Yukarı Çık
Bildirimler
Şu anda, yeni bir bildirim mevcut değil!

Yeni bildirim olduğu zaman tam olarak burada karşına çıkacak.

10 dakika okunma süresi

8

Layers of Fear 2 İncelemesi: Korkunun Yeni Katmanları

Layers of Fear 2 incelemesi ile korkunun derinliklerine dalın. Yeni katmanlar, sürükleyici hikaye ve etkileyici atmosfer sizi bekliyor!

admin

1 gün önce

Layers of Fear 2 İncelemesi: Korkunun Yeni Katmanları

Adrenalin Dolu Bir Yolculuk: Layers of Fear 2

Bir lunaparka gittiğinizi hayal edin. Adrenalini ve korkuyu seviyorsanız, korku tüneli her zaman favorilerinizden biri olmuştur. Biletinizi alıyorsunuz, korku tünelinin arabasına yerleşiyorsunuz. Araba tıkır tıkır raylardan ilerlerken, kapı arkanızdan kapanıyor ve bir süre sonra araba ansızın duruyor. Yolun geri kalanını yürüyerek tamamlamak zorundasınız; hangi köşeden ne çıkacağını bilmeden, tamamen savunmasız bir şekilde. İşte Layers of Fear 2’nin yaratmak istediği atmosfer böyle. Yine lunaparktasınız, yine korku tüneline giriyorsunuz. Araba tekrar bozuluyor, yine yürümek zorundasınız. Ancak bu sefer tünelin sürprizlerine alıştınız; tavandan önünüze sarkan mankenler ve arka plandan gelen sesler, ilk seferdeki kadar etkileyici veya korkutucu değil. Hatta yolun kalanını oflaya, puflaya bitiriyorsunuz. İşte, Layers of Fear 2 bu.

Adrenalin Dolu Bir Yolculuk: Layers of Fear 2

Zenginin Gemisi, Züğürdün Çenesini Yorarmış

Layers of Fear 2’de, ünlü bir yönetmenin yeni filmi için başrolü kapmış bir aktörü canlandırıyoruz. Filmin çekimleri, İngiltere’den Amerika Birleşik Devletleri’ne yol alan bir okyanus gemisinde gerçekleşecek ve biz de haliyle o geminin yolcularından biriyiz. Söz konusu ünlü yönetmen, hem ünlü hem de gizemli bir adam. Filmlerindeki oyuncuların “karakterlerine” bürünmelerine çok önem veriyor ve sürekli olarak bunu telkin ediyor. Biz de bu “karakterinle bütünleş”, “karakter dediğin her şeydir” mesajları eşliğinde, yavaş yavaş deliliğin sınırlarına doğru ürkütücü bir maceranın içine dalıyoruz. Hikaye yalnızca bizimle yönetmen arasında geçmiyor; işin içinde Lily ve James adında iki çocuk da var. Oyunun başından itibaren baktığınız bazı eşyalarda Lily ve James’in seslerini duyuyor ve onların hikayelerini keşfetmeye başlıyorsunuz. Bu iki kardeş gemiye kaçak olarak binmiş ve korsancılık oynuyorlar. Zamanında filmlerde gördüklerine özenmişler, hayallerinde saklı hazineler bulmak ve denizlerce maceralara atılmak var. Aralarındaki konuşmalarda hayal güçlerinin ne kadar zengin olduğunu görüyoruz. Oyunda ilerledikçe, bu iki kardeş oyunun ana hikayesine iyiden iyiye dahil olmaya başlıyor. Üçüncü bölümle birlikte, yönetmen, kendimiz ve kardeşler arasındaki bağı tahmin etmeye başlıyoruz. O zaman anlıyoruz ki hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş.

Zenginin Gemisi, Züğürdün Çenesini Yorarmış

Korkunun Azalan Katmanları

Layers of Fear gerçekten de sıradışı bir oyundu; bir zamanlar çok başarılı bir ressam olan kahramanımızın başyapıtını ortaya çıkarma amacıyla eski anılarına yaptığı yolculukta ona eşlik etmiştik. Bu oyunda, malikane, tablolar, depresyon, delilik ve ailevi sorunlar gibi unsurlar yer alıyordu. Layers of Fear 2 ise, Bloober Team’in aynı şeyi yapmaya çalıştığı, sırf korkutucu olmak amacıyla sık sık “jump scare” taktiğine başvurduğu fakat ilk oyun kadar başarılı olamadığı bir yapım olarak karşımıza çıkıyor. Yine ilk oyunda olduğu gibi burada da karar vermemiz gereken anlar var; yönetmenin bizden istediğini yapmak zorunda değiliz, karar bizim kararımız. Ancak gerek korku, gerek bilinmezlik, gerekse yarattığı heyecan adına hikayenin başıyla sonu arasındaki maceranın ilki kadar başarılı olduğunu söylemek mümkün değil.

