Sevgili Oyungezerler, karışık duygular içerisindeyim. Bir yandan, tam bir yıl süren bir bekleyişin ardından DOOM Eternal’ın gerçek sonunu nihayet görmenin keyfini yaşıyorum. Diğer yandan ise, bu bekleyişe değip değmediğini sorguluyorum. Çünkü The Ancient Gods Part 2, genel anlamda eğlenceli bir DLC olsa da, bazı açılardan hem birinci bölümün hem de ana oyunun gerisinde kalıyor.
İlk bölümde bıraktığımız yerden devam eden The Ancient Gods Part 2, öfke dolu anti-kahramanımız Doomguy’ın cehennemin efendisi Şeytan’ı öldürmek için çıktığı maceraya hız kesmeden devam etmesini sağlıyor. Karanlıklar Lordu öldüğü takdirde, diğer tüm boyutlardaki iblislerin de yok olacağı ve cehennem istilasının kökten sona ereceği umuduyla doluyoruz.
Nerede kalmıştık?
Bu DLC’de de, tıpkı ilk bölümde olduğu gibi, birbirinden farklı üç yeni harita ile karşılaşıyoruz. İlk harita, kadim bir Sentinel kasabası olan World Spear. Bu alan, karlarla kaplı bir Orta Çağ kasabasını andırıyor. Etrafta bolca zebani, yıkık dökük taş evler ve kuyu meydanları yer alıyor. İkinci harita ise Dünya, harabeye dönmüş binalar, ot bürümüş sokaklar ve terk edilmiş metro tünelleriyle dolu. Son olarak, Immora, bu üç harita arasında belki de en etkileyici olanı. Cehennemin son kalesine saldırdığımız bu bölümde, arka planda iyi ve kötü güçler arasında epik bir savaş yaşanmakta. Biz de Karanlıklar Lordu’na ulaşmaya çalışırken, etrafımızda gelişen büyük çaplı çatışmalara tanık oluyoruz. Ne yazık ki, bunlar sadece geri plandaki animasyonlar ve ara sahnelerden ibaret kalıyor; müttefiklerimizle birlikte büyük bir savaşa girmiyoruz.
Ancak bu üç bölüm de oldukça sığ ve düz bir şekilde ilerliyor. The Ancient Gods Part 1’deki o bitmek bilmeyen, zekice tasarlanmış katmanlı haritaların yerini, neredeyse düz bir şekilde ilerlediğimiz daha kısa ve basit bölümler almış. Evet, arada bir platform öğeleri karşımıza çıkıyor; klasik pompalı tüfeğimizin zincirini kanca gibi kullanarak atladığımız kısımlar bile var, ama bunların sayısı oldukça az. Estetik açıdan da pek bir ilginçlik barındırmadıklarını söylemek mümkün. Ayrıca, bölümlerin çok kısa sürede tamamlanabiliyor olması da bir diğer eksiklik.
Stop! Hammer Time!
Savaşlar da The Ancient Gods Part 1’e kıyasla daha kolay hale gelmiş. Eğer önceki DLC’yi deneyimlediyseniz, oradaki iblislerin ilk saniyeden itibaren nasıl acımasızca saldırdığını hatırlarsınız. Görünüşe göre, id Software bu eleştirileri dikkate almış; her çatışmada en güçlü düşmanları üstümüze boca etme taktiğinden vazgeçmiş. Bunun yerine, daha kalabalık ve amansız bir şekilde saldırıyor iblisler. Artık, bir anda etrafımızı saran onlarca düşmanla karşılaşıyoruz.
Bu noktada, yeni silahımız olan Sentinel Hammer devreye giriyor. Bu devasa çekiç, tek vuruşta etrafımızdaki düşmanları birkaç saniyeliğine sersemletebiliyor. Mavi zırhları bir vuruşta parçalayarak, alev silahımızı veya buz bombamızı kullanmamıza bağlı olarak düşmanlardan can veya zırh toplamamıza yardımcı oluyor. Açık konuşmak gerekirse, bu yeni silah, oyunu epey bir kolaylaştırıyor. Başınız mı sıkıştı? Vurun çekici gitsin. Etrafınızı mı sardılar? Vurun çekici gitsin. Marauder mı geldi? İndirin balyozu kafasına.
