Digimon Story: Time Stranger İncelemesi – Yeni Bir Macera Başlıyor

Digimon Story: Time Stranger incelemesiyle yeni bir maceraya adım atın. Fantastik dünyalarda keşfe çıkın ve Digimon’larınızı geliştirin!

admin

Çocukluğumda önce Pokémon ile tanışıp ardından Digimon ile karşılaşmamın sonucunda, elbette ki Digimon’un “taklit” olduğu kanaatine varmıştım. Ancak bu serinin bana yaşattığı anılar, hatta Garurumon’un üzerinde koşma isteğim bunu unutmama engel oldu. Ayrıca, bu iki serinin oyunlarının varlığından da uzun süre haberdar değildim. O zamanlar Micro Genius’larda “9999999 in 1” kasetlerdeki birçok oyunu inceleyip her birinin belirli bir Super Mario Bros. bölümüne ait olduğunu keşfetmekle meşguldüm. İlk oyun deneyimlerim genellikle başkalarının evindeydi, bu nedenle izlediğim çizgi filmlerin oyunları olduğunu anlamam uzun sürdü. Ergenlik dönemimde, bu iki serinin de oyunları olduğunu keşfettim ama o zaman da “Büyüdüm, bunlar çocuk oyunları” düşüncesi yüzünden fazla ilgilenmedim. Yaş ilerledikçe Pokémon oyunlarına bakmayı tercih etsem de Digimon oyunlarıyla pek fazla ilgilenme fırsatım olmadı. Ancak 2010’ların ortalarında Digimon Story: Cyber Sleuth piyasaya sürüldüğünde, onu denemek için bir fırsat yakaladım.

Pokémon oyunları, genelde basit ve anlaşılır yapılar sunarken, Digimon oyunlarına dair beklentim de o yöndeydi. Neticede, her iki seri de genellikle çocuk ve genç kitleye hitap ediyordu. Ancak, karşılaştığım oyunda Pokémon oyunlarıyla ortak olan tek şey “canavar yakalamak”tı. Oyun bitirme fırsatım olmadı çünkü aldığım PSN hesabım çalındı. Fakat Switch’te indirimde görünce hemen aldım ve tam başlamaya hazırlanırken aklıma Time Stranger’ın kodu geldi ve nihayet 31 yıllık hayatımda bir Digimon oyunu oynayıp bitirmiş oldum. Hadi, bu macerayı sizlere anlatayım.

ANİMEYİ YAŞAMAK

Time Stranger’ın açılışı belki de son zamanlarda en favori sekanslarımdan biri oldu. Evet, bir nebze klişe ama “Sen ADAMAS adındaki bir ekibin ajanısın, büyük bir olay var, çözmen lazım” gibi bir görevle başlamak, sonrasında bu görevde başarısız olup zaman yolculuğuna sürüklenmek sizi oyuna hemen sokuyor. Hikaye, sık sık başından sonuna kadar merak uyandıran sorularla dolu olduğu için oldukça sürükleyici. Ancak zaman zaman olayların uzadığını düşündüm. Ancak, yine de klasik bir “Ekibi tekrar toplama” anı olduğu için bunu çok da dert etmedim.

Oyunun dikkatimi çeken en önemli yönlerinden biri, ne kadar “shounen anime” tarzında olduğuydu. Digimon’un hitap ettiği kitle genç erkeklerden oluştuğu için bunun beklenen bir durum olduğunu düşünebilirsiniz. Ancak Time Stranger’ın yazımı ve gelişimi, klasik bir shounen animesini andırıyor. Hatta oyunun bazı bölümlerinde küçük bir “turnuva arc” bile var. Temalar bazen yüzeysel kalsa da, iletmek istediği mesajı yeterince etkin bir şekilde sunarak tatmin edici bir sonuca ulaşıyor. Önceki paragrafta bahsettiğim uzunluk da bu temaların yüzeyselliğinden kaynaklanıyor.