Korkunun Azalan Katmanları

Bir kere şunu belirtelim: Layers of Fear 2, tamamıyla bir yürüme simülasyonu. Daha doğrusu, “korku öğeleriyle dolu bir yürüme simülasyonu”. Gerçekten de çoğunlukla yaptığınız tek şey, gemide dolaşmak, odaları gezmek, karşınıza çıkan az sayıda eşyaya bakmak ve bu sırada oyunun hikayesiyle ilgili bilgi kırıntıları öğrenmek. Oyun, aşırı derecede lineer bir yapıya sahip; şöyle ki, diyelim ki bir koridordasınız ve sağlı sollu 5-6 tane kamara var. Bunlardan biri hariç hepsinin kapılarının kilitli olduğundan emin olabilirsiniz. Yine de etkileşim kurabileceğimiz her şeye tıklama dürtüsüyle kapıları açmayı deniyor ve aslında zaman kaybediyoruz. Benzer biçimde, açılan çekmecelerin çoğu boş çıkıyor; içlerinde bir fotoğraf bulursak kendimizi şanslı hissediyoruz. Aralarda birkaç bulmacayla karşılaşıyoruz ama bunlar da zorlayıcı değil; örneğin, bir projektör makinesindeki slaytları değiştirip perdede kapı resmi çıkarmak gibi basit şeyler. Bu lineerlik başlarda rahatsız edici değildi, çünkü neyle karşılaşacağımın farkındaydım. Ancak zamanla, kamaralar arasında dolanmak, bir odaya girerken arkadan gelen bir sesle irkilmek, yan odadaki vazonun aniden kırılması, arkamı döndüğümde gördüğüm gölgenin kendi gölgem olduğunu fark etmek keyifliydi. Ama oyun, tekdüzelikten kurtulamayınca sıkılmaya başladım.

Korkunun Azalan Katmanları

Ne Gereği Vardı Kovalamacaların?

Oyun, en sıkıcı kısımlarından biri de gemideki “kötü silüet” ile karşılaştığınız anlar. Bu silüet sizi kovalamaya başlıyor ve yakaladığı anda “game over” oluyor. Kovalamacanın hemen öncesine dönüyor ve yeniden kaçmaya başlıyorsunuz; yine yakalanıyor, tekrar deniyorsunuz. Bu kısımlar, korkutuculuktan uzak. Örneğin, Pyramid Head kovalarken hissettiklerinizi düşünün; peşinizde Mr. X varken kalbinizin nasıl küt küt attığını hayal edin. Burada ise korkmaktan çok “hadi bitsin de oyuna devam edelim” düşüncesi hakim. Bloober Team, “yakalandın ve öldün” olayını kullanmayı tercih ederek hata yapmış gibi görünüyor; bu bölümler, oyuncuyu hikayenin atmosferinden uzaklaştırmaktan başka bir işe yaramıyor. Bu “dene-yanıl-öl-tekrar dene” sekansı, yalnızca bu silüetle sınırlı kalmıyor; diğer bölümlerdeki ölümcül ışık hüzmesi ve labirentte ışık kovalamacası gibi unsurlar da can sıkıcı bir biçimde karşınıza çıkıyor.

Ne Gereği Vardı Kovalamacaların?

Daha önce de bazı incelemelerimde belirtmiştim; ben çekmece açmak için fare düğmesine basılı tutarken fareyi geri çekerek “çekmeceyi açar gibi yapma” olayını pek beğenen biri değilim. Dolap açmak, kapı itmek, sürgü çekmek gibi işler bir süre sonra angarya gibi gelmeye başlıyor. Layers of Fear 2 de bu tekniği kullanıyor; ancak bazı yerlerdeki hassasiyet sorunları nedeniyle, en basit şeyi bile yapmakta zorlanabiliyorsunuz. Yarım açılan veya kapanan bir kapı yüzünden peşinizdeki elemana yakalanmak pek keyifli değil. Yine de bunu kendi kişisel tercihim olarak gördüğüm için olumsuzluk olarak belirtmiyorum; sadece haberiniz olsun. Oyun, “beş perdeden” oluşuyor ve her bölüm kendine has bir temaya sahip. Her bölüme kamaramızda başlıyor ve hikayenin farklı bir kısmını keşfetmeye başlıyoruz. Bölümün sonunda ise yönetmenin bizi yönlendirdiği seçimle, kendi seçimimiz arasında tercihimizi kullanabiliyoruz. Bu seçimlerin ikisi de farklı başarım kazandırıyor. Ancak, Layers of Fear 2’nin ilk oyundakine nazaran daha kopuk bir deneyim yaşattığını düşünüyorum. Parçaları birleştirmek pek kolay değil; üstelik hikayenin önemli bir kısmı “toplanabilirler” yoluyla anlatıldığı için eğer %100’cü değilseniz (ki mutlaka ilk oyunda kaçırdığınız eşyalar olacaktır) oyunu bitirdiğinizde kafanızda soru işaretleriyle kalıyorsunuz. Bu da, benim için o bütünlüğü sağlayamadı.

