Ghost of the Shore: Duygusal Bir Yürüyüş Simülasyonu İncelemesi
Ghost of the Shore, duygusal bir yürüyüş simülasyonu olarak, oyuncuları etkileyici bir deneyime davet ediyor. İncelememizde keşfedin!
2 saat önce

Dönemsel olarak, yeni oyun türlerinin hayatımıza girdiğini ve gözde hale geldiğini gözlemliyoruz. Yaklaşık on yıl önce, “yürüyüş simülasyonu” adını alan bir tür karşımıza çıkmış ve sonraki yıllarda da ilginç örnekleriyle dikkat çekmiştir. Mesela Gone Home, The Vanishing of Ethan Carter ve What Remains of Edith Finch bu türün ön plandaki temsilcilerindendir. Macera oyunlarının bir alt türü olarak kabul edilen bu stilde, çevrede dolaşıp hikâyenin eksik parçalarını bir araya getirmeye ve olayları kavramaya çalışırız. Ghost of the Shore da bu deneyimi yaşattığı bir oyun olarak karşımıza çıkıyor.
Bu tarz oyunları incelemek istediğimde, nereden başlayacağım konusunda düşüncelere daldığım oluyor. Çünkü oyunun en belirgin noktası hikâyesidir; fakat hikâyenin sırlarını da ifşa etmemek gerekiyor, sonuçta oynayacak kişilerin deneyimini zedelemek istemiyoruz. Bu nedenle, hikâyeyi mümkün olduğu kadar genel bir çerçevede sunmaya çalışacağım. Böylece oyunu oynadığınızda “bu incelemeyi okumasaydım keşke” diye düşünmek zorunda kalmayacaksınız 🙂 Hayalet, sahillerde dolaşıyor…
Oyun, Riley adındaki genç bir kadının perspektifinden ilerliyor. Riley, teknesine atlayıp bilinmeze doğru yola çıktığında bir fırtına patlak veriyor. Teknesinin batma riskiyle karşı karşıyayken, kafasında yankılanan sesler onu bir sahile yönlendiriyor ve böylece tekneyi kurtarmış oluyoruz. İşte maceramız burada başlıyor. Riley, adaya adım atarken etrafı incelerken onunla iletişim kuran hayalet Josh ile de bağlantı kurarak burada neler olup bittiğini anlamaya çalışıyor. Bulduğumuz ses kayıtları, notlar ve mektuplar ile karşılaşacağımız diğer hayaletlerin anlattıkları ve Josh’un hatırlamaya başladıklarıyla, 19. yüzyılın sonlarına dek uzanan bir ana hikâyenin gizemini çözmeye çalışıyoruz.
İlk başta hikaye basit gibi görünebilir. Ancak beni etkileyen bazı detaylar vardı; ana hikâye ve yan hikâyelerde “babalar ve kızları” teması işleniyor. Bu tür hikâyelere karşı oldukça duygusal bir bağ geliştirdiğim için yaşanan olaylara empati yapmaktan kaçamıyorum. Kendi deneyimlerimle özdeşleştirdiğim bu duygusal anlar, benim için oyunun önemli bir parçasıydı.
Öte yandan oyunun yapım hikayesi de oldukça ilginç. Tüm süreci, Dagmar Blommaert’in gördüğü bir rüya başlatıyor. Rüya, Dagmar’ın ölümünü ve sevdiklerinin yas tuttuğunu gösteriyor. Onlara ulaşma çabası içinde yalnızlık hissi yoğunlaşıyor. Bu duygu, rüyasında edindiği İzlenimler nedeniyle daha da derinleşiyor. Ghost of the Shore için araştırmalar yaparken “Jamie Marks is Dead” filminin fragmanında yer alan “Hatırlanmak için ne kadar ileri gidersiniz?” sorusu, onu bu rüyayı yeniden hatırlatıyor. Bu duygusal yolculuğu, ortağı Kenny Guillaume ile paylaşıp oyuna dönüştürüyorlar.
Yapımcı Dagmar’ın sözleri ise oyunun özünü güzel bir şekilde özetliyor: “Ghost on the Shore görülmek ve hatırlanmakla ilgili. Sevilmekle ilgili. Aynı zamanda sevgiye layık olabilmeyi anlatıyor.” Ölenler ile geride kalanlar arasındaki bağ, söylenemeyenler ve paylaşılmayanların yarattığı pişmanlık üzerine düşünen bir hikaye ortaya çıkıyor. Sevdiklerimizi kaybettiğimizde, bu kaybı unutmak mı veya onunla başa çıkmak mı mümkün? İşte bu gibi derin sorularla dolu bir hikaye bizi bekliyor.
Oyunda ayrıca basit bir oyuncak, bir dürbün, bir gitar ya da bir küre gibi nesneler, farklı karakterlerin yaşamlarına dokunan unsurlar olarak karşımıza çıkıyor ve bu unsurlar dramatik etkiyi artırıyor. Ghost on the Shore, temel olarak bir “yürüyüş simülasyonu” olarak nitelendirilse de, 1-2 basit bulmaca ile zenginleştirilmiş. Bu bulmacalar, oyun deneyimini çok fazla etkilemeyen detaylar gibi görünüyor. Ayrıca, diyalog seçimleri var; ancak bu, Telltale oyunlarındaki kadar karmaşık bir hikaye akışına sahip değil. Buna karşın, farklı sonlar görmek mümkün.
Görsel olarak oyunu değerlendirirken bazı belirsizlikler yaşadım. Bazı sahneler etkileyici görünürken, diğerlerinde rahatsız edici detaylara denk gelebiliyor olsak da, genel olarak, bu ölçek için kabul edilebilir bir görsel stil benimsenmiş. Eğer aşırı yüksek beklentiler içinde değilseniz, bir problem çıkmayacaktır. Özellikle suluboya tarzında bir görsel deneyim arıyorsanız, Ghost on the Shore’u beğenebilirsiniz.
Bazı sahnelerde, sistemin etkilenmediği durumlarda bile fps düşüşleri yaşanabiliyor. Ayrıca, bazen yollarımız beklenmedik engellerle kesişiyor ve bu tür grafik problemleriyle karşılaşabiliyoruz. Seslendirme ve müzik ise oyunun artılarından biri olarak öne çıkıyor. Ancak bazı sahnelerde yarıda kesilen diyaloglar dikkat çekiyor. Diğer taraftan, hayalet karakterin sesi zihnimizin içinde kalması gerektiği mantığıyla yönlendirilmiş olsa bile, sesin her taraftan geldiğini deneyimlemek de ilginç bir tercih olmuş.
Finalde, yürüyüş simülasyonlarını sevenler açısından ilgi çekici bir seçenek olduğunu söyleyebilirim; uygun fiyatı ve 2-3 saatlik bir süre zarfında tamamlanabilmesi nedeniyle yeniden oynamayı teşvik eden bir yönü var. Oyunun yeniden oynanabilirliği, oyuncuların ilgisini çekebilir.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?