Oyun dünyasında bizlerin aşina olduğu türler arasında aksiyon, macera, rol yapma (RYO), birinci ve üçüncü şahıs nişancı (FPS, TPS) ve yarış oyunları en çok bilinenleridir. Ancak bu türler dışında, “Evlilik bitiren oyun” adını verdiğimiz, risk ve ödül oranı en yüksek olan bir diğer kategori daha bulunuyor. Örneğin “Cuphead”, bu türün saygın temsilcilerinden biri olarak öne çıkıyor. Ancak, biz o oyunu Gül ile oynamayı tercih etmedik; belki de geçmişte yaşadığımız bazı deneyimlerden dolayı cesaret edemedik. Nitekim, yıllar önce Little Big Planet gibi masum bir oyunu bile neredeyse yarıda bırakmış bir çiftiz. Bu yüzden, Hazelight’ın önceki yapımlarına da şans vermedik, itiraf edelim. Sadece izledik ve araştırma yaptık; belki de kendimizi hazır hissetmiyorduk. Ancak şimdi çocuğumuz da belli bir yaşa geldi (artık kendi başının çaresine bakabiliyor), “Evliliğimizde yeni maceralara yelken açalım mı?” diye düşündük. Birbirimizi daha derinlemesine tanımayı hedefledik… Fakat aslında birbirimizi zaten tanıyormuşuz 🙂 Bu evlilik durumunun başka bir boyutunu keşfetmişiz. Başlangıçta her şeyi değiştirmeye çalışıyorsun, ama sonunda eğlenmeye başlıyorsun ve anın tadını çıkarıyorsun. Örneğin, Gül karakteriyle bir çemberin içinden geçerken sinirlenmek yerine çay koyabiliyor, yazmam gereken e-postaları yazabiliyor ve reddit’te dolaşabiliyorsun. Ve arada dönüp, “Geçince haber ver sdjhjsdfh” bile diyebiliyorsun.
Gül: Ya da partnerin “uf puf” yaparken bunu umursamamayı öğreniyorsun. Eğer bir yerden zıplayamıyorsan dalga geçmeye kalkarsa ona “Aç da bi’ tarafına gül” diyebiliyorsun 🙂 Kendini ve dolayısıyla eşini tanımanın önemi ortada. Split Fiction oyunu da bir nebze bu temalar etrafında dönüyor. Oyun, Mio ve Zoe adında iki yazarın, eserlerinin yayın haklarını satmak üzere Rader Yayıncılık’a gelmeleriyle başlıyor. Zoe enerjik, dışa dönük ve hayat dolu; Mio ise içine kapanık, karamsar ve mesafeli bir karakter. Kısacası, birbirlerinden tamamen farklı mizaçlara sahipler. Bu farklılık, yazdıkları hikâyelere de yansıyor. Zoe renkli ve fantastik dünyalar yaratırken, Mio karamsar bilim kurgu hikâyelerine yöneliyor. Ancak her ikisinin de ortak bir sorunu var: paraları olmaması ve bir yayıncıya olan ihtiyaçları. Öte yandan, oyunun kötü karakteri olan zengin bir teknoloji devi Rader, Matrix’e benzer simülasyon dünyaları yaratabilen bir makinaya sahip. Bu makine sayesinde, Mio ve Zoe ile birlikte diğer çaresiz yazarların hikâyelerini ele geçirip yaratıcılıklarını çalmaya çalışıyor. Zoe, naif ve iyimser yapısıyla bu tuzağa düşmeye hazırken, Mio güvenmeyen ve şüpheci tavrıyla teklifi reddediyor. Ancak yaşanan bir kargaşada, Zoe ile birlikte makineye hapsolmuş oluyorlar. Çıkış yolu bulmak için sistemdeki bir “bug”dan yararlanarak, kendi hikâyelerine dalmak ve korumak istedikleri diğer fikirleri keşfetmek zorundalar.
