Kral Arthur’un Mirası: Tainted Grail – The Fall of Avalon İncelemesi
Kral Arthur'un Mirası: Tainted Grail - The Fall of Avalon incelemesi ile epik bir maceraya dalın. Oyunun derinliklerini keşfedin!
5 saat önce
“Bitmek bilmeyen savaşların sona ermesinin ardından, efsanevi kral Arthur Pendragon’ın huzur bulma zamanı gelmiş olamaz mı?” diye düşünmek mümkün… Ama hayır dostum, asla! Koskoca Avalon ve Kamelot savaşla sarılıyken, Wyrdness denilen gizemli ve korkunç bir doğaüstü güç kapıda bekliyorken, bir de Red Death adındaki veba tüm halkı yok ederken dinlenmeye mi fırsat var? Yatacak yerin yok, Arthur! Hadi kalk, çünkü önünde daha yapılacak çok iş ve heyecan dolu maceralar var!

Kadayıf Parşömenler 6’nın gerekliliği kalmadı mı peki? Burada uzun uzadıya söyleyebilirim ama buna gerek yok. Klişe hâlinde olsa da açık bir tanım var: Herhangi bir The Elder Scrolls oyunu alıyorsunuz… Örneğin, Skyrim’i bir kenara bırakıp, içerisine King Arthur mitosunu ekliyorsunuz. Sonra tüm bunları harmanlıyorsunuz. (Sonuçta karanlık fantezi!) Zihninizde canlanan herhangi bir imaj, Tainted Grail: The Fall of Avalon’un tam yansımasıdır. Oyuna hapiste başlamak veya “Supporter Edition” sürümüne değeri yüksek DLC’ler eklemek gibi birçok ilham kaynağı da mevcut. Bu nedenle “Tainted Grail” demek yerine The Fall of Avalon demek daha uygun olur herhalde.
Devam edelim. The Fall of Avalon, birinci şahıs kamerasından oynanabilen bir açık dünya rol yapma oyunu olarak karşımıza çıkıyor. Esinlendiği serideki gibi esnek bir karakter yapısı sunuyor; bu da yaptığınız her eylemin yeteneklerinizi geliştirdiği bir sistem oluşturuyor. Örneğin, tek elli kılıçla savaşıyorsanız One-Handed yeteneğiniz yükselebiliyor. Ya da sürekli koşuyorsanız Athletics’iniz, tavşan gibi zıplıyorsanız Agility’niz artıyor. Bu sayede belirli aktiviteler üzerinde uzmanlaşıyorsunuz. Ancak bu demek değil ki düz bir duvara koşarken aslında internetten sörf yaparak 48. seviyeye ulaşabileceksiniz. The Fall of Avalon, 2010’ların başındaki bazı izlenimlere sahip olsa da, bazı bozuk ve çalışmayan sistemleri modernleştirdi. Keşke sadece TES serisine değil de bu türdeki diğer oyunlara da göz atsalar diye düşündüm. Zira bu yıl başladığım Avowed, Tainted Grail’i deneyimledikten sonra türün sunduğu yenilikler karşısında daha fazla takdir etmemi sağladı. Evet, zıplama yeteneğimiz gelişiyor ama aynı noktada 5 dakika boyunca zıplayarak o iki piksellik açıya denk gelmeye çalışmak can sıkıcı olabiliyor. Kendini yukarı çekmek çok daha mantıklı! Eğer nostalji hissi ile kendinizi avutup sorun etmeyecekseniz, bu durumu pek de dert etmezsiniz belki. Sonuçta Oblivion Remaster’ın hâlâ popüler olduğunu gözlemledik, 2006 model bir oynanışa rağmen. Ama bu noktada modern dokunuşlar beklemediğimi belirtmeliyim.

“Bir elimde ateş topunu kullanırken, diğer elimde de düşmanın saldırısını blokluyorum—” Aaaa déjà vu! Kullanılan silah ve karakterin gelişimi, sınıflar yerine tamamen ne kullandığınıza bağlı olarak şekilleniyor. Ben genellikle çift kılıç tercih ettim ve yetenek ağacımda rakipleri sersemletme üzerine yoğunlaştım. İki kılıcımla düşmana çarpıp onu bayıltıyor, ardından döner hareketler yaparak ilerliyordum. Bu yapım gayet etkiliydi, en yüksek zorlukta oynasam bile büyük bir zorluk çekmedim. Tabii ki, ister istemez klasik “gizlilik kasan okçular” veya “bir elde kılıç öteki elde büyü” gibi stillerle de oynama şansınız mevcut; oyun hepsine olanak tanıyor.
The Fall of Avalon, aksiyon açısından Skyrim’den biraz ileri, ama Avowed’ın gerisinde kaldığını hissettiriyor. Mesela, saldırılarını parry ile karşılamaktan keyif alıyorsanız, bu yönü geliştirmeyi planlamıştım ama buna pek ihtiyaç duymadım. Düşmanları hafifçe arkanızda bırakıp vur-kaç taktikleriyle kolayca alt edebiliyorsunuz. Bu nedenle genellikle “kaçış” hareketi tercih ettim. Yazılım yıllar önce piyasaya sürülseydi, belki çok daha kıymetli olurdu. Ancak Avowed ile çok yakın zamana çıkış yaptığı için kıyas kaçınılmaz oluyor ve “Ama daha iyisi varken neden bu?” dedirtiyor.

