Wildmender: Çiçekli Çöl Macerasında Hayatta Kalmak
Wildmender ile çiçekli çölün zorluklarına karşı koyun, hayatta kalma becerilerinizi test edin ve büyülü bir maceraya atılın!
4 saat önce
Geçtiğimiz akşam Lies of P oynarken, Bahar nihayet uzun zamandır beklediğim soruyu sordu: “Neden sürekli bu tür oyunları oynuyorsun?”. “Ne tür oynuyormuşum?” diye yanıt verdim. “İşte hani Dark Souls gibi oyunlar, her gördüğümde bunlara denk geliyorum” dedi. Sanki kendisi bir zamanlar “Hadi Bloodborne oyna, ben de izleyeyim” dememiş gibi. “Ne oynayayım peki?” dedim. “Böyle çiçekli ve renkli bir şey yok mu, koşalım, diğerlerine yardım edelim” dedi. Parmaklarımı dudağıma götürüp “sus” işareti yaptım (gerçekte yapmadım ama hayal ettim). “Daha fazla söyleme, öyle bir oyun var” dedim. “Gel hadi Wildmender’a bakalım o zaman.”

Wildmender’ın Bahar’ın aradığı gibi son derece dinlendirici, çiçeklerle dolu ve stressiz bir oyun olması bekleniyordu. Oyun, ıssız bir çölü yeniden canlandırma, çiçekler ve bitkiler yetiştirme, su kanalları açma ve toprağı işleme temasını taşıyor. Fakat oyunu oynarken kendimi öyle bir stress içinde buldum ki, sanki tüm dünyanın kaderi üzerimdeymiş gibi hissettim. Ama bir yandan da oyunu bırakmak istemedim; keşfetme arzusu gittikçe artıyordu.
Wildmender, çölde geçen ve zorlu hava koşulları ile hayatta kalmaya çalışırken bahçıvanlık yaptığımız bir oyun olarak tanımlanabilir, ancak bu tam anlamıyla yeterli değil. Burada amacımız yalnızca günlük ihtiyaçlarımıza yanıt vermek değil, aynı zamanda bu ölü toprakları sulayıp, çeşitli bitkilerin yetiştiği canlı bir dünyaya dönüştürmek. Bunun yanı sıra, bu dünyada var olan tanrıları uyandıracak, çeşitli kötülüklerle mücadele edecek ve yapılar inşa edeceğiz. Anlayacağınız, oyunda bizi meşgul edecek birçok unsur mevcut.

Çölün ortasında bir vahanın yanında uyandığımızda hiçbir şey hatırlamıyoruz. Önümüzde bir ruh var, adı Vidyas. O, bize oyun boyunca yardımcı olacak ama onun da arzusu bu ıssız çöle yaşamı geri kazandırmak. İlk başta birkaç sopa ve taş topluyor, bir tezgah kuruyoruz. Sonrasında basit malzemelerle bir orak ve kürek yapıyoruz. Karnımız acıkınca, mataramızla doldurduğumuz suyla suladığımız kaktüslerin meyvelerini yiyoruz (gerçekte kaktüs meyvesini sevdiğim için buradan bile +1 puan veririm). Ardından orağımız ve küreğimizle etrafı keşfetmeye başlıyor, bitki tohumları topluyor ve ölü ağaçları parçalayarak malzeme elde ediyoruz.
Topladığımız tohumları su kenarındaki yerlere ektiğimizde büyümeye başlıyorlar. Küreğimizle suyun etrafındaki toprağı işleyerek, suyun daha geniş bir alana akmasını sağlıyoruz. İlk olarak kendimize küçük bir “yaşam alanı” kurmak gerekiyor. Çiçeklerimiz var, yiyecek kaynağımız mevcut ve su zaten temin ediliyor.

Wildmender’ın esas dinamiği, “biraz etrafta dolaşayım, bütün gün güneşin altında yatmayayım” dediğinizde başlıyor. Bu bir çöl oyunu; çölde güneş tepede olduğu zaman kafanıza göre gezemezsiniz, Wildmender’da da bunu yapmak pek mümkün olmuyor. Gündüzleri hızlıca yoruluyorsunuz ve suyun çok çabuk azalıyor. Bu yüzden, ya gölgede bekliyor ya da bulduğunuz bitkileri (örneğin şemsiye mantarı) kullanarak kendinizi güneşten koruyorsunuz. Gerçek ilerlemeler, gün batımından sonra başlıyor; o zaman daha rahat hareket ediyor ve hayaletlerle iletişime geçebiliyoruz.
Hayaletler, oyunun en kritik unsurlarından biri. Her birinin kendi hikayesi var; bazıları bize görev verirken, diğerleri Anı Puanı sağlıyor. Bu puanlar, yetenek ağaçlarından yeni yetenekler edinmek için kullanılıyor. Farklı hayaletler, farklı ağaçlar için puan veriyor: bazıları Survival, bazıları Arcane ve diğerleri Spiritual kategorisinde. Survival seviyesinde hayatta kalma becerileri, yeni eşyalar ve binalar inşa etme becerileri bulunmakta. Spiritual, hayvanlarla iletişim kurma, su pınarlarını onarma, ölü bitkilere hayat verme gibi yetenekleri içeriyor. Arcane’de ise wraith’lere karşı kullandığınız aynanın geliştirilmesi gibi yetenekler mevcut.

