Wo Long: Fallen Dynasty – Çin Tarihinde Aniden Kayıp Bir Kahraman
Kayıp bir kahraman, Çince tarih dergisi yerine kahve molasında mı kayboldu? Wo Long: Fallen Dynasty'de kahramanlık bu kadar sıradan mı?
5 saat önce

Wo Long: Fallen Dynasty’i oynarken, gözlerimin önünde iki düşünce hızlıca filizlendi. İlki elbette, bu oyunun Nioh ile Sekiro: Shadows Die Twice’ın muhteşem bir evliliğinden doğmuş gibi olduğuydu. Yani bu oyun bir tür “nur topu” gibi, herkesin gözbebeği olmaya aday! İkincisi ise, soulslike türündeki birçok oyun gibi soyutlanmış bir zorluğun egemen olmadığı, aksine bu türe yeni adım atanlar için gerçekten erişilebilir bir yapı sunmasıydı. Şunu söylemeden geçemeyeceğim ki, Wo Long kesinlikle bu türde parlayan bir yıldız. Bunu neden mi söyledim? Hemen açıklayayım, merak etmeyin!
Artık soulslike türü, oyun dünyasında öyle popüler hale geldi ki, her köşe başında bir “Souls-Clon” görmek mümkün. Ancak, çoğu geliştirici FromSoftware’in formülünü kopyalamaya çalışırken başarısız olurken, bazılarının ise kendilerine has dokunuşları sayesinde öne çıktığını biliyoruz. İşte bu noktada, Nioh her zaman benim favorim olmuştur. Team Ninja, bu türün ruhunu hem koruyarak hem de yenilikler ekleyerek hem de sonuçta harika bir iş çıkaran bir stüdyo. Wo Long: Fallen Dynasty ile çıtayı bir kez daha yükseltmiş olmaları ise kesinlikle takdire şayan!
Bünyeye biraz da Çin tarihi lazım! Wo Long: Fallen Dynasty’de, isimsiz bir kahramanı oynuyoruz ve oyunun başında karakterimizi dilediğimiz gibi yaratma özgürlüğüne sahibiz. Nioh, bizi Japon tarihine götürmüştü, bu sefer Wo Long ise Çin’in Üç İmparatorluk dönemine götürüyor. Nedense oyun dünyasında Japon tarihine sıkça rastlıyoruz ama, Çin tarihine dair çok fazla içerik bulmak oldukça zor. Wo Long’un bu döneme el atması ise gerçekten farklı bir deneyim sunuyor. Mesela, Shu Han’ın kurucusu ve ilk imparatoru Liu Bei, Doğu Han Hanedanı’nın son dönemlerinde büyük güç kazanan Cao Cao ve Wu Hanedanı’nın kurucusu Sun Quan gibi tarihi figürlerle karşılaşıyoruz. Bunlar, oyunun hikayesinin önemli parçaları arasında yer alırken, bizlere de bu tarihi döneme dair bilgiler edinme fırsatı sunuyor.
Elbette Team Ninja olunca doğaüstü unsurlar da devreye giriyor. Nioh’ta Japon folklorunun doğaüstü canavarı yokai’ler vardı; Wo Long: Fallen Dynasty’de ise Çin mitolojisinden gelen mitik hayvanlar ve yaratıklarla bolca karşılaşacağız. Girişte karşımda beliren ilk boss, Çin’in askeri stratejisinin ustalarından Zhang Liang’di. Kendisiyle karşılaşmamızın ardından, ilk fazı geçtiğimde onun şeytani yönüne de tanıklık ettim. “Team Ninja’nın fantezi ve gerçeği harmanlaması yine harika olmuş” diye düşünmeden edemedim!
Deflect benden sorulur diyenler sıraya girsin! Wo Long’un fragmanlarını izlediğimde, bu oyunun tamamen bir Nioh kopyası olmadığını hissettim. Tabii ki ortak yanları da mevcut. Örneğin, parry/deflect mekanizması burada gerçekten çok önemli. Burada Sekiro seviyesinde bir hız söz konusu. Düşman saldırılarını doğru bir şekilde okuyup, tam zamanında parry yapmak ve yaratılan açıkları kullanarak düşmana ekstra hasar vermek, savaşların kilit noktasını oluşturuyor. Öyle ki, parry yapmak için mırıl mırıl beklerseniz, hemen yoruluyorsunuz ve bu da sizi ölümcül bir saldırıya açık hale getiriyor. Eğer birkaç başarılı deflect yaparak düşmanın posture’unu kırmayı başarırsanız, kritik bir saldırı yaparak onu dize getirebiliyorsunuz. Yani “bam güm düşmana dalayım” şeklinde bir savaşı düşündüğünüzde, burada çok daha stratejik bir yaklaşım gerekecek; Sekiro tarzı dans dedikleri bu işte sizi bekliyor.
