Simon the Sorcerer: Origins İncelemesi – Büyüleyici Bir Başlangıç
Simon the Sorcerer: Origins, macera ile dolu büyüleyici bir başlangıç! Oyun incelememizde keşfedin ve büyülü dünyaya adım atın.
3 saat önce
Simon the Sorcerer markası benim için büyük bir anlam taşıyor ve bu konudaki düşüncelerimi tekrar etmekten kaçınıyorum. Geçtiğimiz ay, oyunun demosuyla ilgili yazdığım ilk bakış yazısında bu konuyu ayrıntılı bir şekilde ele almıştım; isterseniz oraya göz atarak hafızanızı tazeleyebilirsiniz. Bu incelemeyi, önceki yazının bir uzantısı olarak düşünmek en doğrusu olacaktır.

Yaklaşık 9 saatlik Simon the Sorcerer: Origins deneyimim, demo sonrası kafamda oluşan bazı şüpheleri gidermiş durumda. Oyunun yaratıcılarından Massy Salamai’nin bu projeye duyduğu aşk, her röportajında kendini belli ediyordu. İnceleme kopyasıyla beraber paylaştıkları dokümanlar, eski oyunla olan karşılaştırmalar ve taslak çizimlerin sunumu, bu tutkunun ne kadar yoğun olduğunu ispatlıyor. Sonuç olarak, ortaya koydukları iş bunun yansıması olmuş ve bu beni oldukça mutlu etti.
Simon the Sorcerer: Origins, ilk oyunun öncesinde geçiyor. Böyle köklü bir yapımın öncüsünü anlatmak zorlayıcı çünkü en küçük bir hata yeni sorulara ve belirsizliklere yol açabiliyor. Ancak, hikayenin sonunda Simon the Sorcerer 1’in başlangıcına mükemmel bir şekilde bağlandığını belirtmek isterim.

Oyun, Simon’ın ailesiyle yeni evlerine taşınmasıyla başlıyor. Gerçek dünyada geçen kısmı oldukça kısıtlı; kapılarından geçerken sihirli dünyaya adım atıyoruz ve ünlü büyücü Calypso ile tanışıyoruz. Simon, büyüye dair pek bir şey bilmeyen bir çocuk olarak karşımıza çıkıyor. İlk olarak, o tanıdık mor cüppesini ve şapkasını giyerek, büyü akademisine ulaşıyor.
Oyun, 12 bölümde sınırlı sayıda mekana sahip. Calypso’nun eviden kasaba merkezine, büyü akademisinden bataklığa kadar çeşitli yerler yer alıyor. Demoda grafikler biraz basit görünmüştü; ancak tüm bu mekanların el çizimi olduğunu düşündüğümde, oyunu oynadıkça daha fazla ilgimi çekmeye başladı. Ancak yavaş yürüyüş temposu, demoda olduğu gibi yine sinir bozucuydu. Bu konuda birçok oyuncunun Steam üzerindeki tartışmalarında dile getirdiği gibi, yürüyüş mekaniğinin düzeltilmesi kesinlikle gerekli.

Oyun, bulmacaları açısından benim için önemli bir deneyim sunuyor. Son zamanlarda karşılaştığım en zorlayıcı bulmacalardan bazıları burada yer alıyor. Bazıların çözümü mantığa değil şansa dayansa da, genel olarak oldukça tatmin ediciydi. Ancak bu zorluk, günümüz oyuncuları için sıkıntı yaratabiliyor. Birçok oyuncu zor bulmacalarla karşılaşınca hemen internette rehberlere yöneliyor. Bu tür oyunları çıkış öncesi oynamanın yan avantajı, hiçbir yardım materyaline ihtiyaç duymamanız. Her bulmacayı kendiniz çözmek zorundasınız; eğer bu yöntemden hoşlanıyorsanız, Origins’in bazı bulmacaları sizden düşünmeyi ve farklı bakış açıları geliştirmeyi gerektirecek kadar iyi.
Bazen kafamda ne yapmam gerektiğini tahmin ettiğim ama uygulamada zorlandığım bulmacalar yüzünden oyundan çıkmak zorunda kaldım. Bu durum beni, küçükken LucasArts veya Sierra maceralarını oynarken hissettiğim tatmin duygusuna geri götürdü. Yeniden açıp denemek ve sonunda başarmak son derece tatmin ediciydi. Bu nedenle, bu oyunu rehbersiz oynamanızı içtenlikle öneririm.

Origins’in dikkat çeken bir diğer yönü, büyü sistemidir. Oyun boyunca çeşitli büyüler öğreniyor ve bunları envanter eşyası gibi kullanarak yeni bulmacalar çözüyorsunuz. Sonrasında yeni şapkalar da devreye giriyor; bunlar bazı eşyaların özelliklerini değiştiriyor. Ancak bu bölümün kabul edilebilir kullanım alanı oldukça kısıtlı kalmış, potansiyeli tam olarak değerlendirilememiş.
Simon’ı Chris Barrie’nin seslendirdiğini belirtmeliyim; genel olarak harika bir iş çıkarmış. Seslendirme kadrosunu da beğendim, ancak oyunun önemli karakterlerinden Sordid’in seslendirilmesi pek başarılı olmamış. Oyunun müziklerine ayrılmış olan bölümlerde ise Mason Fisher’ın hoş eserleri dikkat çekse de, ilk oyunun tema müziğinin sıkça kullanılması, diğer melodilerin önüne geçiyor gibi görünüyor. Simon the Sorcerer ile tanışacak oyuncular, bu konuda benden farklı düşünebilir.

Oyun içindeki beğendiğim unsurlardan biri de Swampling oldu. Daha önce onunla ilgili özel bir yazı yazmıştım; zira Simon the Sorcerer’ın en unutulmaz karakterlerinden biridir. Origins’in sonlarına doğru Swampling ile tekrar karşılaşıyoruz ve ilk oyundaki ikonik sahnelere tanıklık ediyoruz. Onun dostça tavırları, ilginç diyalogları ve seslendirmesi mükemmel bir uyum sağlıyor; hatta bir bölümde onu kontrol etme şansımız dahi oluyor.
Bundan önceki yazımda da söz ettiğim gibi, tutarlılık benim için önemli bir unsur. Bu yüzden, ilk oyunda Simon ile Swampling karşılaştığında neden birbirlerini tanımadıkları, Swampling’in “I is Swampling” diye kendini tanıtma gereği duyması gibi noktalara yanıt arıyordum. Ancak oyunun sonlarına geldiğinizde, Calypso’nun söylediği basit bir cümle bu soruları yanıtlıyor ve bence bu oldukça önemli bir artı.

Oyun jenerik ekranında yer alan görseller ve jenerikten sonraki kısım tamamen ilk oyuna bağlı bir bağ kurma amacı taşıyor. Burada Chippy, Ye Olde Spellbook gibi bazı karakterleri tanıyor ve kitabın tavan arasında nasıl olduğu hakkında hızlı bilgilere ulaşabiliyoruz. Bu, ekiplerinin ne kadar özenli bir çalışma yaptığını gösteriyor.
Sonuç olarak, bu oyunu bitirdiğimde, demoda yaşadığım şüpheleri bir kenara bırakıp, özellikle Simon the Sorcerer hayranlarına önerilecek bir yapım deneyimlediğime inandım. Bu, bir başyapıt olmasa da, Simon the Sorcerer ismine ve bu seriye yakışır bir oyun sunabilmiş.




Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?