Ne Gereği Vardı Kovalamacaların?

Mankenlerin Dayanılmaz Cazibesi

Yazımın başında oyunun yaratmak istediği atmosferin ne olduğunu belirtmiştim. Bunun başarısız olma sebebi, korku öğelerinin aşırı tekrara düşmesi. Başlarda çeşitli yerlerde karşılaştığımız mankenlerin ani poz değişimleri, ışık oyunlarıyla bir anda karşımıza çıkmaları güzeldi. Ancak, sonra tekrar aynı mankenler derken, kafada canlanan tek şey “ben bunu daha önce de yüz kez görmemiş miydim” sorusu oluyor. Oyunun gerçeküstü hikaye anlatımı ve algılarımızla oynaması oldukça ilginç. Bir anda kendimizi gemiden farklı bir yerde bulmak, arkamızda duyduğumuz kapı çarpma sesine dönüp de daha önce orada olmayan bir koridor görmek, yanımızda biri var diye sanıp kendi gölgemizle karşılaşmak gibi durumlar bir süreliğine oyalıyor insanı. Ancak, bunların çoğu gerilimi arttırmak yerine, daha önce de belirttiğim gibi basit “jump scare” anlarıyla geçiştirilmiş. Ayrıca, ilerleyen bölümlerde gerçeküstü unsurların abartılması, gördüklerinize anlam verememeye başlamanıza sebep oluyor.

Layers of Fear 2’nin en başarılı kısmı ses yönetimi. Yönetmeni seslendiren isim Tony Todd, sırf onun için bile artı puan verilir oyuna. ‘Candyman’ Todd, bu role mükemmel bir şekilde yakışmış; adamın sesinde doğal bir ürkütücülük var. Sadece o değil, çocukların seslendirmeleri de oldukça başarılı. Üçüncü bölümde çocukların ön plana çıktığı kısımda seslendirmeler muazzam; hem inandırıcılık hem de vurgular etkileyici. Oyunun müzikleri de atmosfere olumlu katkı yaparken, arka planda duyulan efektler, en azından ses anlamında oyunun korkutucu olmasını sağlıyor. Özellikle kulaklıkla oynuyorsanız, yan odada kırılan bir vazo, aniden arkada çarpan bir kapı veya bir annenin mırıldandığı ninni tüylerinizi diken diken edebilir.

Oyunun genelinde, Bloober Team’in aslında ilk oyunun çıtasını daha yukarı çekmek için oldukça uğraş verdiğini görebiliyorum. Geminin ve gemideki bölümlerin tasarımı, görsel detaylar ve yaratılmaya çalışılan daha derin hikaye bunların örnekleri. Ancak, çok fazla gerçeküstü unsurun işin içine girmesi ve hikayenin anlam kazanmasını sağlayan parçaları öğrenmek için hiçbir gazete kupürünü, fotoğrafı veya eşyayı kaçırmamak gerekliliği, sanırım işlerin bir noktada raydan çıkmasına sebep oldu. Yani, yanıtsız kalan sorular her oyunda olabilir; ancak Layers of Fear 2’nin tüm olayı, hikayesini baştan sona adamakıllı anlatabilmek olmalıydı.

İlk oyunu beğenenlerdenseniz, elbette buna da bir şans vermenizi isterim. Eğer lineer oyunlar sizi rahatsız etmiyorsa, işin içinde daha fazla “oynanış” olsun demeyenlerdenseniz, hele ki kolay korkan ve bundan zevk alanlardansanız, Layers of Fear 2 size yaklaşık 6-7 saatlik keyifli bir deneyim sunacak. Fakat, bundan fazlasını bekleyenlerin, benim gibi hayal kırıklığı yaşamaya hazır olmaları gerektiğini düşünüyorum.

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?