Wolfenstein Serisi: Tarihin En Eğlenceli Nazi Avı
Kurtuluş mücadelesi mi? Hayır, Nazi avı! Wolfenstein serisiyle tarih, mizah ve bolca FPS aksiyonu bir araya geliyor. Hadi, eğlenceli bir av partisi!
13 saat önce

Wolfenstein serisi, 1981 yılında başlayan serüveniyle tam 11 farklı oyunla karşımıza çıkmış durumda. Tabii ki, bu oyunların bir kısmı yan oyun, bazıları ise yeniden yapımlar. Ama şimdi, serinin 12. ve 13. oyunları olan Wolfenstein: Youngblood ve Wolfenstein: Cyberpilot ile buluşuyoruz. Şimdi, yeni oyunlar çıkmışken, geçmişe hızlı bir bakış atıp hikayeyi derinlemesine inceleyelim. Hazır olun, çünkü BJ Blazkowicz ve ailesinin 40 yıllık macerasına dalıyoruz! Ama dikkat, yazının geri kalan kısmı spoiler içeriyor. Spoiler vermeden nasıl anlatılır ki böyle bir hikaye? Hadi başlayalım!
Wolfenstein Kalesi’nden Kaçış
Her şey Castle Wolfenstein ile başladı. 1946 yılında, 2. Dünya Savaşı’nın en heyecan verici anlarında, Nazilerin avantajı ele geçirdiği günlerdi. Gerçekten de dönemin “en iyi” teknolojisi ile donanmışlardı. Büyük ölüm makineleri, robot köpekler, lazerler ve tabii ki bin bir çeşit silah ile müttefik kuvvetlerini çaresiz bırakıyorlardı. Bizim kahramanımız William Joseph (BJ) Blazkowicz ve ekibi, bir Nazi üssüne sızarak kahramanlık gösterisine girişiyorlar. Ama ne yazık ki işler pek de yolunda gitmiyor. Arkadaşlarımızdan biri ölüyor ve bizden birini seçmemiz isteniyor. Yani, bir nevi “Dostum, ya sen ya da sen” durumu! Bu kötü adam, Nazi ordusunun liderlerinden Wilhelm “Deathshead” Strasse. Tabii ki, bu şahıs bizim için bir numaralı düşman oluyor.
Direnişin Başlangıcı
14 yıllık bir komadan sonra BJ, Anya isimli hemşire ile göz göze geliyor. Evet, Anya, ileride onun biricik aşkı, kızlarının annesi ve tabii ki yoldaşı olacak. Ama aşkı bir kenara bırakıp, 14 yıl içerisinde olan biteni öğrenmek gerekiyor. Naziler dünyayı ele geçirmiş! BJ’i bekleyen tek şey direnmekti. Anya ile Berlin trenine atlayarak maceralarına devam ediyorlar. Bu tren yolculuğunda, bir başka deli Nazi lideri Frau Engel ile karşılaşacaklar. “Frau Engel mi? O da neymiş!” diye düşünebilirsiniz ama inanın bana, bu kadın psikopat! Yine bir seçim yapmak zorundayız: Arkadaşlarımızdan hangisini kurtaracağız? Fergus mı, Wyatt mı? Seçim yapmak zor, ama bir şekilde Berlin’deki direniş merkezine varıyoruz.