Böylece Zoe ve Mio, Rader’la ve makineyle olan mücadelelerinde yazdıkları veya bir zamanlar hayal ettikleri birçok farklı hikâyeyi deneyimliyorlar. Oyunun yapısı bu şekilde şekilleniyor: Mio’nun distopik bilim-kurgu evrenlerini ve Zoe’nin canlı fantastik dünyalarını sırayla ziyaret ederken, aralara serpiştirilmiş küçük, opsiyonel kısa hikâyelerle nefes alma imkanı buluyorsunuz. Bu hikâyeler, dünya yaratımı, seviye tasarımı ve oyun çeşitliliği açısından sizi farklı yönlere sürüklüyor. Bu durum, görece küçük bir stüdyonun nasıl bu kadar çok yönlü olabildiğine ve bunun altından nasıl başarıyla kalktığına dair bir hayranlık yaratıyor. Split Fiction, Platform, Shoot’em Up, Side Scroller ve Bullet Hell gibi birçok farklı türü başarılı bir şekilde uygularken, kontrollerin rahat ve akıcı olduğunu da söyleyebilirim.
Gürkan: Kontroller bu kadar güzelse, ben neden uçurtmalı bölümde yarım saat bekletildim? 🙂 Ya kontrollerde bir sorun var ya da sende… Öhm, neyse. Aslında oyuna başlarken biraz şüpheciydim. İlk başta “Her şey iyi güzel ama hikaye yetişkin bir konuyu ele alıyor gibi görünüyor, oynanış neredeyse çocuklara hitap edecek kadar kolay. Bu ikisi tam olarak örtüşmüyor sanki” diye düşündüm. Hani alışık olduğumuz tarzda küçümsemek vardır ya, “Mario tarzı” falan… Ben nereden bilebilirdim ki sonlara doğru daha Celeste’i geride bırakacak kısımların olacağını! Şaka bir yana, bu oyun, bizleri şekillendiren deneyimlerin, bazen hayatta kalabilmek için içimizdeki çocuğu hapsettiğini, bazen de gerçekle yüzleşmekten kaçacak kadar çocuk kaldığımızı etkileyici bir şekilde anlatıyor. Hikâye, her anlatının onu anlatan kişiyi yansıttığı sürece sanat olduğunu, insani unsuru dahi çıkarıp formulasyonlara dayandığınızda yaratıcılığın değil, klişelerin galip geldiğini de vurguluyor.
Gül: Zaten oyun, bir noktada oyunlar üzerine de bir yorum niteliğine bürünüyor. Çoğu modern oyun, sürekli tekrar eden temel bir mekaniğe sahipken, “başarım ve ilerleme” hissi ile oyuncuya dopamin salgılatmaya çalışıyor. Ancak Split Fiction, karakterleri aracılığıyla “Bir oyunu istediğin gibi oynamaktan, gerektiğinde saçmalayarak keyif almaktan kendini alıkoyma” mesajını veriyor. Örneğin, bazı şeylerin oyuna nasıl bir katkı sağlayacağı sorusunu düşünebilirsin; ama partnerinle birlikte oynarken bu şeyleri yapmanın ne kadar eğlenceli olduğunu fark ediyorsun. Yeri geldiğinde domuz olup kafanı balçığı buladığın gibi, yeri geldiğinde sihirli iksir kaynatıp rolleri değişebiliyorsun. Zoe, sanki bize, “Bu ne ciddiyet, biraz eğlenceyi hatırla!” diyor.
Gürkan: Aynı zamanda bize oyunları neden sevdirdiğini de hatırlatıyor; başına oturup hemen ne yapacağımızı anlayabildiğimiz bir oynanışla, kahkahalar içinde geçirdiğimiz saatleri anımsıyoruz. Yeri geliyor Turrican’ı, yeri geliyor God of War’u. “Aa burası Shadow of Colossus olmuş!” veya “Burası da Fall Guys gibi!” derken, popüler kültürden birçok film, hikâye ve oyuna atıflarla karşılaşıyoruz. Hangi birini söyleyelim ki? Terminatör’den başlayıp Harry Potter’a kadar uzanan birçok “sürpriz yumurta” ile karşılaşıyoruz. (Hatta ikimize de kahkaha attıran bir sürpriz var.)
