Sword of the Sea: Denizin Derinliklerinde Bir Keşif Yolculuğu
Denizin Derinliklerinde Bir Keşif Yolculuğu: Kılıcın Sırrını çözmek için deniz altındaki gizemli dünyaya dalın. Maceraya hazır olun!
3 saat önce

Ona öyle geliyor ki hem bu okyanus hem bu yunuslar, hem bu gökyüzü hem de güneş sadece onun için yaratılmıştır. – Aleksandr Balyaev (Su Adamı) Çocukluğumdan beri denizin çağrısını hissettim. Suya her daldığımda huzur buluyor, doğayla derin bir bağ kuruyor ve beni diğerlerinden ayıran sıvı duvarların içinde kendimi kaybetmiştim. Denize olan bu tutkum, yokluğunda huzursuz günler geçirmeme sebep oldu. Az uyuyabiliyor, rüyalarımda engin suları, derin mağaraları ve renklilikleriyle balıkları görebiliyordum; ancak onları görmek, içimde bir rahatlama sağladığında geri uykuya dalabiliyordum. Sword of the Sea’yi anlatma isteğimde, en çok bu okyanus ve denizle ilgili hayaller aklıma geliyor. Çünkü Giant Squid bana öyle ilginç bir deneyim sunmuş ki, oyun mu oynuyorum, rüyadayım mı yoksa ruhum farklı boyutlarda mı dolaşıyor, bunu ayırmak gerçekten zor oldu.
Ruhun ayak basılmamış topraklarında Eğer Journey, ABZU veya Pathless oyununu oynadıysanız, Sword of the Sea’ye başladığınızda neyle karşılaşacağınızı az çok tahmin edebiliyorsunuz. Elbette, Journey’in ilk olmasının getirdiği o özel his artık yok; fakat Sword of the Sea’nin de farklı özellikleri var. Kesinlikle bir kılıcımız var, ama bu kılıç elimizde değil, ayaklarımızın altında. O, hem bir ulaşım aracı hem de kaykay işlevi görüyor. “Nasıl yani, ne alaka? Yine terk edilmiş bir dünyada antik uygarlık izleri peşinde koşarken bir de havada kaykay mı yapıyoruz?” diye soruyorsanız, yanıtım basit: “Evet.” Bu ilginç tasarım tercihini, “geliştiricilerin bomboş gitmemek için arada hareket yapıp puan kazanalım diye eklediğini düşündüm.” Elbette kılıcın üzerinde süzülmek zaten havalıydı ama bu kaykay gibi bir tercih yapılmasının sebebini tam anlam veremedim. Kaykay kısmı beni pek tatmin etmedi.
Fakat, asıl önemli kısma geldiğimizde, keşif ve gezme yönünde Journey ve ABZU’nun en iyi unsurlarını ödünç aldıklarını görüyorum. Hatta The Pathless’ın araştırma mekaniklerini de ekleyerek, bu soyut dünyanın her noktasını keşfetmemiz için bolca fırsat sunuyorlar. Journey’de yürüyen, ABZU’da yüzen ve The Pathless’da koşan karakterimiz, burada bu üçü arasında bir keşif yöntemi kullanıyor. Bu sefer platform oyunlarına da bir göz kırpıldığını görebiliriz; sağda solda toplayabileceğimiz birçok değerli nesne mevcut. Bu nesneleri toplayarak kaykay için yeni hareketler açabiliyoruz. Yani olmaması pek de fark etmiyor ama bu taş toplama aktivitesi, yan bir şey olarak yeterince eğlenceli olduğunu söyleyebilirim.
Bunun yanında yine kadim bir uygarlığın izini sürerek, sağda solda bulduğumuz taş tabletler ve duvar kabartmaları gibi kalıntıları inceleyerek çeşitli bulmacaları çözüyoruz. Gezdigimiz bu eşsiz dünya içerisinde kötü bir yılanın izini sürerek dengeyi yeniden sağlama mücadelesi veriyoruz. Bu, deneyim odaklı bir yapımda ilerlememiz için yeterli bir sebep oluşturuyor.
