Eriksholm: The Stolen Dream İncelemesi
Eriksholm: The Stolen Dream incelemesi ile büyüleyici bir hikaye keşfedin. Gizem, tutku ve kaybolan hayaller sizi bekliyor!
14 saat önce

İndie oyunların kıymeti, günümüzde daha da belirgin hale geliyor. Oyun sektöründeki büyük şirketlerin para hırsıyla sektörü domine etmesi, özgür ve yaratıcı yapımcıların birer birer büyük firmalar tarafından satın alınması, aslında AAA oyunlarda bir tek tipleşmeye doğru gidişi işaret ediyor. Ancak bu karmaşanın içinde, hiçbir yere bağlı olmayan küçük ve orta ölçekli yapımcılar, cesaretle ortaya çıkıyor; yumruğu masaya vurup “Bu oyunu yapıyoruz!” diyor. İşte bu bağlamda, Eriksholm: The Stolen Dream karşımıza çıkıyor. Yapımcının tutkusunun, kendi bildiğini okumasının ve güzel olduğuna inandığı bir projeyi hayata geçirme azminin bir sonucu olarak, erik gibi kütür kütür bir meyve olarak karşımızda duruyor. Tabii ki, bu süreçte hatalar da yok değil. Ancak, ortaya çıkan işin arkasında yatan tutku, oyun deneyimimizi değerli kılıyor.
Amerikan Başkanı dahil herkesi devreye sokun
Oyun, iki kardeşin hikayesinin etrafında şekilleniyor. Eriksholm şehrini saran garip bir salgın yüzünden ana karakterimiz Hannah, yatağında yatan bir halde. Kardeşi ise birden ortadan kayboluyor. Hannah ve kardeşinin geçmişinde, pek de legal olmayan bazı olaylar olduğu için, bu durum Hannah’yı endişelendirmeye başlıyor. Üstüne bir de polisler eve gelip, kardeşini aradıklarını ve Hannah’nın da onlarla birlikte gelmesi gerektiğini söylediklerinde, Hannah’da panik baş gösteriyor ve kaçmaya karar veriyor. Böylece tüm şehir, gerçekten tüm şehir, Hannah ile kardeşinin peşine düşüyor. Kardeşi nerede? Ne yaptı da bu kadar çok polis onun peşine düştü? Başı belada mı? İşte oyunun büyük çoğunluğu, bu soruların etrafında dönüyor. Hikaye belki de hafif yavan tınlasa da, aslında fena değil. Merak unsurunu körükleyen birçok etken var. Üstelik, farklı katmanlara da evriliyor. Sürpriz bozmamak için fazla detaya girmeyeceğim ama Hannah ile kardeşinin geçmişi, şu anki hayatları, şehrin genel yapısı gibi unsurlar, oynadıkça açığa çıkıyor. Yani, Eriksholm hikaye anlatımıyla ön plana çıkan bir oyun değil ama senaryo bakımından sınıfta kaldığı da söylenemez.
Assassin’s Creed, gel de gölge gör aslanım
Oyunun temel mantığı aslında oldukça basit. A noktasından B noktasına ulaşmaya çalışıyoruz. Ancak bu yolculukta çoğu zaman polisler, bazen de başka düşman unsurları karşımıza çıkıyor. Onlara görünmeden ya da onları bir şekilde alt ederek A-B arası seyahat ediyoruz. Bu kadar basit. Gölgeler en yakın dostumuz olduğu için, bazen gölgelerde saklanarak ilerliyoruz, bazen ışık kaynaklarını yok ederek karanlıkta hareket ediyoruz, bazen düşmanları bayıltıp yanlarından geçiyoruz, bazen de dikkatlerini dağıtarak başka bölgelere yönlendiriyoruz. Ama her zaman A noktasından B noktasına gitmeye çalışıyoruz. Bu basit yapı, oyuna yakışmış diyebilirim. Temelde aksiyondan çok bulmaca çözmeye odaklanıyoruz.