Gül: Bu tüm uçucu eğlencenin ve yaratıcılık patlamasının arasında, başta “Eh işte” dediğimiz hikaye de yavaşça büyümeye başlıyor. Karakterler, gözünüzde büyümeye başlıyor; Zoe ve Mio’nun kişisel yolculuklarını, her ne kadar çok yeni olmasa da, önemsemeye başlıyorsunuz. Onlar birbirlerine iç dünyalarını açıp yaklaştıkça, siz de kendinizi oyuna daha fazla kaptırıyorsunuz.
Gürkan: Bu noktada belirtmeden geçemeyeceğim bir husus var. Finale yakın görevlerle birlikte, teknik açıdan Hazelight bir ivme kazanmış. A Way Out ve It Takes Two mütevazı AA oyunlar havasındayken, Split Fiction, “AAAA” oyunların yapamadığı şeyleri başarıyla gerçekleştiriyor. Tabii ki Sony’nin özel bir oyun seviyesi beklemek gerçekçi değil, fakat öne çıkan sanat tasarımı ve aksiyonun zirveye ulaştığı bölümler, büyük bütçeli yapımlardan daha geri kalmış değil. Özellikle Mio’nun yüz ifadelerine bayıldığımı da belirtmeliyim.
Gül: Sonuç olarak, hem çocuk gibi eğleniyor hem de yaşamınızı ve tecrübelerinizi gözden geçiriyorsunuz. Yalnızlığın bir seçim olduğunu ve her durumda bir “diğerine” ihtiyaç duyduğunuzu hissettiren bu oyun, co-op oynanışla da büyük bir başarıyla bunu işliyor. Mio ve Zoe, ilerleyebilmek için birbirlerine güvenmeleri gerektiğini anlıyorlar; tüm farklılıklarına rağmen (ve hatta bu farklılıklar sayesinde) amaçlarına ulaşabileceklerini fark ederken, siz de partnerinizle aynı hisleri paylaşıyorsunuz. Tema ve oynanış birbirleriyle mükemmel bir uyum içinde. Oyun, zaman zaman yollarınızı ayrı düşürebilir; ama çoğu zaman partnerinizle koordineli olarak ilerlemek zorundasınız. Bu da sürekli bir iletişim ve senkronizasyon gerektiriyor. Bölümler geçtikçe, ne yapmanız gerektiğini daha iyi kavrayıyor ve her bir bölümde edindiğiniz farklı yeteneklerle karşılaştığınız engelleri birlikte nasıl aşabileceğinizi öğrenmeye başlıyorsunuz.
Gürkan: Sabrın bir ilişkide ne denli önemli olduğunu…
Gül: Tamam, anladık 😀 Son olarak ne diyorsun?
Gürkan: Bu kadar seveceğimi gerçekten beklemiyordum, yalan yok. Oynanış var, hissiyat var, aksiyon var… Hem güldük, hem zorlandık, hem de mutlu olduk. Daha ne olsun? Oyunun sizden ne yapmanızı beklediğini tam anlayamadığınız birkaç kısımla, hikâyesinin samimiyetine rağmen biraz bayat kaçan kötü karakteri hariç, harika bir deneyim yaşadım. Sen ne düşünüyorsun?
Gül: Ben de beklediğimden fazlasını buldum, oyunun sürekli kendini yenileyen ve oyuncuyu şaşırtan yapısını çok beğendim. Dünyası çeşitli, birlikte oynama deneyimi oldukça keyifli, ayrıca evliliğimizin bu “testi” geçmesi de cabası.