Wo Long: Fallen Dynasty’in neden bu kadar erişilebilir olduğunu söylemek gerekirse, oyunun öğretici kısmı oldukça iyi yapılandırılmış. Ekrandaki yönlendirmeler, görsel ve sesli ipuçları da kısa sürede bu ritme alışmanızı sağlıyor. Ayrıca, oyunu neredeyse tek başınıza oynamak zorunda kalmıyorsunuz. Elden Ring’deki gibi, çoğu boss savaşında bir NPC yanınıza eşlik ediyor. Bu arkadaşlar, yol boyunca “bıcır bıcır” konuşarak hikaye hakkında bilgiler veriyorlar ve sıkıştığınız anlarda bir nevi “birader ben burada bi’ kımıldayayım, sen sağlığına gelene kadar ben elden geleni yaparım” demekten çekinmiyorlar. Ancak, unutmamak gerekir ki bazen oyalayamıyorlar ve siz iyileşmek için ağacın arkasına saklanıyorken birden boss’un çekici kafanıza devriliveriyor! İşte soulslike oyunları, böyle tuhaf anlarla doludur!
Oyun, alışık olduğumuz stamina çubuğu yerine spirit çubuğu kullanıyor. Bu küçük değişiklik, aslında ofansif oynamanın gerekliliğini ifade ediyor. Çünkü spirit çubuğu, başarılı deflect’lerden ve saldırılardan doluyor, bu da düşmanın art arda yaptığı saldırıları durdururken, hem sizin spirit çubuğunuz doluyor hem de rakibin posture’unu hızla kırıp geçiyorsunuz. Büyü kullanmak ise bu spirit çubuğunu harcayarak gerçekleşiyor; dolayısıyla doğru zamanda doğru saldırı yapmak, oyunun anahtarını elinize almanızı sağlıyor!
Şimdi gelelim oyundaki bambaşka bir mekaniğe: Moral sistemi. Bir soulslike oyununda kalp krizi geçirerek sürekli ölmeme durumu var yani! Wo Long’da öldüğünüzde moral kaybediyorsunuz. Moral seviyeniz ne kadar yüksek olursa, o kadar güçlü oluyorsunuz. Bu sebepten, moral seviyeniz arttıkça güçlü yetenekleri de kullanabilmeye başlıyorsunuz. Eğer bir düşman sizi öldürürse, hem sizin moraliniz düşerken, hem de onun morali yükseliyor. Ama eğer o düşmanı öldürüp intikamınızı alırsanız, tekrar moral kazanıyorsunuz. Yani dostlar, kısaca bir döngünün içindesiniz. Ya arka arkaya ölmeye mahkum kalırsınız, ya da bu döngüden sıyrılabilirsiniz!
Bu noktada belki aklınıza “Ya moralim sıfırlanırsa, sokağın köşesinde sefil gibi mi dolaşmam gerekecek?” diye bir soru gelebilir. İşte burada devreye yüreklilik (fortitude) giriyor. Oyundaki kayıt noktaları, savaş bayrakları şeklinde. Bayrakları yükselttikçe yüreklilik değeriniz kalıcı olarak artıyor ve bu değer, moralinizin düşeceği en alt limite belirliyor. Yani eğer yürekliliğiniz 6’ya yükseldiyse, moraliniz en fazla 6’ya düşebilir. Bu sayede, düşmek ve kalkmak, yani bayrakları henüz göndermeden büyük bir ihtimalle sevinçle ilerlediğinizden, ilerlemek için önemli bir taktik haline geliyor.
Oyunda level atladığımızda beş büyü sınıfından birine puan verebiliyoruz: Ateş, Metal, Su, Ahşap ve Toprak. Bunlar aslında karakterimizin sınıfını da temsil ediyor. Örneğin, Ateş saldırı odaklı. Su ise gizliliği artırıyor. Bu sınıflardaki puanlarımıza göre yeni büyüler açıyoruz. Mesela, Ahşap sınıfındaki mavi ejderha Qinglong sizi iyileştirirken, Metal sınıfındaki beyaz kaplan Baihu yanınızda savaşıyor. Su sınıfındaki siyah kaplumbağa Xuanwu da rakiplere buz parçaları fırlatıyor. Hepsi oyunun oynanışını büyük ölçüde etkiliyor ve hangi sınıfın size uyması gerektiğine karar vermek tamamen sizin elinizde!
İlk deneyimlerimden yola çıkarak, bu durum bence ilginç bir zorluk sunuyor. Aynı Nioh gibi, muhtemelen Wo Long’da hikaye akışını tam anlamadan geçip gideceğiz! Ama oyunun sözlüğüne ve ansiklopedisine bakmak ise oldukça keyifli. Eğer biraz zaman ayırırsanız, karakterler ve dönem hakkındaki bilgilerle hikaye anlam kazanıyor. Ancak, düz hikaye anlatımında Team Ninja’nın asla en iyi olduğu söylenemez. Bir hayli erişilebilir bir oyun ama yine de bir o kadar zor. Nioh ve Sekiro’ya benzeyen yapısı var ama orijinal bir deneyim sunmak için yeterli yenilikler de mevcut. Oyunun kısa bir deneme sürümünden elde ettiğim verilere göre, 3 Mart’ta çıkış yapacak. Sabırsızlıkla bekliyorum!
Wo Long: Fallen Dynasty, PC, PS4, PS5, Xbox One ve Xbox Series için piyasaya sürülecek. Bütün bu bilgileri aldıktan sonra, kıskanılacak kadar çok heyecan içindeyim. Neyse ki, sabretmesi gereken benimle birlikte binlerce oyuncu daha var. Oyun çıkana kadar bolca sevinç ve biraz da sabır!
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?