek farklı bir heyecan katıyor. Oyunun ilk saatleri, denemek istediğiniz her şeyi bir macera gibi sunuyor. Sanki ellerinize bir sihirli değnek verilmiş gibi, envanterinizdeki nesneleri birleştirip yeni denemeler yapıyorsunuz. Ayrıca zaman geçtikçe, mekânın sadece altmış metrekare olduğunu unutmamak lazım. Evde çok fazla nesne olmadığı için, her döngüde neler yapabileceğinizi keşfetmek oldukça kısa sürüyor. Yani, ‘bugün hangisini denesem?’ sorusu beliriyor aklımda.
Ancak burada dikkat edilmesi gereken birkaç detay var. Her döngüde diyalogların tekrarlanması meselesi de cabası. “E canım, zaten aynı saniyeleri tekrar tekrar yaşıyoruz, neden şikayet ediyorsun?” dediğinizi duyar gibiyim. Yalnız bu, bir önceki tecrübeyle aynı tepkiyi veremeyeceğiniz anlamına geliyor! Her seferinde aynı cümle ama aynı coşkuyla değil. Diğer yandan, bazı durumlarda konuşmaları tekrar etmek zorundasınız ki bu beni dil sürçmesine uğratıyor. Gözlerim fal taşı gibi açıldı, “Gerçekten mi?” dememek için kendimi zor tutuyorum. Burada eser büyüsünü kaybetmeye başlıyor ve döngünün gerçekçiliği sekteye uğruyor. Düşünsenize, James McAvoy ve Daisy Ridley gibi isimler oynamasına rağmen bazı karakterlerin oldukça sıradan olduğunu görmek insanı hüsrana uğratıyor. Aslına bakarsanız, bu mevzuda Willem Dafoe başka bir ligde.
İkinci büyük sıkıntılarımızdan biri ise tam zamanda bir şeyler yapmanız gerektiği gerçeği. Oyun bazı anları, akışından bağımsız bir sırayla yürütüyor. Kedinizin mırlayışı gibi rahatsız edici bir durum bu, özellikle sonlara doğru. Eşinizi döngünün farkında olduğuna ikna ettiniz ama birlikte adamla plan yapmaktan aciz kalıyorsunuz. Sonuç olarak hikâye, belirli bir sırayla yapılan eylemlere yanlış bir değer yükleyerek sizin yaratıcılığınızı köreltiyor. Düşünsenize! Eğer bulmacalar bizi zorlayacak olsaydı, bu çatışmalar büsbütün zevk verici olmaz mıydı? Hani, git gide daha az aşina olduğumuz kavramlar etrafında dolanmak yerine daha yaratıcı bir hâl almadık mı? Üçüncü ve son şikayetim ise bazı nesnelerin gözden kaybolması. Piksel avcılığı yirmi yıl önce ama bu öyle mi? Telefonu dolapta bulmak için cesaret mi ister? Dolabın kapaklarını açmadan bir fotoğraf ile etkileşmek, ya nerede kaldı o heyecan!
İşte onuncu dakikada ters köşe! Sonuç olarak, her ne kadar bazı oynamalar sıkıntılı olsa da oyun şahane bir hikaye sunuyor. Anlattığım kimi detaylar, orijinal bir çabaya işaret ediyor. İlk bakışta sıradan görünen tablolarda bile önemli bilgiler sizleri bekliyor. Oyun tamamı için ortalama dört-beş saatlik bir süre gereksinimi de abartı değil. Seçenekler ve sonuçların farklılığı ile tekrar oynama istekleri artıyor. Ama benim gibi plot twist meraklıları için zorlantı, “Beni de al!” gibi bir sinyal veriyor. Her ne kadar bazı şeyler abartılı olsa da, on iki dakikalık bu oyun, uzun süre akıllarda kalacaktır. Çok iyi giydirilmiş bir senaryo ve dikkatlice işlenmiş detaylar ile özel bir yapı çıkarmışlar. Hani bazı sorunlar olmasa bile özel bir yapım olarak hatırlanacağına eminim. Kim bilir, belki biraz daha çabayı hak ediyoruz!
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?