As Far As The Eye’ı incelemeye alırken, zorlu kararlar vermek zorunda kalacağımı tahmin etmemiştim. Oyun incelemesi yazmak da bu kadar karmaşık olabilirdi. Beklentim, yavaş yavaş oynanabilecek, sakin bir şehir inşa etme deneyimiydi. Ancak, As Far As The Eye bunun tam tersine, beklediğimden çok daha karmaşık bir strateji oyunu çıktı. Yine de, bu durum oyundan aldığım keyfi azaltmadı.
Savaş yok demek panik yok demek değil! Bu incelemeye başlarken neden bu kadar zorlandığımı anladım. Genellikle oyunlar hakkında ipuçları vermekten hoşlanırım; “Şu şekilde yaparsanız daha iyi olur,” demek benim için keyif verici. Fakat As Far As The Eye’ın doğası gereği, kesin ipuçları vermek oldukça zor. Biz, rüzgârız; yani oyunu oynayan bizleriz. Öğrencilerimiz var; “pupils.” Her bir turda, onları yönlendirmek ve The Eye’a en az kayıpla ulaşmak için stratejiler geliştirmek bizim görevimiz.
Karşımıza canavarlar, saldırgan başka kabileler veya yerleşkeler çıkmıyor, fakat bu, oyunun stres açısından zayıf olduğu anlamına gelmiyor. As Far As The Eye, yönettiğiniz göçebe kabilelerin sel felaketi nedeniyle sürekli hareket halinde olmalarını gerektiriyor. Bu, oyunun temel dinamiğini oluşturuyor.
Kapitalist ruhumuzdan kurtulalım. Teşekkürler. Oyunda geçeceğimiz tüm yerleşkeler, belirli bir süre sonra su altında kalma tehlikesiyle karşı karşıyalar. Rota seçimi yaparken ve yol için gerekli erzakları toplarken süremiz kısıtlı. Diğer yandan, çeşitli yerleşimlerin farklı kaynaklara sahip olduğunu ve kaynakları aşırı sömürmenin kötü sonuçlar doğurabileceğini unutmamalıyız. Özellikle yiyecek, oyunun en kritik ve zorlayıcı kaynaklarından biri.
Oyun boyunca en çok başınızı ağrıtan ve gözyaşlarınızı döktüren kaynak yiyecek. Her el, ne kadar öğrenciniz varsa o kadar yiyecek tüketiyorsunuz. Yiyecek asla yeterli olmuyor ve çoğu zaman kıtlık ve hastalık belirtisiyle karşılaşmadan önce, bu durumu fark edemiyorsunuz. Sonunda, tüm öğrencilerinizin açlıktan öldüğünü görmek, bir oyuncunun dayanabileceği en zor anlardan biri. İki öğrenciyle başladığınızı düşünün; birinin sadece yemek toplaması, diğerinin ise tüm diğer işlerle ilgilenmesi gerekiyor. Ancak, her iki öğrencinin de yemek depolaması gerektiğinde, sel baskınından önce vaktiniz tükenebilir.
Gerçekten hangi işin ne zaman işe yaradığını anlamakta zorlanıyorum. Eğer kâğıt ve kalem alıp her bir işin ne kadar zaman alacağını hesaplayacaksanız, o zaman oturun ve yapın. Ancak bir kez dengeyi kurmayı başardığınızda, yaşadığınız sevinç tarif edilemez. O noktada gerçekten bir başarı hissediyorsunuz, fakat bu mutluluk çok uzun sürmüyor. Bir sonraki yerleşkeye geçince, her şey yeniden başlıyor.
Pastel renklerle kandırdın beni!! Grafik tasarım açısından oldukça etkileyici bir oyun olan As Far As The Eye, beni ilk bakışta cezbetmeyi başardı. Ancak oyun mekanikleri açısından bazen adil olmayan durumlarla karşılaşmak mümkün. Oyunda birçok yetenek ağacı, farklı özellikler ve çeşitli iş kolları var. Fakat öğrencilerinizi yönetirken, belirli kombinasyonları bulmak oldukça zorlayıcı; bir kez bu kombinasyonları keşfettiğinizde, onlardan ayrılmak istemiyorsunuz.
Kaynakları yönetmek, benim için oldukça zorlu bir deneyim oldu. Yeni şeyler denemekten korkmaya başladım çünkü zaten zor bulduğum bir dengeyi bozmak istemiyorum. Ayrıca, ara sıra gelen yağmur ve hastalık gibi “doğal afetler”, işlerinizi daha da zorlaştırıyor. Oyun, açlıkla mücadele ederken geçiyor ve bu durum, diğer özellikleri keşfetmeyi unutturuyor.
Yine de, eğlenceden yoksun kaldığımı söylemek yalan olur. Evet, As Far As The Eye beklediğim dinlendirici ve sakin oyun değil, ama zorluğun beni bırakmaması beni motive etti. Biraz çabalayıp nereye kadar ilerleyebileceğimi görmek, bazen de sadece yapabildiğim için mantıksız kararlar verip sonuçlarını gözlemlemek eğlenceli oldu. Belki oyunun kıtlığa olan eğilimi biraz dengelenebilir. Bunun dışında, gerçekten keyifli ve ilginç ögeler barındıran bir oyun. Ancak, açlık konusunda yaşadığım travma oldukça etkileyiciydi. Şimdi gidip bir şeyler yiyip kendime gelmem gerekiyor.