Time Stranger’ın müzikleri ve seslendirme kadrosu da benim “shounen anime” yorumumu destekleyecek kadar kaliteli. İngilizce seslendirme ekibinde Kyle Hebbert, Amber Lee Connors, Allegra Clark, Cristina Vee gibi oldukça kaliteli isimler yer alıyor. Hepsi de başarılı bir performans sergilemiş, ancak diyalogları takip ederken bazen Japoncadan İngilizceye çeviri sıkıntısı hissetmediğimi söyleyemem. Bu durum çok rahatsız edici olmasa da, üst düzey bir yerelleştirme olduğunu söylemek zor. Müzik konusunda ise Cyber Sleuth, Hacker’s Memory ve Danganronpa oyunlarının bestecisi Masafumi Takada’nın müzikleri, oyun için harika bir OST oluşturmuş. Shinjuku’da vakit geçirirken, alışık olduğumuz lo-fi ritimlerden, savaşlardaki enerjik parçalara, sahil bölgesinin huzur veren melodilerine kadar birçok şarkı aklımda yer edinmiş durumda.

Dikkatimi çeken bir diğer konu ise Digimon’un genel olarak mitolojilere, özellikle Roma mitolojisine olan bağı. Çocukken böyle detayların farkında değildim ama Digimon isimleri ve tasarımları Roma (ve Antik Yunan) mitolojisiyle sıkı bir ilişki içinde. Örneğin, dijital dünyanın adı “Iliad”, düşman Digimonların “Titan” olarak adlandırılması ve yan karakterlerimizin Merukimon (Merkür) ve Junomon gibi isimlere sahip olması… Bu durum, “Acaba bu mitlerdeki tanrılar gerçekten Digimon muydu?” düşüncesine kapılmama neden oldu. Oyun da belirli bir noktada kafamızda benzeri bir sorgulama yaratıyor.

Yan görevlerin büyük kısmını tamamladıktan sonra, Digimon evrimlerini inceleyerek 50 saatten fazla sürmüş olan bir oyun deneyimlemiş oldum. Oyun, en azından 60-70 saatlik bir süre sunarken, yalnızca hikaye ile ilgilenirseniz 35-40 saat civarında tamamlanabiliyor.

ALTINCI NESİL RUHLU DOKUZUNCU NESİL OYUNU

Digimon Story: Time Stranger, serinin önemli sıçrayışlarından biri olarak görülebilir. Önceki oyunu Cyber Sleuth’un özünde bir PS Vita oyunu olması, kısıtlı oyun mekanikleri sunuyordu. Görevleri takip etmek için herhangi bir yol yoktu. Hacker’s Memory’deki yeniliklerin bu durumu değiştirdiği söyleniyor, ama deneme fırsatım olmadı. Oyun başında bu sıçrayışı görebiliyorsunuz. Görsellik yeni nesil olmasa da oldukça tatmin edici. 450’den fazla Digimon’un ve her birinin minimum bir, maksimum dört özel saldırısının detaylı şekilde kodlandığı düşünüldüğünde, bu oldukça etkileyici.

Ancak, konsollarda oynarken ilk fark ettiğim durum oyunun 30fps olmasıydı. Görsellik tatmin edici olsa da, bunun gerektiğini düşünmüyorum. Ne PS5’te ne de PS5 Pro’da performansı artıracak bir madde bulamadım. Ancak, sıra tabanlı bir RYO olduğu için 30fps olması çok sorun yaratmıyor. Oyun ilerledikçe, bölümlerin tasarımına yönelik tercihleri de dikkatimi çekti. “Gerçek dünya” bölümlerinin haritalara bölünmesi, her bölge değişiminde yükleme ekranının girmesi, bana uzun bir süre önce gördüğüm en tuhaf hızlı seyahat seçeneklerinden birini yaşatıyor. Bu durum, sanki bir PS2 oyunu oynuyormuşum hissiyatı yaratıyor. Time Stranger’ı özetlemek gerekirse, kesinlikle “PS2 ruhlu bir PS5 oyunu” derim, hem olumlu hem de olumsuz anlamda.