Ancient Gods Part 2 içerisinde üç yeni düşman da bulunuyor. İlk olarak, tamamen zırhlarla kaplanmış olan Armored Baron. Bu iblis, zırhına sadece elindeki gürzü atmak suretiyle zarar verebiliyor; zırhı darmadağın olduğunda hasar görebiliyor. Ancak, bu süreç 2-3 kez tekrarlanmak zorunda kalıyor. Diğer bir düşman, yalnızca pompalı tüfeğin seri ateş moduyla öldürülebilen taş golemler. Mor parlayan Screecher’lar, tek atışta ölseler de, patladıklarında etraflarındaki tüm diğer düşmanları süper güçlü hale getiriyorlar. Bu nedenle, onlardan kaçınmak ve dikkatli atış yapmak gerekiyor.
Cursed Prowler adı verilen bir başka yeni düşman, bizi tek vuruşta zehirliyor ve canımızın yavaş yavaş azalmasına neden oluyor; koşmamızı engelliyor. Zehrin etkisinden kurtulmanın tek yolu, Prowler’ı yumrukla öldürmek. Kendisi, bu yeni düşmanlar arasında en sinir bozucu olanı kesinlikle. Son olarak, enerji kalkanlarını ateş ederek yok edemediğimiz ve yalnızca arkalarına el bombası atarak öldürülebilen Riot Soldiers var. Ayrıca, cehennem bölümünde üstümüze dümdüz koşarak tek atışta ölen kırmızı zırhlı düşmanlar da mevcut; ancak o kadar önemsizler ki, kendilerinden bahsetmeye bile gerek yok.
Fakat işin kötü tarafı, bu saydığım düşmanlar arasında yalnızca Armored Baron’un hakkıyla kullanılmış olması. Diğerleri, yalnızca bir-iki yerde karşımıza çıkıyor ve onun dışında neredeyse hiç görmüyoruz. Belki de oyunun son düşmanı daha akılda kalıcı bir savaş sunabilseydi, tüm bunları göz ardı edebilirdik. Ancak, ta ana oyundan beri beklediğimiz Karanlıklar Lordu, teknik olarak Marauder’ın biraz daha güçlü bir hali. Marauder’a sadece baltasını fırlatmadan önce, gözleri yeşil parladığında saldırabiliyorsak, Karanlıklar Lordu’na da kılıcını savurmadan önce gözlerinin yeşil parladığı anı beklemek zorundayız. Sonrasında balyozumuzla onu sersemletmemiz gerekiyor ki canını azaltabilelim.
Fakat bu o kadar da kolay değil. Çünkü bir kez bile kılıcıyla ya da kalkanıyla vurursa, canımızın büyük bir bölümünü kaybediyoruz. Üstelik, 5 canı var. Dolayısıyla, bu dövüşü tam beş kez, dakikalarca ve dakikalarca tekrar etmek zorunda kalıyoruz.
Sonumuz böyle mi olacaktı?
The Ancient Gods Part 2, hepi topu 5 saat içerisinde bitiyor. Kimine göre beklenmedik, kimine göreyse malum sürpriz sonu da maalesef burada saydığım eksiklikleri kapatmaya yetmiyor. Oyunu bitirdiğimde, iyi ki bu son hikâye DLC’siymiş dedim. Çünkü id ekibinin oyuna yenilik katmakta zorlandıkları artık açıkça belli. Ayrıca, eklenen yeni düşmanlar da insanı gereksiz yere uğraştırmaktan başka bir işe yaramıyor.
Eğer Part 2, ilk DLC, Part 1 ise ikinci DLC olsaydı, şu anda çok farklı şeyler konuşuyor olacaktık. Hatta kendisinden övgüyle bahsedebilirdik. Ama şu haliyle, koca bir geri adım ve bir tutam hayal kırıklığı olmaktan öteye gidemiyor.