Yukarı Çık
Bildirimler
Şu anda, yeni bir bildirim mevcut değil!

Yeni bildirim olduğu zaman tam olarak burada karşına çıkacak.

7 dakika okunma süresi

5

The Longing: Hasretin Gücü – Shade’in Hikayesi

Shade'in hikayesiyle 'Hasretin Gücü' temasını derinlemesine keşfedin; aşk, kayıp ve özlem dolu bir yolculuğa çıkın.

admin

5 saat önce

The Longing: Hasretin Gücü – Shade’in Hikayesi

The Longing: Hasretin Gücü

The Longing kelimesi, derin bir hasretin yoğun anlamını taşır. Bu bağlamda, oyunun baş karakteri Shade’in yaşadığı duygusal durum tam olarak bu. Shade, son derece sevimli bir karakter, ve The Longing, öylesine güçlü bir oyun ki, en son ne zaman bir oyun karakterine bu kadar bağlandığımı ve ona karşı bu kadar bir sorumluluk hissettiğimi hatırlamıyorum.

Hadi biraz geriye dönelim. Oyun, dev bir kralın avucunu açmasıyla ve içinden Shade’in çıkmasıyla başlıyor. Yeraltında geçen bu oyunda, Kralın hizmetkârı olan Shade’in tek bir amacı var: gücünü toplamak için uykuya yatması gereken Kral’ı 400 gün sonra uyandırmak. Kral uykuya daldığında, ekranın üst kısmındaki 400 günlük saat gerçek zamanlı olarak geri sayıma başlıyor.

Burada oyunu kapatıp 400 gün sonra geri dönmek ve ne olacağını görmek mümkün. Ama bunu yapmak içinizin elverir mi? Shade, soğuk mağaralarda yalnız başına beklerken, onu kaderine terk edip, umursamaz bir şekilde durabilir misiniz? Bence hayır.

Eğer zamanı daha hızlı geçirecek bir şeyler yapmazsanız, oyun gerçekten de 400 gün sürecektir. Shade’in hiçbir şey için acelesi yok; sonuçta önünde beklemesi gereken yüzlerce gün var. Ancak, hayatını kolaylaştırmak bizim elimizde. Belki de oyunun birden fazla sonuna ulaşarak Shade’in hasretini çok daha önce dindirebiliriz. Kral’ın “sakın mağaradan çıkmaya çalışma” uyarısını ciddiye alacak mıyız, yoksa o uyurken etrafı keşfetmeye mi çıkacağız? Madem buradan bildiğimiz kadarıyla bir çıkış yok, neden mağara yuvamızı güzelleştirmeyelim ki? Hem bir şeylerle meşgul olunca zamanın daha hızlı geçeceğini düşünmüyor muyuz?

The Longing’in ana mantığı tam olarak bu; adventure ve idle türlerinin bir birleşimi adeta. Oyunda her şey inanılmaz yavaş ilerliyor. Örneğin, Shade hiçbir yere koşarak gitmiyor, ufak adımlarla yavaş yavaş yürüyor. Bir kapıyla karşılaştığında, o kapının açılması tam 2 saat sürüyor. Mağaranın çeşitli yerlerinde benzer ‘zaman engelleri’ mevcut. Örneğin, bir boşluğa denk geliyorsunuz ve Shade, size tepedeki sarkıtın düşmesinin 1 hafta alacağını söylüyor. Gerçekten de, oyunda 7 gün geçmeden o sarkıt düşmüyor. İsterseniz sarkıtın önünde oyundan çıkıp 1 hafta sonra geri gelebilirsiniz (o zaman zavallı Shade’i oracıkta kıvrılmış uyurken göreceksiniz, çok sıkılmış olacak), ya da başka şeylerle meşgul olup zamanı gelince sarkıtın yanına gidebilirsiniz. Mesela başka bir yerde tavandan yavaşça damlayan bir su görüyorsunuz; o suyun aşağıdaki boşluğu doldurması tam 1 ay sürecek.

Bu tür beklemeler, oyunun merak uyandıran yapısını ortaya çıkarıyor. O su boşluğa dolsun da bir an önce karşıya geçebilmek için sabırsızlanıyorsunuz, çünkü orada Shade’i nelerin beklediğini düşünmek bile heyecan verici. Zira yuvasını güzelleştirmek ve belki de bu mağara kompleksinden çıkış yolu bulabilmek sizin elinizde.

Shade’in yuvasında bir kitaplık, bir sandalyesi ve bir masası var. Sandalyeye oturduğunuzda, okuması için bir kitap seçebiliyorsunuz (bunlar Moby Dick, Böyle Buyurdu Zerdüşt, Masallar gibi gerçek kitaplar) ve Shade, kitap okurken zaman daha hızlı geçmeye başlıyor. Sayfaları hızlıca çevirirseniz, zamanın artık saniyelerle değil, dakikalarla geçtiğini görebiliyorsunuz. Ya da Shade kitap okumaya başladığında oyundan çıkıyorsunuz ve geri geldiğinizde belki de kitabı bitirmiş olacak. Bazı kitapların sonuna not düşüyor Shade ve bu notlar, aslında büyük bir bulmacanın parçası. Size yapabileceklerinize dair ipucu veriyor. Okuyabileceğiniz kitaplardan birinin ismi “Thoughts”, yani Shade’in düşünceleri. Burada Shade’in hayalleri ve yorumları var. Örneğin, “Keşke daha çok kitabım olsaydı” diyor, mağarada bir yerde gizli bir kütüphanenin olduğunu belirtiyor. “Keşke daha çok renkli boyam olsaydı da resimler çizseydim” diyor. “Çakmaktaşım olsaydı, ateş yakabilseydim” diyor. Tüm bunlar, yuvasını daha konforlu hale getirmek ve zamanı hızlandırmak için gereken unsurlar. Sonunda, bir bakmışsınız, zaman saniyeler 10’ar 10’ar akmaya başlamış.

