Ken Follett’in Efsanevi Romanı: The Pillars of the Earth Switch’te Hayat Buluyor

Daedalic’in geçmişine göz attığımızda, birçok kaliteli adventure oyununu hemen görebiliyoruz. Bu oyunlar arasında The Whispered World, A New Beginning, Deponia serisi, The Night of the Rabbit, Anna’s Quest ve Silence gibi etkileyici yapımlar bulunuyor. Ken Follett’in kaleme aldığı The Pillars of the Earth, bu isimler arasında kesinlikle anılması gereken önemli bir eser. PC’de oynamaktan büyük keyif aldığım ve harika hikayesini ustaca işleyen bir oyun olan The Pillars of the Earth, şimdi de Nintendo Switch versiyonuyla huzurlarımızda.

Öncelikle, bu oyunun arkasında zaten ödüllü bir hikaye mevcut. Ken Follett’in 1989 yılında yayımlanan romanı, Türkçe’ye de İnkilap Kitabevi tarafından Bir Katedralin Öyküsü adıyla çevrilmişti. 780 sayfadan oluşan bu epik eser, oldukça kapsamlı bir hikaye işlemesi bakımından oyuna aktarılması ise oldukça zor bir iştir. Daedalic’in önceden geliştirdiği daha komik ve çizgi film tarzı adventure oyunlarını düşündüğümüzde, Pillars of the Earth gibi ağır bir hikayenin başarılı bir şekilde oyunlaştırılması daha da karmaşık bir süreç olmuş.

Bir Katedralin Öyküsü, birçok romanın alışık olduğumuz gibi bölümlere ayrıldığından farklı olarak, her bölümde alt bölümlere de sahip olması sayesinde karmaşık bir hikayeyi anlaşılır bir biçimde sunuyor. Oyun, bu teknikten faydalanarak bölümleri benzer şekilde organize ediyor. PC versiyonu, 2017-2018 yılları arasında üç parça halinde yayımlanmış olan oyunun From the Ashes (Küllerden), Sowing the Wind (Rüzgar Biçmek) ve Eye of the Storm (Fırtınanın Gözü) adı verilen bu kitapları, daha sonrasında tek bir bütün olarak birleştirilmiş ve oyunculara sunulmuş. Switch versiyonu ise bu bütünleştirilmiş yapıyı kullanıyor.

Açıkçası, bu oyunun Switch’e geç port edilmiş olmasına hayret ediyorum. Görsellik açısından, sistemi zorlamayan bir yapım olduğu için, oyunu oynarken bunu net bir biçimde gözlemliyorsunuz. Kastedilen o kadar da kötü bir durum değil; Pillars of the Earth, Switch’te görsel olarak en iyi oyunlardan biri olarak öne çıkıyor. Karmaşık 3D sahnelerin bulunmadığı bir yapı ile bu platform için oldukça uygun bir oyun olduğunu düşünüyorum. Ancak, alıştığımız point and click mekaniklerinin nasıl uygulanacağı konusunda da merak içindeydim. Neyse ki, oyunun daha önce gamepad desteği vardı ve bu, Switch’e mükemmel bir şekilde uyarlanmış.

Sol analog çubuğu kullanarak karakterleri kontrol ederken, sağ analog çubuğuyla envanterimizi açabiliyoruz. Düğmeler, bakma, konuşma ve kullanma komutlarını aktif hale getiriyor. Diyaloglar, ekranda açılan radyal menü üzerinden yaptığımız seçimlerle ilerliyor ve bu menüyü sağ çubukla kullanmak son derece rahat. Bahsettiğim envanter, sadece eşyalarla sınırlı kalmıyor; bu oyunda düşünceler ve çeşitli ihtiyaçlar da bir envanter objesi olarak karşımıza çıkıyor. Bu sayede kimi durumlarda, nereye yönelmeniz gerektiğiyle ilgili ipuçları alabiliyorsunuz. Sol alt köşede ise öncelikli olarak yapmanız gereken hedef görselleştiriliyor.

Pillars of the Earth, romanın bire bir aynası değil, çünkü oyuncunun seçimleriyle şekillenen bir yapıya sahip. Bu durum, romanı okumuş olan oyuncular için belki de heyecanını kaybettirebilir, fakat bu haliyle gerçekten etkileyici bir deneyim sunuyor. Oyundaki toplam 21 bölümden her birini tamamladığınızda, aldığınız kararlarla ilgili bir hatırlatma ekranı sizi karşılıyor. Yalnızca siyah-beyaz seçimlerin olmadığı, hikayeniz üzerinde gerçekten bir etki bıraktığınız sahnelerle zengin bir deneyim yaşatıyor.

Hikayeye dair fazla detay vermekten kaçındım çünkü son altı yıl içinde edindiğim bu deneyimi Switch’te nasıl hissettiğimi vurgulamak daha anlamlı geldi. Ancak kısaca özetlemek gerekirse, hikaye 12. yüzyıl İngiltere’sinde, Kingsbridge adlı kurgusal bir kasabada geçiyor. 1136 yılı, I. Henry’nin ölümünün ardından tahta geçen Stephen’in hükümdarlığı döneminde huzursuzluk ve iç savaşların yaşandığı, bu dönem “Anarşi” olarak isimlendiriliyor. Bu şartlar altında Tom adındaki bir adamın hamile eşinin başına gelen talihsiz bir olaydan sonra, oğlu Alfred ve kızı Martha ile birlikte ormanda mücadele ediyor. Tom, bir inşaat ustası olarak Ellen adındaki gizemli bir kadınla ve onun oğlu Jack ile tanışıyor. Aynı dönemde keşiş Philip, kasabanın manastırında başrahip oluyor. Bir başka karakter, Shiring Kontu’nun güzel kızı Aliena ise taliplerinden birer birer kaçıyor, bunların arasında kötü niyetli William Hamleigh de yer alıyor.

Bütün bunların kulağa bağlantısız gelmesine rağmen, aslında her bir karakter ve hikaye, Jack, Aliena ve Philip gibi karakterler aracılığıyla birbirine bağlı ve zaman içinde etkileşimler sonucunda sürükleyici bir anlatım oluşturuyor. Oyunun bulmacaları da oldukça basit, çoğunlukla etrafta dolaşarak görevlerinizi yerine getiriyorsunuz ve nadir de olsa kısa QTE’ler mevcut. Türe aşina olmayan oyuncular bile sadece hikayesi nedeniyle bu oyunu rahatlıkla oynayabilir.

Sonuç olarak, Pillars of the Earth, zorlu bir dönemde hayatta kalmaya çalışan sıradan insanların destansı hikayesini sunuyor ve oyun da bu hikayeyi interaktif bir biçime başarıyla taşımayı başarıyor. Uzun bir yolculukta arkanıza yaslanıp el konsolunuzda deneyimlemek için güzel bir fırsat; eğer imkanınız varsa, mutlaka denemenizi öneririm.