Death Stranding 2: Ölümle Yüzleşme ve Varoluşsal Soruların Peşinde

Death Stranding 2’de ölümle yüzleşirken varoluşsal sorulara cevap arıyor. Hayatta kalma ve yeni hikayeler sizi bekliyor!

admin

Özgür bir yaşam sürmek ve insanlarla az bağ kurmak, ölümün doğal bir parçasını öğrenmenin en etkili yoludur. – Jean-Jacques Rousseau (Emile)

Bizler, zaman geçtikçe vücutlarımızda milyonlarca hücrenin ölümüne tanık olarak çürümekteyiz. Yıllar ilerledikçe, genetik iptallerimizin sonu yaklaşıyor. Doğanın kum saati herkes için akarken, bazı bireyler umutsuzca ölümsüzlüğü aramaktadır. Hideo Kojima da bu arayışın bir parçası. İlk Death Stranding oyunundan sonraki hastalığı, COVİD-19 döneminde boş bir ofiste geçirdiği uzun saatler, aklındaki fikirleri dijital bir hafızaya taşımak zorunda kalması, ölümü düşündüğünü gösteriyor. Bu, hayatın geçiciliği ile yüzleşen ve bunu sanatı aracılığıyla ortaya koyan birinin çırpınışlarıdır. Denizin bilinmezliklerinden kıyıya ulaşmak için attığı kulaçlar, bir dünyadan diğerine uzanan bir geçitti. Ölüler, her adımını gözlemliyor. Ruhlarımızla onlara dokunmaya çalışırken, bizler onların karanlık suretlerinde yaşamın bir parçasını arıyoruz.

Ölümü zihnimde düşünürken, aklıma durgun bir varoluş geliyor. Düşüncesiz, hissiz ve sabit bir yaşam. Kojima’nın Death Stranding 2yi yapma motivasyonlarından biri, bu durgunluğa karşı bir mücadele vermek olabilir; belki de bir yaşam manifestosudur. Oyunları genellikle stüdyolar aracılığıyla değerlendirdiysek, Kojima’nın projeleri bunun dışında kalamaz. Bu nedenle, oyunu deneyimleyip 90 saatte bitirmekle kalmayıp, Kojima hakkında da kapsamlı bir araştırma yaptım. Bu yazıda, okuyucuları biraz rahatsız edici, aynı zamanda öte tarafa bakmamızı gerektiren konuları ele alacak bir yolculuk bekliyor. Tıpkı Sam Porter Bridges gibi biz de adeta ölüp dirilecek, yıkıldığımızda yeniden ayağa kalkacağız.

Kara çamura bulanmış bir dünya

Geçen 11 ay, ilk oyunda bağladığımız UCA’nın otomasyona geçiş yaptığı bir süre oldu. Taşıyıcılara olan ihtiyaç azaldığı için, Sam da Lou’yu yanına alarak gözlerden uzak bir yaşam sürmekte. Ancak Fragile’in onu ziyareti, “Sam, Meksika’yı da bir sisteme kat!” diyerek değişimi başlatıyor. Kojima’nın ilk ince dokunuşunu burayı görmekteyiz. Eğlenceli bir küçülme ve birçok sürprizin habercisi bir yolculuk. Kojima, hem ciddi bir yaklaşım sergiliyor hem de özündeki muzipliği kaybetmiyor. Bu da demektir ki, ilk oyunun sıkıcı noktaları bu sefer karşımıza çıkmayacak.

Hikayenin devamına girmediğim için, yalnızca yolculuğumuzun Avustralya’ya uzandığını söyleyebilirim. Ancak, ilk oyundan birçok ders çıkarıldığı kesin; tempo, anlatım ve sürükleyicilik açısından önemli iyileştirmelerle. Yola çıktığımızda, bölünmeden ve gösterime odaklanmış eşsiz kesitlerle herkesin keyfine hitap eden bir deneyim sunuluyor. Yine de daha fazla kargo taşımak isterseniz, ekstra görevler veya düşman üsleri hem daha fazla aksiyon hem de yeni mekanizmalar sunuyor.

