Oyun Tüketim Kültürü: Eğlencenin Peşinde Koşarken Kaybolan Anlar
Oyun tüketim kültürü üzerine eğlenceli bir yolculuk! Eğlenirken kaybolmanın yollarını keşfedin; kaybolursanız sorumluluk kabul etmiyoruz!
3 saat önce
Bugünlerde tüketim çılgınlığının ne boyutlara ulaştığını düşünün bir! Artık keyif almak için yaptığımız aktiviteler bile sanki birer borçmuş gibi geliyor. “Her gün login olmalıyım, aman diğer oyunculardan geri kalmayayım” diye içimizi kemiren bir telaşla sürüklenip gidiyoruz. Bir oyundan diğerine atlayıp dururken, çiçekleri koklamak aklımıza bile gelmiyor. Düşünsenize, gözlerimizi ekrana sabitlemişken “dur bakalım, o sol köşedeki çiçeği bir koklayayım!” demek eylemi hayal bile edilemiyor. Şu anda bu durum yalnızca bizi değil; sosyal oyun dünyamızı da etkiliyor. Herkes, hiç durmadan “bir sonraki büyük şey”i arama çabasında. Elimize geçen her yeni içerik, sanki aç bir vampir gibi bir nefeste tüketiliyor ve sonra, pişmanlıkla “Yeterli içerik yok bunda ya” diye homurdanmalar başlıyor. Bu nasıl bir tüketim kültürü, sormadınız mı hiç?

Hatta ufak şeylere takılmayı abartıyoruz; “Oyun hırsızlığı yokmuş!” diye en kötü oyunu damgalayanlar bile var. Bu tür kriterlere bakınca, aslında oyunun sunmuş olduğu başka güzelliklerin ne kadar önemi kalıyor, düşünsenize! Oyunun sadece tek bir unsuru üzerinden yargıladığınızda, hemen “Bu bitti gitti!” gibi bir hisse kapılıveriyorsunuz. Üstelik, bu kadar aceleci ve kaygılıken, oyunu neden sevdiğimizi bir hatırlamak zorunda değil miyiz? Belki de bir sonraki oyununuzda, görevlerin peşinden koşmak yerine durup çevrenizi incelemeyi denemelisiniz. Yaldır yaldır koşmak yerine, bulunduğunuz dünyanın havasını içinize çekseniz, nasıl olur? Alınmadık başarımlar fazladan bekleyebilir; yapılmamış görevler de bir yere kaçmaz (genellikle!). Yani, oyunu hemen bitirip rafa kaldırmak yerine, tadına biraz bakmayı deneyin, neye benziyormuş bu.
Leon’un oyun alışkanlıklarını izlerken bu durumun daha açık bir şekilde farkına varmaya başladım. Mesela, Astro Bot oynarken benim 30 saniye harcamadığım bir platformda, o 1 saat boyunca kendi kendine eğleniyor! Durup düşündüm; biz de böyle miydik eskiden? Super Mario Bros.’ta sanki saatlerce 1-1’i oynadığımız günleri hatırlıyorum. O sualtı bölümü, Tomb Raider 2’de köpek balığına yem olup nefesimiz bittiğinde geçemediğimiz kısım hâlâ hafızamda tazedir. Ama bu ay oynadığım herhangi bir oyunun nasıl geçtiğini sorsanız, muhtemelen en yakın zamanda oynadığım bir bölüm bile aklıma gelmez. Hatta bazen, “Bu oyunda böyle bir şey mi vardı ya?” diye hayret ettiğim anlar oluyor! Biliyor musunuz, bu tuhaf bir hal ama beni düşündürüyor; “en çok oynayan, her şeyi oynayan” olmak yerine, az ama öz oynamak belki daha eğlenceli olur.
Oyun dünyası oldukça geniş ve çeşitli; bu nedenle belki de sadece yeni çıkan oyunların değil, tüm bu tüketim kültürünün üzerine bir düşünme zamanı. Nasıl başlıyoruz ve nereye gidiyoruz? Eğer biraz gözlem yapar, bu yaratıcılığı keşfedersek, belki de hepimiz daha mutlu, daha tatmin olmuş bir deneyim yaşamaya başlayabiliriz. Oyunlar, eğlence ve macera için vardır; dolayısıyla bu anları yaşamak için duraklayıp etrafımıza bakmaya ne dersiniz? Sonuçta, oyun dünyası sadece bir mücadele değil, aynı zamanda bir keşif alanıdır ve keşfetmek, bazen bütün o hırsın içindeki gerçek eğlencenin kendisi olabilir.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?