Chrono Cross: Nostalji Dolu Bir Yolculuk ve Remaster İncelemesi
Chrono Cross'un nostaljik evrenine dalın! Remaster incelememizle bu unutulmaz yolculuğu yeniden yaşayın.
6 saat önce

Bu sene, değerli dostum Ömer Akdağ ile tanışmamızın üzerinden tam 20 yıl geçti. Elbette bu özel yılı fener alayları, marşlar veya sade bir hot pot etkinliğiyle kutlamayı düşünürken, zamanın nasıl geçtiği üzerine kafa yorduğumda aklıma her zaman gelmeyen bir durum var: Ömer hala Chrono Cross oynamadı. Evet, o birçok oyunu oynadı ve benim gözümde önemli olan birçok unvanı tecrübe etti ama öyle bir durumu yok mu? JRYO hayranısın, Final Fantasy serisinin her birini oynamışsın; neden bu klasik oyuna adım atmadın Ömer? Neyse ki, Square Enix devreye girdi ve bu yıpranmış klasiğin remaster versiyonunu bizlere sundu. Artık Ömer’in ve pek çoğunun bu zamansız eseri tecrübe etmemesi için bahanesi kalmadı. Üstelik, pakette sürprizlerin olduğunu da belirtmek gerekiyor.
Chrono Trigger, SNES döneminin en sevilen yapımlarından biriydi ve yıllar 1999’u (Kuzey Amerika için 2000’i) gösterdiğinde hayranları bu oyunun devamını bekleyerek sabırsızlanıyordu. Ancak, Chrono Cross piyasaya sürüldüğünde, aynı evrende geçen farklı bir hikaye sunuyordu ve sadece Chrono Trigger ile bağlantılı diyebileceğimiz unsurlara sahipti. Aradan geçen yıllar içinde yeni Chrono oyunları beklenirken, hayranlar ümitlerini kaybetmeye başladılar; ta ki remaster söylentileri çıkana ve Nintendo tarafından yapılan duyuruya kadar. Bu durum, bana nostaljik bir duygu patlaması yaşattı ve aklıma, ilk PlayStation’da oynayıp çok sevdiğim oyunların remaster versiyonlarının geleceği geldi. Chrono Cross benim için gerçekten özel bir yere sahip. O yüzden bu dönüşüm hem güzel hem de beklediğimden daha fazlasını sundu ve bu remake, geçmişime dair hatıralarımı canlandırdı.
Gizli Derinlikler
Hatırladığım kadarıyla, Chrono Cross oldukça sürükleyici ve keyifli bir oyundu. Remaster versiyonu, birçok modern JRPG’nin simplifikasyonunu geçiyor ve hala derinlikli bir deneyim sağlıyor. Oyunun dövüş sistemi klasik Final Fantasy oyunlarına benzerken, her sırada sadece bir hamleniz yok; bunun yerine isabet yüzdelerine sahip, staminayı harcayan hareketleriniz var. Örneğin, zayıf ataklar az staminaya mal olurken, güçlü ataklar daha fazla harcama gerektiriyor. Aynı zamanda büyü benzeri tekniklerinize de dikkat etmeniz gerekiyor çünkü bunlar, dövüş sırasında renk kodlarıyla birleşerek daha fazla hasar verebiliyor. Başta karmaşık görünen bu sisteme çabuk alıştım ve elementlerin renk kodlarını kullanarak stratejik avantaj sağladım. Özellikle, dövüşleri kapatma veya rakibin sürekli ıskalamalarını sağlama seçenekleri, yalnızca hikayeyi tecrübe etmek isteyenler için ideal bir çözüm sundu.
Sadece dövüş sistemi değil, aynı zamanda oyunun görselliği de dikkatimi çekti. Hem standart monitörde hem de switch gibi daha büyük ekranlarda bu sabit kısımların ne kadar güzel durduğunu gördüm; adeta bir yağlıboya resmi gibi görünüyordu. Ana karakterlerin güncellenmesi de oldukça başarılıydı fakat ekran oranı sebebiyle bazı ara sahneler kalitesini kaybetmiş durumda. Yasunori Mitsuda’nın yine muazzam müzikleri ise günümüz standartlarında bile kulağımızda bayram ettirmeyi başardı.
Bir başka dikkat çekici nokta ise, zengin içerik ve hikaye akışıydı. Oyun eski bir yapım olduğu için sürekli yönlendiren oklar yoktu ve paralel evrenler arasında geçiş yapma özelliği ile birlikte bir açık dünya hissi yaratıyor. Dolaşarak edindiğiniz karakterler ve onlarla olan etkileşimler, ana hikayeye derinlik katarken, Frozen Flame ve ana düşman Lynx hakkında ipuçları sunuyor. Tam olarak bu yolla, 12 farklı son ile karşılaşabileceğinizi de hatırlatmak gerekiyor. Chrono Cross, eski bir oyun olmasına rağmen hala etkileyici ve geniş evreniyle zengin deneyimler sunarak, JRPG dünyasına adım atmak isteyenler için harika bir seçenek. Eğer bu kadar uzun bir zaman geçmesine rağmen onun dünyasında yer almadıysanız, farklı bir yolculuğa çıkmaya hazır olun.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?