Mağarada dolaşmaya başladığınızda bu tür nesneleri yavaş yavaş buluyorsunuz. Mesela bir parça tuğla buluyorsunuz; alın size kırmızı boya. Kömür, siyah boya; tebeşir, beyaz; sülfür, sarı. Renk sayısı arttıkça yapabileceğiniz resimlerin sayısı da artıyor ve bunları çerçeveleyip duvarları süslemeye başlıyorsunuz. Çakmaktaşı buluyorsunuz ve odadaki delikte ateş yakıyorsunuz. Enstrüman parçaları buluyor ve saksafonunuzu birleştirip arada bir müzik çalıyorsunuz; ruhunuzu doyuruyorsunuz. İşte bunlara devam ederken, bir de bakıyorsunuz ki aklınız hep Shade’de! “Şimdi ne yapıyor acaba ufaklık?” diye düşündüğünüzde, oyunu açıyorsunuz ve tatlı tatlı uyuduğunu görüyorsunuz. Yuvasını daha konforlu hale getirmek için neler yapabileceğinizi düşünüyorsunuz ve Shade’i mağaranın çeşitli yerlerinde gezintilere çıkarıyorsunuz. Shade çoğu zaman karamsar; örneğin mavi renkli boya bulduğunda, “Artık hiçbir zaman görebileceğim o mavi gökyüzünü resmedebilirim” demesi gibi.

Oyun, birden fazla sona sahip ama The Longing aslında tek seferlik bir deneyim. Yaratıcısı Anselm Pyta da bunu vurgulayarak belirtiyor. Örneğin, sonlardan birine ulaştığınızda (ki bunun bir son olduğunu çok net hissediyorsunuz), Shade size “Hasretim sonsuza kadar sona erecek… farklı bir seçim yapmak için geri dönmem mümkün olmayacak” diyor. Yine de devam ederseniz oyunu bitiriyor ve verdiğiniz kararla yaşıyorsunuz. Zaten oradaki “You can’t play again” yani “bir daha oynayamayacaksınız” ibaresi, bu bakımdan ürkütücü. Elbette bunun önüne geçmek, kayıt dosyalarını kurcalayarak yeniden başlamak mümkün ama bunu yapmanın oyunun o eşsiz keyfini baltalayacağını söylemem lazım.

Ha ben bunu yapmadım mı? Tabii ki yaptım, çünkü incelemeyi yazmadan önce daha fazla şey görmek istedim. Oyunla ilgili keşifler yaparken bir bakmışım, 49 saat boyunca The Longing’i oynamışım. Üç farklı son gördüm ve hâlâ devam ediyorum; Shade’im müthiş konforlu odasında şu an kitap okuyor. Kral’ın uyanmasına daha 320 gün var. Oyunun başlarda karşımıza çıkardığı “haftalarca beklemek gereken” engelleri aştığım için şu an biraz amaçsız hissediyorum açıkçası. Shade ile defalarca gezdiğim mağaraları yeniden dolaşıyorum, belki ekstra bir şeyler bulurum diye çabalıyorum. Düşüncelerini yazdığı kitapta birkaç eksiğim var çünkü, Shade hâlâ “gizli bir yerlerden” bahsediyor. Ve ben oyunu kapadığımda bile “Ne yapıyor acaba bizim ufaklık, çok sıkılmıyordur değil mi tek başına?” diye düşünüyorum 🙂

The Longing, çok özel bir deneyim; bu kesin. Herkese göre olmayabilir ama farklı şeyler denemeyi sevenlerin bayılacağı bir oyun. Çoğu zaman başka bir işle meşgulken, hatta başka bir oyun oynarken bile arka planda açık tutarak Shade’i işten işe koşturabileceğiniz (yuvasını genişletmek için duvar kazmak dakikalar sürüyor mesela) ya da örümceğin tırmanabileceğimiz kadar ağ örmesini beklerken başka şeylerle meşgul olabileceğiniz tarzda bir oyun. Bir ara Tamagotchi bebekleri vardı ya, ona benziyor biraz. Ama sık sık zorunluluktan girip Shade’i doyurmaya, altını değiştirmeye falan çalışmıyoruz; o tür ihtiyaçları yok zaten. O, sadece yalnız bir yaratık; yerin metrelerce altında, güneşin, gökyüzünün ve özgürlüğün hasretiyle yanıp tutuşan bir ufaklık. Ona siz de eşlik etmezseniz, 400 günü nasıl geçirecek ki?

Yorumlar

Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?