Oyun boyunca sadece Hannah’yı yönetmiyoruz, ama çoğunlukla o bizimle birlikte. Diğer karakterleri yönettiğimiz ya da Hannah ile birlikte başka bir karakteri dönüşümlü olarak yönettiğimiz bölümler de mevcut. Bu bölümler, stratejik olarak derinlik ve farklı bir hava katıyor. Ancak yine de, temelde A-B arasında yolculuk yapmanın yolunu keşfetmek ve aradaki bulmacayı çözmek gerekiyor. Örneğin, bir noktada Hannah yukarıda, diğer karakterimiz aşağıda duruyor. Aşağıdaki karakter bir yere taş atarak dikkat dağıtıyor. Hannah yukarıdan hemen ilerleyip gölgeye saklanıyor. Düşman geri döndüğünde, Hannah bayıltıcı ok atıyor ve düşman bayılıyor. Aşağıdaki karakter de yukarı çıkıyor ve bulmaca çözülüyor. Bu tür birçok örnekle karşılaşmak mümkün.
Lineer dedik de bu kadarı da fazla sanki be
Anlatmaya çalıştığım oynanış yapısı kulağa çok etkileyici gelse de, büyük eksiklikler de barındırıyor. Bu bahsedilen yapı, aslında hemen hemen her gizlilik sekansının tek bir yolla çözülebilmesine neden oluyor. Gizlilik temelli oyunlarda en sevdiğim şey, işime geldiği gibi olayı çözümleyip yoluma devam edebilmek. Ama Eriksholm bunu sunmuyor. “A noktasından B noktasına güvenle gidebilmenin tek bir yolu var, çöz bakalım aslanım,” diyor. Bu durum, zaman zaman oyuncuda bir baygınlık hissi yaratıyor. Üstelik, yapay zeka demeye bin şahit gereken zayıflıkta düşmanlar da mevcut. Düşmanların hiçbiri belli komutların dışına çıkamıyor, sadece belirli bir alanda ileri geri gidiyor ve eski nöbet yerlerinde aynı şekilde beklemeye devam ediyor. Bu durum, Eriksholm vatandaşlarının ödediği vergilere acımama sebep oluyor. Yani, düşmanların azıcık bile yapay zeka kırıntısı göstermemesi, oyunun akışını ciddi şekilde zayıflatıyor. Bulmacaların tek yönlü çözülmesi ve düşmanların hayat belirtisi göstermemesi, oyunun hanesine kocaman bir eksi olarak yazılıyor.
Sinematikler n’olur bitmesin…
Tamam, belki biraz fazla sert bir eleştiri yapmış olabilirim, kabul ediyorum. Ancak bu kadar potansiyeli olan bir oyunun temel noktalarda zayıf kalması beni üzüyor. Şimdi, gelin denklemi eşitleyelim ve Eriksholm’un güçlü olduğu noktalara tekrar bir göz atalım. Yapımcı River End Games, gördüğüm kadarıyla 18 kişilik bir çekirdek ekip. Eriksholm, ekiplerinin ilk büyük ölçekli projelerinden biri. Bu boyutta bir oyunun bu kadar küçük bir ekipten çıkması gerçekten hayret verici. Oyunun grafikleri harika; ara sinematikler ise muhteşem. Bakın, bu iyi değil, MUHTEŞEM! Sinematik kalitesi, mimikler, seslendirmeler ve görüntü yönetmenliği, her yönüyle olağanüstü. Belki bir Blizzard kalitesinde değil (bu tür bir kalite beklemek bile abartı), ama benim indie oyun deneyimlerimde bugüne kadar karşılaştığım en yüksek kalitede. Bunun üzerine başarılı seslendirmeler, atmosferle uyumlu müzikler ve yaşayan bir şehir hissiyatı eklenince, ekibin gerçekten yaptığı işe ne kadar tutkuyla bağlı olduğunu anlamak hiç de zor olmuyor.
Eriksholm’e hoşgeldik bence
Özetle, Eriksholm: The Stolen Dream, genel itibarıyla başarılı bir oyun. Üzerine çokça emek verilmiş ve kafa yorulmuş. Bulmacalar iyi tasarlanmış, mücadeleci bir zorluk seviyesi bulunuyor ve atmosfer, grafikler ile oynanış oldukça başarılı. Ancak, bu bir gizlilik oyunu ve bir gizlilik oyununda bu kadar düz bir yapının bulunması, oynanış deneyimini ciddi anlamda baltalıyor. Düşmanların yapay zeka eksikliği, neredeyse tüm ilerlemenin tek bir şekilde gerçekleşmesi ve çok yönlülüğün olmaması, oyunun hanesine büyük bir eksi olarak yazılıyor. Yine de Eriksholm ile karşılaştığım için mutluyum. Böyle klas bir ekiple tanışmış olmak, gelecekte nelerin bizi beklediğini merak ettiriyor.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?