Hızlı seyahat konusunu biraz açmam gerekirse, örneğin gerçek dünyadan dijital dünyaya gitmek istiyorsanız, önce gerçek dünya içinde portalın olduğu bölgeye ulaşmanız gerekiyor. Daha sonra o portaldan geçip dijital dünyaya geçiyorsunuz. Sonrasında digital dünya içinde hızlı seyahat özelliğini kullanarak gitmek istediğiniz bölgeye ulaşmalısınız. Bunun gibi karmaşık bir mekanizma kurmak yerine, rahatlıkla haritayı açarak bölge seçebilmek durumu, şu an oynadığım Trails in the Sky 1st Chapter’da gördüğüm, binalara girerken bir saniyelik yükleme ekranlarının olduğu sistemle kıyasladığımda gerçekten mantıksız geliyor. En azından, bazı Digimonları binek olarak kullanabiliyoruz. Greymon’un omzunda gezmek veya Leomon’un kolunda taşınmak gibi komik görseller yer alıyor. Ancak, çocukluk hayalim olan Garurumon’un üzerinde koşabilmek, bu oyun için güzel bir anı oldu.

2025 yılında “sessiz ana karakter” durumu da can sıkıcı bir detay. Ana karakterlerimizi seslendiren kişilerin, diyalog seçenekleri sunmadığından ve ana karakterimizin bu diyalogları seçerken ağzını oynatmamış olmasından dolayı, bu durum biraz kopukluk yaratıyor. Ana karakterlerimizin sesleri sadece dövüş kısımlarında veya hangisini seçmediysek “Operatör” olarak duyulabiliyor.

Fakat altıncı nesil ruhunu, pozitif biçimde oyunun birçok yönünde görebiliyoruz. Daha önce değindiğim Digimon seslendirmeleri, animasyonlarına ve detaylarına gösterilen özen, gerçek ve dijital dünyada net bir şekilde hissediliyor. Etrafta dolaşan insanlar ve Digimonlar oldukça canlı bir atmosfer oluşturuyor. Zindan tasarımları fazla sıkıcı olmasa da ufak bulmacalarla entegre edilmiş.

KENDİ DİGİMONUNU YAP

Özellikle Time Stranger’ın ilk saatlerinden sonra dövüşleri sıkıcı bulduğumu belirtmeliyim. Bir noktada, oyunun otomatik dövüş özelliğini devreye alarak x5 hızla bu dövüşleri geçmeye başladım. Çünkü Digimonları belirli bir noktaya getirdikten sonra “Vaccine – Data – Virus” sistemi bana çok anlam ifade etmiyor. Ancak mini boss ve boss dövüşleri son derece tatmin edici. İyi bir stratejiyle hazırlıklı bir şekilde girmediğim dövüşlerden çıkıp, bazen 30-45 dakika boyunca Data tipinden birkaç Digimon yetiştirdiğim olmuştur. Çünkü bu nedenlerden dolayı genel dövüşlerle çok zaman harcayamıyorsunuz. Asıl önemli dövüşlere hazırlanmanız için Digimonların seviyelerini yükseltip yeni Digimonlar toplamak kritik.

Digimon’un canavar toplama sistemi, Pokémon’un aksine, canavarı top atıp yakalamaktan ziyade, onlarla savaşıp verilerini toplayarak gelişiyor. Bu veri oranı %100’e ulaştığında Digimon’un datasını elde edebiliyor ve bu Digimon’u kullanmaya başlayabiliyorsunuz. %200’e ne kadar yakınsa, Digimon’unuz o kadar güçlü oluyor.

Evrim durumu oldukça farklı. Belirli seviyelere veya yeteneklere ulaşan Digimonlar, evrim geçirebiliyor. Ancak bu aşamada birden fazla seçeneğiniz var ve herkesin gereksinimleri farklı. Bu özellik, aynı Digimondan birkaç tane büyütüp evrim geçirilmesini gerektiriyor. İlerledikçe Digimon kişilikleri, ajan seviyesi ve farklı Digimonları birleştirip “Mega Digimon” elde etme gibi seçeneklerle, oyunun belirli kısımları menüdeki Digimon verilerini inceleyerek geçiyor. Bu durum ilk bakışta karmaşık gibi gelebilir ama benim için büyük bir keyifti. Özellikle sevdiğim Digimonların Mega formlarını oluşturmak oldukça tatmin edici!