Oyunun görsel tasarımı ise çeşitli ilham kaynaklarına sahip. Arthur’un ağır zırhı ve mekânlardaki kurukafa süslemeleri, yer yer Warhammer çizgilerini hatırlattı. Bazı bölgelerde (özellikle Arthur’un ruhu ile konuştuğumuz kabir kısmında) H.R. Giger’i de düşündürdü. Zamanla bazı mekânlar ve hikâye Lovecraft tarzı bir havaya bürünüyordu. Bu açıdan kendine özgü, ilginç bir görsel ifade geliştirmiş olduğunu söyleyebiliriz.
Hikâyeye gelince, başlangıçta belirttiğim gibi Kral Arthur’un Avalon’u fethetmesinin üzerinden neredeyse beş yüz yıl geçmiş. Wyrdness denilen doğaüstü güç, halkı tehdit ederken aynı zamanda oyunun başında dile getirilen Red Death vebası da var. Tüm bunların arasında özgürlüğümüzü ararken, bir anda Kral Arthur’un ruhu ile özdeşleşiyoruz; bu da 600 yıllık bir döngüyü ya iyi ya da kötü sona erdirme sorumluluğunu üzerimize yüklüyor. Bu yönüyle hikâye ve işlenişi oldukça ilginç. İlk başta standart bir kara fantezi hikâyesi gibi görünse de, “Bu mesele nereye varacak?” şeklinde merak etmemi sağladı. Özellikle geçmişe dair ipuçlarını yan görevlerde, çeşitli keşiflerde ve Arthur ile gerçekleştireceğimiz muhabbetlerde saklaması hoş bir dokunuştu. Gerçekten de hikâyedeki resmi görmek istiyorsanız, opsiyonel görevleri yapmaya teşvik ediyor; ki The Elder Scrolls serisinin en büyük sorunlarından biri olan “Hikâye ne ki, dağ tepe geziyoruz,” anlayışını aşarak bu kadar görkemli bir oyunda hikâyeye saygı duymak takdir edilmeli.

Öte yandan, özellikle Act 2’nin sonları ve Act 3’ün geneli, “Yeni bir bölgeye geçtik ve şimdi aynı şeyleri burada da tekrarlayacağız” hissini de veriyor. Ana görevlere yoğunlaşırsanız çok sorun olmaz, ama şehirlerde, size önemli bilgiler verecek karakterler ve görevler mevcut. Karanlık ve kasvetli bir atmosferde, her açtığınız görevde böcek yuvası ile karşılaşma riski var. (Yazar burada açıkça “oyun pek çok hataya sahip” dememek için dolaysız bir ifade kullanıyor.) Hikâyeye kendinizi kaptırıp yan görevde ilerlemek istediğinizde, bir hata yüzünden bazı karakterlerle etkileşiminizin engellenmesi olabiliyor. Oyun seçimler ve sonuçlar konusunda katı kurallara sahip; bu da hatalara karşı toleransınızı azaltıyor.
Seçim yapma ve sonuçlarla yüzleşme hakkı konusunda ise, bu nokta oyun için oldukça ciddi. Bir karakterle ters düştüğünüzde, bir daha yüzünüze bile bakmayabiliyor. Hatta, çok kızdırdıysanız yanınıza bile yaklaşmadan saldırabiliyor. Bu karakterler, oyundaki bazı önemli görevlere de açılan kapılar olabiliyor. “Ee, bu karakter önemli, şimdi ters düşmeyecek miyiz?” düşüncesi yok The Fall of Avalon’da. Dolayısıyla ne yaptığınıza, nasıl davrandığınıza dikkat etmezseniz, aniden önemli görevlerden mahrum kalabilirsiniz. Görevlerin içeriğine çok dikkat etmezseniz, yarım kalabilir ve sonraki aşamaları da etkileyebilir. Önemli bir görevi tamamlamamışken zaman geçtığı için geri dönüp kontrol etmeyi unuttuğumda, bir karakterin “Ben gelmem, siz takılın” dediğine şahit oldum; bu yüzden daha önceki bir kayıt dosyasına dönmem gerekti. Dikkatli olmalı, zamanınızı heba etmemelisiniz! (Ve bolca farklı kayıt dosyası oluşturmalısınız!)

Açık dünyada at koşturma gibi bu tür oyunların temel öğeleri arasında, bir sürü yan aktivite de bulunuyor. Kendi zırh ve silahlarımızı ürettiğimiz Handycraft, iksirlerimizi yaptığımız Alchemy ve yiyecek pişirip sağlık ya da bonus etkiler sağlayan Cooking faaliyetleri mevcut. Ancak bu sistemlerin kalitesi derinlik açısından tatmin edici değil. Önceden belirlenmiş bazı tarifleri harfiyen uygulamak zorundasınız. Sadece Cooking kısmı deneme yapmanıza izin veriyor ama genelde en yüksek sağlık sağlayacak malzeme ile kısaca geçip gittim. Ayrıca balık tutma da var, neredeyse unutuyordum. Yapımcıların oyunun balık tutma başarımını zorlaştırdığı için hâlâ kızgın olduğumdan bunu aklıma sokmaya çalışıyorum. Balığın adını bile anmayalım bir süre, rica ederim.
Tainted Grail: The Fall of Avalon’un en önemli sorunlarından biri, 2025’e değil de 2010’lu yıllara ait bir oyun gibi hissettirmesi. Görsellik çok kötü olmasa da, güncel standartlarla kıyaslandığında geride kalıyor; sıkça karşılaşacağınız hatalar var, bazı mekanikler tam anlamıyla işlevsel değil. Ama tüm bu olumsuzluklara rağmen, “The Elder Scrolls VI’yı beklemekten ömrüm geçiyor, bana o geniş açık dünya havasını sunacak bir oyun lazım!” diyorsanız, Avalon kollarını açacaktır. Sonuç olarak, tüm şikayetlerime rağmen 80 saatimi burada harcadım. Geceleri kamp kurmadan önce ateşe ethereal cobweb atmayı unutmayın, yeter.

♦ İnceleme puanlarımız ne anlama geliyor?




Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?