Oyun dünyasında, bazı hayaletler etrafta dolaşırken yüksek bir yere tırmandığınızda görünür hale gelirken, diğerleri mezar taşlarına adakta bulunarak çağrılabiliyor. Yeni yetenekler kazandıkça, sunak sayesinde bu hayaletlerin yerlerini kolayca tespit etmeye başlıyorsunuz. Bu sayede, bu tuhaf dünyada olup bitenleri anlamaya başlıyor, etrafta daha hızlı hareket etmek veya işleri daha verimli yapabilmeniz için gerekli yetenekleri kazanıyorsunuz.
Wildmender, kelimenin tam anlamıyla yavaş yavaş açılan; fakat gerçekten açıldığında heyecan verici hale gelen bir oyun. En başta, Vidya’nın verdiği görevleri tamamlayarak onun dört parçasını bulmanızı öneririm. Çünkü bu, size önemli bilgiler verirken tanrıları bulma yolunda da ilerlemenizi sağlıyor. İlk tanrı olan Naia ile karşılaştığınızda, diğerlerinin (Toprak tanrısı Gleb, Fırtına tanrısı Stryge ve Zaman tanrısı Oros) varlığını öğreniyor ve kendinizi keşfetme yolunda önemli bir adım daha atıyorsunuz. Bu bir spoiler değil, ancak bazı tanrıların karşı çıkmasına rağmen, yaratılmış bir insan olduğunuzu öğrenecek ve çölün kaderinde önemli bir rol üstleneceksiniz. Bunu bilmek, tanrıları arama arzusunu daha da artırıyor; bana çok ilginç gelmişti.

Başta sinirlenmiştim ama buraya kadar dinlendirici bir yapısı var gibi görünmüyor mu? Fakat sorulması gereken soru şu; her şeye yetişmeye çalışmak oldukça zorlu. Zaman kısıtlı, su asla yeterli gelmiyor, sürekli acıkıyorsunuz. Yolda gördüğünüz bitkilere su döktüğünüz için mataranız boşalıyor ve güneş altınızda kaynar hale geliyor. Dolayısıyla, oyunu dilediğim gibi oynayamadığımı fark ettim; geçişleri tamir etmeye niyetleniyorum ama malzeme bulamıyorum. Malzeme toplamak istiyorum ama çok fazla zaman harcıyorum. Bir yandan bahçemizde büyüttüğümüz bitkiler var, onlarla da ilgilenmeliyim.
Ancak, oyunun geliştiricisi Muse Games, harika bir zorluk seviyesi ayarlama menüsü ekledi. Ayarları değiştirdim; susuzluk ve açlığı yarı yarıya düşürdüm, gündüz süresini kısaltıp gecelerin uzunluğunu uzattım. Oyun o kadar güzelleşti ki anlatamam! Başlangıçtaki stres tamamen kayboldu. Yiyecek ve suya dikkat etmemiz gerekiyor ama bu durum, keşif hissini yaşadığımızda ikinci planda kalıyor. Kesinlikle buna değer; çünkü Wildmender’ın hikayesi oldukça keyifli.

Grafikleri hakkında da birkaç şey söylemek istiyorum. İlk başta grafiklerin basit olduğunu düşündüm; ana karakterimiz neredeyse Playmobil setinden fırlamışa benziyordu. Ancak çöl renklenmeye başladıkça, her yer çiçek açmaya başladığında ve farklı biyomların benzersiz efektlerini gördüğümde düşüncelerim hızlıca değişti. Özellikle geceleri dünyada ruhlar, yıldızlar ve çiçeklerin üzerinde biriken esanslar ile birlikte oyunun stillerine alıştım. Ancak bazı modeller gereksiz yere tekrar kullanılmış; yapılar çoğunlukla benzer görünmekte. Bu konuda biraz çeşitlilik sağlanabilseydi, “burayı daha önce gördüm” hissinden kurtulmak daha kolay olurdu.
Wildmender, tamamen “dünyayı keşfederek yeni kaynaklar bul, bu kaynakları kullanarak bahçeni güzelleştir, daha iyi ekipmanlar yap ve böylece daha uzaklara gidebil” döngüsüne dayanan bir oyun. En sevdiğim yönü, sürekli ana üssümüze dönmek zorunda olmamız. Çünkü başınızın üstüne bir çadır, önünüze bir tezgah kurduğunuz her yeri üs haline dönüştürmeye başlıyorsunuz. Tabii ki, kamp kuracağınız yerlerin su ve yiyecek kaynaklarına yakın olması oldukça önemli.

Peki, Bahar benim çiçekli böcekli oyunlarla oynamamı sağladıktan sonra ne yaptı dersiniz? İzlemekten sıkıldı! 🙂 Wildmender, bazı düşmanlar barındırıyor; belli bir miktarda aksiyon var ama savaş kısımları biraz basit. Oyuncu için heyecan verici anlar yaratabilir ama bunları izlemek o kadar da keyifli değil. Yani saatlerce kürekle toprak kazıp, suyun az su alan bitkilere doğru dönmesini sağlamak eğlenceli gelmedi ona. Ama ben Wildmender’da vakit geçirmeyi seviyorum. Oyunun sonunu henüz göremedim çünkü bahçe işlerine kendimi kaptırdım; görevleri kovalamayı unuttum. Anlaşılan o ki, vücudum soulslike oyunlardan fazlasına ihtiyaç duyuyormuş; bir anda çiçek gibi bir adam oluvermişim.


Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?