Ölüme henüz ulaşmamış ama o kadar da uzak değilken

Kimi yüzeysel görüntülerin ötesinde, içeride ağır bir atmosfer de var. Death Stranding 2 ve Expedition 33 teması açısından benzerlikler taşıyor; her iki oyun da kayıptan doğan bir yas duygusu ve yapay dünyanın içinde gerçek benliklerimizi kaybetme hissi barındırıyor. İlk oyun hüzünlü bir ton taşırken, ikinci oyun daha varoluşsal kaygılarla ve ölümle yüzleşmemiz üzerine yoğunlaşmış. Ben, oyunlarının sunmuş olduğu eylemlerden ziyade felsefi ve insani değerleri ele almasını daha çok takdir ettim. Kojima, doğayı görünür kıldığı kadar onu tehdit eden unsurları da hikayesine yedirmiş.

Bu yüzyılda, pandeminin etkisiyle artan sanal bağlantılar ve kayıplar, insan ilişkilerini derinden etkiliyor. Bizler, yalnızca bağlantıda olmanın ruh halinin derinliklerine inmeden sosyal medya ve internete bağımlı bir hale geldiğimizin farkında mıyız? Burada Kojima, internetin insanlar üzerinde yarattığı görünürlük ve görünmezliğin arasındaki dengeyi ustaca yansıtıyor. İlk oyunda insanları bağlayarak ilerlerken, ikinci oyunda bağlantılar, sanki farklı iplerle denge sağlanmaya çalışılmış.

Bebek demişken

Hayatım boyunca birçok çatışmaya tanıklık ettim ve Death Stranding 2de savaşın ötesinde yaşamı sorgulamamı sağlıyor. Oyuncunun karşında duran Fragile karakterinin adı yalnızca bir tesadüf değil; her şeyin karmaşası içinde ölümle nasıl bir ilişki kurduğumuzu düşünmemiz için bir vesiledir. Oyun boyunca gerçeğin doğasına dair pek çok felsefi soru soruluyor: Ölüm sizce üzücü mü? Sevdiklerimizin kaybı bizi bağlılık mı yoksa bağımlılık mı yaratıyor? Sam’in ruhunun geri dönüşü, yaşamın döngüsünün bir simgesi gibi görülmekte.

Tüm bunlar, Lou ve Sam arasındaki ilişkinin temelinde gizlenmiş ve oyuncunun dikkati çekmeyi bekliyor. Ölüm, varoluşumuzu yeniden biçimlendiren bir bakış açısı; bazen yaşarken de ölü kalabiliriz. Ancak tüm bu düşüncelerin arasında, bu oyun kargoculuk temasının ötesinde, yolculuk ta kendini buluyor.

Kargoculukta yeni dönem

Tüm bu yoğun düşünce akışının yanı sıra, Death Stranding 2, aynı zamanda son derece rahatlatıcı ve bazen de oldukça stresli bir kargoculuk deneyimi sunuyor. Oyunun görselliği, bu nesildeki en iyilerden biri olarak dikkat çekiyor. Doğanın farklı öğelerini, detayları ve karakter yapılarını yüksek bir kalitede sunmakta. Oyunun içeriği de oyuncunun deneyimine göre dağılıyor; belirli anlarda farklı atmosferler yaratarak içerik sunuyor.

İlginç bir şekilde, bu yeni deneyimlerde müzik, önemli bir yer teşkil ediyor. Artık müzik çalar ile oyunda ele geçen şarkıları dilediğiniz gibi dinleyebiliyorsunuz. Sezgisel bir oyun deneyimi, diğerlarına göre belirgin bir farklılık sunuyor. Kojima, müzik seçimleri ile oyuncunun ruh haline dokunarak mükemmel bir atmosfer sağlamakta. Prosedürel yöntemlerle yarattıkları, oyunun temposuna göre akış sağlıyor.

Sopanız varsa iyisiniz bu hayatta

Kojima’nın “ipler ve sopalar” teorisinin ikinci ayağı bu oyunda da önemli bir rol üstleniyor. Düşman üssünü geçmek için bazen silahlarla ya da farklı yollarla hareket edebiliyoruz. Son zamanlarda eklenen robotik düşmanlar ve yeni silahlar, savaş dinamiklerini değiştirmekte. Özgün tasarımlar ve çoklu silah seçenekleri, oyuncunun muharebe stilini özgürce şekillendirmesine olanak tanıyor.

Özetle, *Death Stranding 2*, oyun dünyasında derin bir bağ kurmamıza neden olabilecek pek çok özelliği barındırıyor. Her bireyin kendi deneyimi farklı olsa da, bu eşsiz yolculuk aradığımız cevapların bir parçası olmayı sürdürüyor. Hayat, derin kayıplar ve kazanımlar arasında değişirken, Kojima’nın yaratıcılığı bu yolda bize rehberlik ediyor.

İlgili Gönderiler

Exit mobile version