Filmlerin Dolaşıp Dolaşıp Geldiği Yerde: 28 Yıl Sonra
Bazen bir film, sadece bir hikaye anlatmaktan çok daha fazlasını yapar. 28 Yıl Sonra, tam da böyle bir yapım. Sanki gözlerimize birer büyüteç tutmuşlar da, en ince detayları görmemizi sağlıyorlar. Bir ses, bir bakış, ya da bir kâğıt parçasındaki not, bütün bu unsurlar bir araya geldiğinde, bir şeyleri derinlemesine anlamamıza yardımcı oluyor. Alex Garland ve Danny Boyle’un bu devam filmi, 23 yıl aradan sonra karşımıza çıkıyor ve bizleri direkt bir korku ve gerilim yolculuğuna çıkarıyor. Aman dikkat, yolda virüs kapma ihtimaliniz yüksek!
Çürüme, doğanın kaçınılmaz bir gerçeği. Ancak insan olarak bizler, bu çürümeye karşı durmakta ısrarcıyız. Ölüm, kimseye yaramayan bir dost; hele ki biz İngilizler için. Birleşik Krallık, Brexit ve pandeminin ardından adeta kan kaybetti. “Dağılan Krallık” duygusu, bu filmde o kadar belirgin ki, sanki bir sosyologdan çok bir psikologla muhabbet ediyormuşuz gibi hissediyoruz. Filmin her köşesinde o kesif ölüm kokusunu hissetmek mümkün. Bir de bakıyorsunuz, bir bayrak parçası dalgalanıyor, ama her yerden çürüme kokusu yayılıyor. Vay be, ne derin bir metafor!
Virüslü Maceralar ve İlk Av!
Filmin hikayesi, evet, bir adanın etrafında dönüyor. Ama bu adada işler pek de yolunda gitmiyor. İnsanlar, sanayi devrimi öncesi bir hayat sürmeye başlamışlar; avcılık ve toplayıcılık en gözde meslekler. Artık “ne iş yapıyorsun?” sorusuna “ben avcıyım” diye cevap vermek oldukça havalı! Ancak işin rengi değişiyor; bir virüs var ve bu virüs anakaradan gelenleri pek sevmiyor. Spike ve babası Jamie, ilk avlarına çıkmak için anakaraya geçiyorlar ve tabii ki virüslü kişilerin peşlerine takılması an meselesi. O an, “Yahu, bu işte bir terslik var!” diye düşünmeden edemiyorsunuz.
Spike ve Görev Zorluğu
Spike’ın macerası, aslında bizleri sıkmadan akıyor. Ama bir yerden sonra, Spike’nın yaşadığı olaylar bambaşka bir boyuta geçiyor. Adeta bir ergenin ilk randevusuna çıkması gibi; heyecan, korku, ve bir miktar panik! Film, bize “ölümü hatırla” diyen bir felsefi yaklaşım sunuyor. Ama bu yaklaşımın devamı daha da ilginç: “sevmeyi hatırla!” İşte bu noktada, Spike’ın yaşadığı anların, yaşamın gerçeklerini yansıtan birer heykel gibi olduğunu fark ediyoruz. Film, bir yandan korkutucu bir atmosfer yaratırken, diğer yandan yaşamın tadını da sunmayı başarıyor. Hani, o beyaz kafataslarının arasında kaybolmuş ruhlar gibi, bir an için yaşamın güzelliklerini hissedebiliyoruz. Korku ile hayatın iç içe geçtiği bu anlar, filmin en parlak noktalarından biri olarak öne çıkıyor.
Gore ve Aksiyon Dolu Anlar
Film, zombi türünden beklentileri fazlasıyla karşılıyor. Geniş açılı çekimlerle, kopan kafalar, donuk karelerle artan ok atışları ve aniden karşınıza çıkan korkutucu sahnelerle dolup taşıyor. Gore meraklıları için adeta bir ziyafet! Hatta bir noktada, “Bu kadar kan ne gerek var?” diye düşünüyor insan ama sonra “Nasılsa korku filmi, kan da olacak!” diyerek kendini ikna ediyor. Zaten bu tür filmlerin olmazsa olmazı, kan ve vahşet değil midir?
Devam Filmi: The Bone Temple
Ve tabii ki, bu başarıdan sonra, ekibin yeni bir devam filmi çekeceği haberi geldi. The Bone Temple, üçlemenin ikinci ayağı olarak gelecek yıl karşımıza çıkacak. Zaten, 28 Yıl Sonra’nın ardından tek bir filmle yetinmek kimseye yetmezdi! “Daha fazla zombi, daha fazla kan, daha fazla korku!” diye bağıran hayranlar için müjdeli bir haber. Film, 28 Gün Sonra’nın yarattığı yalnızlık duygusunu kaybetmiş olabilir, ama bu sefer daha güncel ve ilginç bir anlatı bulmuşlar. Yabancı korkusu ve delilik, günümüzde oldukça popüler konular. Bu film de, izleyiciyi derin düşüncelere sevk ederek, aslında çok da güncel bir yapım sunuyor.
Editörün Notu: Zombiler, her dönemin çarpıtılmış aynası olmayı neredeyse 60 yıldır sürdürüyorlar. “Dağılan” krallığın çürüyen dokusunda anlatılan bu büyüme öyküsü, Boyle ve Garland ikilisinin hanesine güzel bir artı olarak yazılıyor.
Filmin Notu: 4 / 5
Yönetmen: Danny Boyle
Oyuncular: Jodie Comer, Aaron Taylor-Johnson, Ralph Fiennes, Alfie Williams
IMDB Notu: 7,2