Barbie: Pembe Dünyanın Derinliklerine Yolculuk

Barbie ile pembe dünyasına dalıyoruz! Eğlence, moda ve pembe trollere karşı savaş, tüm bunlar sadece bir Barbie filminde olur!

admin

Barbie, o muhteşem pembe dünyasıyla bizleri içine çeken, ama aynı zamanda tartışmalara yol açan bir film olarak karşımıza çıkıyor. Bu film, hani şu “bazı şeyleri sorgulamak caaaaanim biliyoorum” dedirten cinsten. Çünkü filmin iyi veya kötü olup olmadığı, aslında filmin kendisinden çok, izleyicinin hayata bakış açısıyla ilgili. Kimisi “Bu ne saçmalık yahu!” derken, kimisi de “Harika, ben de bu pembe dünyada yaşamak istiyorum!” demekte. Yani Barbie, ikiye bölen bir fenomen. Şahsen ben, bu kadar çok tartışmaya sebep olabilen bir filmin varlığını kutluyorum. Zira bu, insanların bir şeyleri umursadığını ve bunlar üzerine düşünmeye teşvik edildiğini gösterir. Umursamak, film ve genel kültür alanında her zaman iyidir, değil mi?

Fragmanlardan yola çıkarak filmin ana temasını az çok kavrayabiliyoruz. Barbieland’de, öyle mutlu mesut yaşayan Barbie’ler, Ken’ler ve hatta Allan’lar var ki, insan kendini bu cennette kaybolmuş gibi hissediyor. Ama tabi bu renkli dünyanın arkasında yatan bir sorun var: Barbie, düşünmemesi gereken düşüncelere kapılır ve her şey birden tersine döner. Hayatındaki her şey “mükemmelken” bir anda bir varoluş sancısına gark olur. Aslında bu, ipleri kopmuş bir kuklanın gerçek dünya ile yüzleşip, kendi benliğini bulma yolculuğuna çıkmasıdır. İşte bu noktada film, yüksek dozda komedi sunarak, bizleri kahkahalarla güldürmeyi başarıyor. Margo ve Ryan gibi oyunculukları harika olan isimlerle dolu bir kadro var. O ve bu renkli dünyadaki detaylar, izleyicileri sarmalamayı başarıyor. Mesela, Barbie merdiven inip çıkmaz çünkü çocuklar her zaman onu tavandan uçurup yere koyar. Bu küçük ama önemli detaylar, filmin anlatısına güzelce yerleştirilmiş.

Tabii ki de, bir yandan da “patriyarki karşıtı yoğun feminist soslu bir film” olarak karşımıza çıkan Barbie, günümüzde sıkça eleştirilen, objeleştirilen ve toplumun katı değer yargılarına maruz kalan kadınların sesi oluyor. Hani öyle şişirilmiş bir mesajla değil, gerçekten toplumda yer etmiş bir duruşla. Ne yalan söyleyeyim, bu mesajın bu kadar açık bir şekilde ifade edilebilmesi, adeta bir cesaret gerektiriyor. Greta Gerwig ve senarist ortağı Noah Baumbach’un çalışmaları, belli ki stüdyonun ve Mattel’in baskılarıyla boğuşmuş. Ama bu zorluklar, filme giden yolda iz bıraktığı kesin. Zaman zaman hissettiğimiz kopukluklar ve özellikle Ken’lerin öyküsü, bu müdahaleleri izleyiciye gösteriyor. Ancak, tüm bunlara rağmen filmin önemli noktalara parmak basabilmesi, sonuçta önemli bir başarı.

Ah, şimdi de şunu söylemek gerek ki; hepimiz çocukken oynadığımız oyunlarla bir şekilde topluma ve birey olmamıza yönlendiriliyoruz. Barbie, belki de bize birçok seçenek sunmuş gibi görünüyor; ama elbette ki yine de belli kalıpların içinde kalmamıza sebep oluyor. Kadın ve erkek rolleri arasındaki ayrım, zaman içinde giderek azalsa da, “ataerkilliği daha iyi gizliyoruz” gerçeği maalesef sürmektedir. Bazıları bu filmi dahi “iki yüzlü bir feminist manifesto” olarak nitelendiriyor. Ama ben tam tersine düşünüyorum! Özellikle ataerkil sistemlerde büyüyen erkeklerin bu filmden oldukça feyz alması gerektiğine inanıyorum. Çünkü kadınların merkezde olduğu bir dünyada büyümek, bu düzenin zararlarını anlamak açısından farkındalık yaratacaktır. Bir erkek, bu filmi izlerken rahatsızlık hissediyorsa, bu, filmin amacına ulaştığını gösterir. Kim bilir, belki de “paşam, yiğidim, tosunum” diye büyütülen bir erkeğin gözleri, feminen bir bakış açısına açılabilir! Her ne olursa olsun, bu ihtimal bile benim için filmin başarılı sayılmasına yeter. Sonuçta herkes filmi izleyip, kendi kararını verecek zaten.

Editörün Notu: Eğlenceli bir yaz filminden beklenmeyecek derecede içi dolu bir iş Barbie. Bazıları filmi saçma mesajlarını da kör gözüne parmak bulacak ama diğerleri gayet keyifli iki saat geçirebilirler bu pembenin 50 Tonu dünyada.

Filmin Notu: 4 / 5

İlgili Gönderiler

Exit mobile version