RoboCop: Rogue City İncelemesi – 80’lerin Efsanesi Geri Dönüyor
RoboCop: Rogue City incelemesi ile 80'lerin efsanesinin modern dünyaya dönüşüne tanık olun. Aksiyon dolu bir deneyim sizi bekliyor!
5 saat önce
1980’ler, aksiyon filmleri açısından oldukça bereketli bir dönemdi. İlginçtir ki, günümüzde “efsane” olarak adlandırdığımız pek çok karakter de o dönemlerdeki dizi ve filmlerden çıkma. Mad Max, Yargıç Dredd, Rambo, Ripley, MacGyver… Ancak iki karakter var ki, hep birbirleriyle kıyaslanır; bunlar Terminator ile RoboCop. Diğer karakterlerin aksine, her ikisi de pes etmeyen birer sayborg ve karşı karşıya geldiklerinde nelerin yaşanacağı, döneminin forumlarında çokça konuşulmuş bir konuydu. Bu durumda, Terminator: Resistance ile özellikle bizim kuşağın gönlünde taht kurmuş olan Teyon’un yeni oyununun RoboCop hakkında olmasına fazla şaşırmamak gerekirdi belki. Ancak, itiraf etmeliyim ki, ben oldukça şaşırmıştım ve bir o kadar da heyecan içindeydim. Resistance’ta yaptıkları şeylerin yarısını bile başarılı kılsalar, memnun kalacağımı düşündüm. Bunu aşacaklarını ve gelmiş geçmiş en iyi film uyarlamalarından birine imza atacaklarını hiç tahmin etmemiştim. Ve, gerçekten de atmışlar…

Ölü Ya Da Diri Benimle Geliyorsun
RoboCop: Rogue City, serinin ikinci ve üçüncü filmleri arasında bir zaman diliminde geçiyor. Alex Murphy, çoktan öteki tarafa geçmiş, özel bir operasyonla RoboCop’a dönüştürülmüş ve onu öldürenler ile Nuke adlı uyuşturucunun yaratıcısı Cain’in peşine düşmüştür. Ancak, Detroit sokakları hâlâ suç doludur. OCP, şehri yıkıp Delta City projesini gerçekleştirme hayalleri peşindedir. Nuke her köşe başında mevcuttur. Tüm bunların üstüne, “New Guy” olarak adlandırılan gizemli bir adam şehre gelmiş, büyük planları olduğunu ve en güçlü çeteyle çalışmak istediğini ilan etmiştir. Bu yüzden Detroit’teki çeteler kendi aralarında en iyi olduklarını kanıtlamak için büyük bir mücadele başlatmıştır. Polis, her zaman olduğu gibi bu kaosla başa çıkacak kadar etkili değildir. Tek imkanları ise RoboCop’tur…
Başlangıçta, Rogue City klasik bir FPS izlenimi veriyor ancak çok geçmeden bunun öyle olmadığını anlıyorsunuz. Oyuna girdiğimizde, yukarıda bahsedilen çetelerden birinin baskın yaptığı bir televizyon binasının önünde buluyoruz kendimizi. Yanımızda, ilk filmden itibaren Murphy’nin yanında olan sadık dostumuz Lewis var. Bina içinde RoboCop’un efsane müziği eşliğinde haydutları teker teker temizlerken büyük bir heyecan hissediyorsunuz. Bu oyunda siper alma, sağa sola atlama gibi aksiyonlar yok. Bunun yerine, birkaç yüz kiloluk, metal kaplı vücudumuzla çarpışmaların ortasına daldığımızda, mermiler zırhımızdan sekerek düşmanları temizliyoruz. Tabii ki bu, ölümsüz olduğumuz anlamına gelmiyor; ekranın alt köşesinde bir can barı bulunuyor ve OCP sağlık paketleri ile bunu artırabiliyoruz. Çünkü sonunda, bu bir oyun…