Su değişimdir Gerçekten oyunun mekanikleri veya nefis atmosferiyle bir problemim yok. Hatta oyunu öncüllerinden ayıran daha hızlı seyahat etme yöntemi ve çölde bulmacalar çözerek akuatik bir cennet oluşturma çabası hoşuma gitti. Ancak… Birkaç küçük yenilik haricinde bu, Journey ve ABZU’nun kopyası gibi görünüyor, demek zorundayım. Burada minik bir tartışma yapmak zaruri. Eğer bir yapım çok sevildi ve bunu üreten ekip benzer bir şey yapmak istediyse bunda bir yanlışlık yok. Journey’den sonra ABZU, ardından gelen The Pathless kendilerini farklılaştırmayı başarmıştı. Ama Sword of the Sea, birebir Journey ve ABZU’nun yapı taşlarını takip ederek (müziğinden, görselliğine kadar) sadece kaykay mekaniğini ekleyip çıktı. Yaşattığı deneyim ve ruhsal arınma duygusu yine çok hoş; ancak oyunun her anında “bunu daha önce görmüştüm” hissinden kurtulamadım. Eğer firmanın ilk oyunu bu olanlar, Journey’de yaşadığımız deneyimlerin bir benzerini yaşayacaklar ama mevcut olanlar “aynısının fazlası” algısına takılı kalabilirler. En azından ben öyle hissettim.
Belli bir tarzınızın olması ve bu sayede piyasada farklılaşmanız elbette güzel. Ancak bu tarzın sınırları yeterince zorlanmadığında, sanatsal açıdan bir “aman ayranım dökülmesin” yaklaşımına yol açabiliyor. Burada bir sorun yok, ama lütfen şu formülü biraz daha zorlayın. İlla ki savaş mekanikleri eklemek zorunda değilsiniz; fakat madem “terapi seansları gibi iyileştirici oyunlar” yapıyorsunuz -bu ifade sitelerinde mevcut- o iyileşme sürecini metinsel olarak da geliştirin, karakter ruhsuz bir kukla gibi kalmasın. Ne bileyim, benzer temalara ve görselliğe sahip 3 yıl önce çıkan Solar Ash’i tercih ederdim bu oyun yerine. Orada benzer yolların ötesinde cesaretle ilerlemişti yaratıcı ekip. Ayrıca oyunlarda özgürlük hissi arıyorsanız, Gravity Rush 2’yi de anmadan geçmeyeyim; o eşsiz deneyimi de mutlaka değerlendirin.
Zihnin çöllerinde kaybolmak Yaşadığım yoğun tekrar hissi bende oyuna karşı bir hayal kırıklığı yaratsa da bu, herkes için geçerli olmayabilir. Bu yüzden, PS+ sahibi olanlar için oyun ücretsiz verilirken, bu deneyimi atlamamanızı öneririm. Beyninizin, 4-5 saat boyunca günlük dertlerden kurtulmasına izin verin. Eğer tatile gidemediyseniz, benim gibi Sword of the Sea’nin engin çöllerini su altı cennetlerine çevirmenin ferahlığını hiçbir yerde bulamayacağınızı söylemeliyim. Bu oldukça değerli bir deneyim. Oynadığımız her 20-25 öldürme ve şiddet içeren oyuna karşı yalnızca 1 tane bu tür oyun geliyor ve büyüleyici atmosferinin içinden bırakmaması takdir edilesi. Üstelik yaklaşık 6 saatlik oyun süremde yerimden kalkmadan, hiç ara vermeden oyunu tamamladım ve bu “yolculuktan” maksimum keyfi aldım. Sizin de benzer bir deneyim yaşamanız muhtemel. Journey tarzı diyebileceğim bu tür, gelişime ihtiyaç duyuyor ve Sword of the Sea belki de bir sonraki büyük sıçrama değil ama her kaykay hareketinde insana iyi gelen bir oyun. O yüzden burada daha fazla eleştirmeyeceğim; ancak Giant Squid’in bu tekrara binen “ferahlatıcı yürüme simülasyonları” serisinde yeniliğe ihtiyaç duyduğu açıkça ortada.
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?