Teknolojik Atılımın Kaynağı
Bir gün, gizemli bir Yahudi topluluğu olan Da’at Yichud ve onların ileri teknolojileri ile ilgili hikayeler kulağımıza çalınıyor. Evet, Nazilerin bu teknolojik atılımı nasıl başardığını öğrenmeye başlıyoruz. Set Roth adındaki bir toplama kampı mahkumu, bu teknolojinin ana kaynağı olduğunu söylüyor. Yani, bir nevi “Naziler nasıl bu kadar harika şeyler yapıyor?” sorusunun cevabı bu gizli belleklerde gizli! Set’i kurtarma görevine atılıyoruz ve tabii ki, bir kez daha Frau Engel ile yüzleşiyoruz. Kaç kere karşımıza çıkacak bu kadın? Sonrasında, Atlantik’in derinliklerinde bir denizaltı çalıp DY belleklerini aramaya çıkıyoruz. Sonra soluğu Ay’da alıyoruz! Evet, Ay’da nükleer fırlatma kodlarını çalmak için uzaya gidiyoruz, çünkü neden olmasın? Ama Frau Engel, direniş üssümüze saldırıyor ve dostlarımızı öldürüyor. “Frau, bunun bedelini ödeyeceksin!” diye bağırıyoruz.
Rövanş Zamanı!
Direniş ekibimizle Deathshead’e bir ziyarette bulunuyoruz. Karşımızda devasa bir robot var ve bu robotu yöneten beyin ise bir arkadaşımızın. “Bunu yapmayı tahmin etmeliydik!” diye düşünüyoruz. Sonunda Deathshead ile çarpışıyoruz ama kendisi kendini havaya uçuruyor ve BJ’i de yanına alıyor. Yine bir komaya dalıyoruz ama bu seferkisi biraz daha kısa sürüyor. Nazilerden çaldığımız U-Boat’ta saklanırken bir saldırıya uğruyoruz ve bir arkadaşımız Caroline’ı kaybediyoruz. Yine bir şekilde kurtulmayı başarıyoruz ama bu sefer Frau Engel’in kızı Sigrun ekibimize katılıyor. “Anneciğim, ben de seni sevmiyorum!” der gibi, annesinin Nazi yoldaşlarına sırtını dönüyor.
Amerika’yı Göreyim!
Direniş ekibimiz için yeni hedef Amerika! Orada yeni direniş üyeleri bulmayı umuyoruz. New York’ta direniş lideri Grace Walker ve eşi Norman ‘Super Spesh’ Caldwell ile tanışıyoruz. Roswell’e yaptığımız bir ziyaret, BJ için pek iyi geçmiyor; çünkü babası onu Nazilere ihbar ediyor. “Baba, seninle bir daha konuşmayacağım!” diyerek intikam alıyoruz. Ama BJ yine esir düşüyor! Caldwell, eski bir avukat olduğu için bizim avukatımız olarak hücremize ziyaretlerde bulunuyor. Kaçış planları yapıyor ama bunun sonu pek iyi olmuyor; Caldwell öldürülüyor. Ve tüm dünya, BJ’in idamını canlı yayında izliyor. O an ekran karşısında “Hayır, olamaz!” diye haykırıyoruz.
Kahramanın Yeniden Doğuşu!
Neyse ki, yanımızda çılgın bir bilim adamı var: Set! BJ’in başını süper asker vücuduna monte ediyor. Yani BJ, ölümcül yaralarını geride bırakıp tekrar süper güçlü bir kahraman oluyor. Hadi bakalım, yeniden savaşa! Uzaya geri dönüyoruz, bu sefer Venüs’te bir üs ziyaret ediyoruz. Führer, yeni bir propaganda filmi için aktör arıyor ve biz de aralarına sızıyoruz. Odin kodlarını çalıp Nazi karargahına saldırıyoruz. Finalde, Frau Engel ile bir kez daha karşılaşıyoruz ve onu canlı yayında geride bırakırken milyonlara direniş çağrısı yapıyoruz. The New Colossus’un finalinde, büyük bir Nazi liderini ortadan kaldırmıştık. Her şey yolunda gidiyor, BJ ve Anna bir arada, mutlu bir aile tablosu var. Ama şimdi, 20 yıl sonrasında BJ’in kaybolduğunu öğreniyoruz. Kızları Jess ve Soph, onu bulmak için yola çıkıyor. Acaba, gerçekten de o kadar cesur ve yetenekli mi olacaklar? Hadi bakalım, Paris’te neler bekliyor bizi!
Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?