Mekânlardaki hemen hemen her şey, mermilerin etkisiyle yıkılıyor. Kolonların betonu dökülüyor, su sebilleri delinip sızdırıyor, kola makineleri patlıyor. Oyun, çevre hasar mekaniği açısından etkileyici bir deneyim sunuyor. Sadık tabancamız Auto-9 da oyunda mevcut ve bu yarı otomatik tüfeği, ilerleyen bölümlerde bulduğumuz devre kartları ile güçlendirebiliyoruz. Ayrıca, düşmanlardan elde ettiğimiz makineli tüfekler gibi silahları da kısa süreliğine kullanma şansımız var. Etraftaki nesneleri düşmanlara fırlatabiliyor, yumruk atabiliyor ya da düşmanları camdan dışarı atabiliyoruz.
Bölüm ilerledikçe, karşımıza bazı deliller çıkıyor (çalıntı cüzdan, sahte kimlik vb.) ve bunları topladığımızda tecrübe puanı kazandığımızı öğreniyoruz. Bu durum, bizi yetenek ağacına yönlendiriyor ve böylece oyunda hafif bir rol yapma unsuru olduğunu keşfediyoruz. Daha güçlü zırh ya da daha hızlı tecrübe kazanma gibi pasif yeteneklerin yanı sıra, metal yüzeylerden kurşun sektirme gibi ilginç yetenekler de mevcut.

Teslim Ol, Yoksa Başın Belaya Girecek
Peki, bu kadarı yeterli mi? Hayır, kesinlikle değil… İlk bölümü geçtikten sonra, oyun bizi Detroit Polis Karakolu’na gönderiyor ve burada oldukça etkileyici detaylarla karşılaşıyoruz. Karakolun birebir yapılmış hali karşımızda. Giriş salonu, RoboCop’un oturduğu sandalye ve brifing odası hepsi gerçekçiliğiyle dikkat çekiyor. Sadece Lewis ile çikolata renkli çavuş Reeds ile sınırlı kalmamışlar, karakoldaki diğer policileri de oyuna eklemişler. Estevez, Kaplan, Ramirez gibi karakterleri görünce oldukça şaşırıyorsunuz. Karakolda dolaşırken, yan görevler de açılıyor. RoboCop’un araç sürüşü ve polis garajından çıkarken arabasının altını sürtmesi bile aynı. Detaylar, gerçekten etkileyici; Teyon bu konuda harika bir iş çıkarmış.
Bu kadarla kalmıyor! Karakoldan çıktıktan sonra yarı açık bir dünya niteliğinde Detroit haritasının ortasına düşüyoruz ve yan görevler, soruşturmalar ve keşfedilecek sokaklar peşinde koşmaya başlıyoruz. Şehrin sokaklarında dolaşırken gelen telsiz mesajları, bir diyalog veya çalan bir telefon sayesinde ekstra görevler alabiliyoruz. Her köşeyi araştırarak hırsızların saklandığı yerleri keşfedebiliyoruz. Dükkanlara girebilir, hatalı park eden araçlara ceza kesebilir ve karşılaştığımız suçlara müdahale edebiliriz. Bazı karakterlerle etkileşime geçtiğimizde, seçimlerimiz de oyunun sonucunu etkileyebiliyor. Bazen, Sherlock Holmes tarzında basit bir soruşturma sekansı gerektirebiliyor.