Digimonlarınızın özelliklerini etkileyen bir diğer etken ise kişilikleridir. Bazen evrimleri, bazen de ajan yetenek puanlarıyla açabileceğiniz özellikler için Digimonlarınızın kişiliklerini oyun içinde sorulara verdikleri cevaplarla yönlendirebiliyorsunuz. Ayrıca her kişiliğin kendine ait bir “pasif” özelliği var ve bunları seçerek Digimon’unuzu nasıl kullanmak istediğinizi belirleyebiliyorsunuz. Her Digimon’un sorduğu sorular, sınıfına göre farklılık gösterir. Bu durum hoşuma giden ayrıntılardan biri oldu.

Digifarm, Cyber Sleuth’dan biraz farklı bir deneyim sunuyor. Küçük adalar yerine geniş bir dünya üzerinde, pentagon şeklinde bölünmüş alanlar var. Bu alanları dilediğiniz gibi kişiselleştirebiliyor ve Digimonlarınızı yerleştirebiliyorsunuz. Antrenmanlar sayesinde kişiliklerin yanı sıra can puanı, saldırı gücü ve savunma puanı gibi istatistiklerini artırabiliyorsunuz. Cyber Sleuth’daki Digifarm’ın aksine, tecrübe puanı kazanabileceğiniz bir seçenek yok fakat tüm Digimonlarınız, savaşta, yedekte ya da Digifarm’da olsun her yerde tecrübe puanı kazanabiliyor, bu da gereksiz bir yük olmaktan çıkıyor.

Time Stranger’la birlikte gelen bir diğer önemli özellik de ajan yetenek puanları. Ana ve yan görevleri tamamladıkça oyun size bu puanları veriyor. Bu puanlardan biri yeni Cross Art saldırılarına ve Digimonlarınızın seviyesi yükseltmeye yarayan bir yetenek ağacıdır; diğer dört tanesi ise Digimonların kişiliklerine göre ekstra özellikler sunan ağaçlardır. Ben hepsine dengeli bir şekilde odaklandım ama tek veya iki kişilik yetenek ağacına yönelerek Digimonları bu şekilde eğitmenin oldukça faydalı olacağını düşünüyorum. Hatta belki sonraki oyun deneyimimde böyle yapabilirim.

DAHA YAPILACAK ÇOK ŞEY VAR!

Digimon Story: Time Stranger ile ilgili söyleyebileceğim en güzel şey, hala doymamış olmamdır. Field Guide’ı doldurup tüm Digimon evrimlerini görmek, oyun içinde sıkıcı olsalar da yan görevleri tamamlayıp karakterlerle daha fazla vakit geçirmek istiyorum. Son olarak, güçlü Digimonlar elde edip oyunun zorluğunda challenge yaratmayı da düşünüyorum. Basit bir kart oyunu bile mevcut, ona da daha fazla vakit ayırmadığımı fark ettim. Anlayacağınız, oyunda keşfedilmeyi bekleyen pek çok şey var ve sıfırdan tamamlamak için 45-50 saat en düşük sürelerden sayılabilir.

Eğer daha önce bir Digimon oyunu oynamadıysanız, sadece son zamanlarda çıktığı için Pokémon oyunlarına benzeyeceğini düşünmeyin. Bu oyun, daha çok bir Shin Megami Tensei tarzında bir canavar toplama ve eğitme deneyimi sunuyor. Gerçekten detaylı bir yapı sunan bu oyunda ilerledikçe, sevdiğiniz Digimon’un en yüksek seviyeye çıkartılması için geriye evrim yaptırıp tekrar evrimleştirip seviye sınırını kırmayı deniyorsunuz. 35 seviyede takılan Lanamon’umu yükseltebilmek için bunu sıkça yapıyordum.

Bandai Namco’ya, Digimon’a düzgün bir şans verdikleri için teşekkür etmek lazım. Digimon Survive’ı oynamadan ne kadar büyük bir facia olduğunu biliyorum ve bu oyuna bir fırsat vermeleri oldukça şaşırtıcıydı. Ama sonuç olarak harika bir oyunla Digimon’un oyun tarafını yeniden canlandırmışlar. Bizdeki abartılı fiyatı olmasa rahatlıkla önerirdim ama ilginizi çektiyse ilk indirimde almanızı tavsiye ederim. Bu sadece “çok iyi bir Digimon oyunu” değil, aynı zamanda genel olarak oldukça iyi bir oyun.

İlgili Gönderiler

Exit mobile version