Tüm bunlardan sonra, şehir sokaklarında araçlarımızla farklı olay yerlerine gitmekteyiz ve burada birçok çete üyesiyle çatışmalara giriyoruz. Mekânların bazıları ilk filmden alınmış ve bu detaylar, izleyen için büyük sürprizlerle dolu. Bölüm tasarımları ve düşman çeşitliliği beklediğimden çok daha etkileyici. Detroit haritasına geri dönsek de o kadar farklı ortamda yer alıyoruz ki karşılaştığımız çeşitli düşmanlarla savaşırken yapımcıları övmemek elde değil. Hepsi hikâye ile örtüşen mantıklı detaylar ve sadece oyunun süresini uzatmak amacıyla eklenmemiş. Oyun, yaklaşık 15-20 saat sürerken, bu süre zarfında gerçekten sıkılmadım.
Tüm bunlara, Murphy’nin arada sırada yaşadığı anormallikler ve geçmişine dair anıları eklenince, oyunun tadı iki katına çıkıyor. Sonuç olarak, Rogue City basit bir FPS’den kat kat fazlasını sunmakta.

Sadece Dostlarım Bana Murphy Der
Bu oyunun en iyi yaptığı işlerden biri, filmlerin zaman çizelgesini eksiksiz bir şekilde tamamlaması. Terminator: Resistance’da olduğu gibi, birçok kişi “Üçüncü film bu olmalıydı,” demişti. RoboCop: Rogue City de serinin üçüncü filmi olma payesini kesinlikle hak ediyor. İlk iki filmin atmosferini ustalıkla aktarıyor ve üçüncü film ile arasında sağlam bir köprü kuruyor. Murphy’nin insan ve robot yanları arasındaki çatışma ve ikilemler, oyunda çok güzel bir şekilde yansıtılmış. Kahramanımızın ne kadar insan ne kadar robot olduğu, yaptığımız diyaloglar ve seçimlerle belirleniyor; bu, diğer karakterlerle olan ilişkilerimize ve sonuca doğrudan etki ediyor.
Oyun boyunca, filmlerdeki tarzda absürd reklamlar, ilginç haberler ve trajikomik olaylarla karşılaşıyoruz. RoboCop, filmlerdeki gibi bazen komik cümleler kurarak mantıklı ifadeler ortaya koyuyor. Bu tür anlarda gülmekten geri duramıyorsunuz. Ayrıca, RoboCop karakterini seslendiren Peter Weller, performansıyla mükemmel bir iş çıkarmış. Oyunun 80’lerin atmosferini de harika bir şekilde yansıtıyor; büyük ekranlar, video kaset dükkânları ve komplo teorileri… Ancak, her şey mükemmel değil.

Rogue City yer yer düşük bütçeli bir AA oyun izlenimi veriyor, özellikle grafik kalitesi ile. Terminator: Resistance’da olduğu gibi, günümüz standartlarına göre düşük kalitede görseller kullanılmış. Karakter modellemeleri, önceki oyuna göre biraz daha iyi olsa da, saçlar ve yüzler hâlâ eski standartlarda. Bazı karakterlerin seslendirilmesi de benzer şekilde zayıf.
Oyunun en büyük sorunlarından biri de ara sahnelerde yaşanan FPS düşüklüğü. Bu sahneler, oyun içi motorla hazırlandığı için bazen çok yavaşlayabiliyor. RoboCop’un düşmanları yakalayıp sağa sola fırlatması sırasında bazıları duvarlardan ya da tavandan geçip kaybolabiliyor. Ortağımız Lewis’in el bombalarına karşı kayıtsız kalması gibi durumlar da, atmosferi olumsuz etkileyen unsurlar arasında.

Ancak tüm bunları umursamıyorsunuz, inanın ki. Rogue City, gerçekten eğlenceli bir oyun. Eğer çocukluğunuz 80’ler ve 90’larda geçmişse ve RoboCop, kalbinizde özel bir yere sahipse… İşte, yukarıda bahsettiğim klasik eserlerin “modern tüketicilere uygun hale getirilmesi” çerçevesinde, Rogue City gibi böyle bir kaynak materyale sadık ve saygılı bir oyun bulmak gerçekten de pek sık rastlanır bir durum değil. Teyon, bu işte gerçekten çok başarılı. Ben de şimdiden, bir sonraki hangi kült karakteri parmaklarımızın ucuna taşıyacağını merakla beklemeye başladım.




Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?