Bu köşemizde, etkisinden uzun süre kurtulamadığımız video oyunlarını, bize en çok dokunan yanlarıyla birlikte ele alıyoruz. Bugün, sizi 11 bit studios’un büyülü dünyasına sokmak istiyorum. “This War of Mine” ve sonrasında “Frostpunk” ile hayatta kalma oyunları dünyasına damgasını vuran bu stüdyo, fırtına gibi eserler yaratarak, oyun oynamanın yanında psikolojik derinliklere inmemizi sağladı. Hani bazen “Hayatta kalmak” derken neyin özünü kaybettiğimizi unuturuz ya, işte o hissi en iyi yansıyan yapımlardan birisi bu oyunlar!
Öncelikle, “This War of Mine” ile başlayalım. Oyun, bir grup sivilin savaşın acımasız yüzüyle nasıl başa çıktığını simgeliyor. Savaşın ortasında hayatta kalmaya çalışırken hissettiğimiz duygular, son derece gerçek ve derin. Sonrasında gelen “Frostpunk”, tüm bunların pek de iç açıcı olaylar olmadığını bir kez daha hatırlatıyor. Gerçekten, bu stüdyonun kaleminden çıkan senaryolar, aklımızı başımızdan alıyor. Altyazılar, karamsar hava ve yapay zeka karakterlerin derinliği, içimizi titretiyor. Ama durun, hemen pes etmeyin, çünkü bunların hepsi sadece bir oyun!
Karar verme mücadelesi tam bir komedi!
Frostpunk’ta, içinizden bir ses “hayatta kal” derken diğer bir ses “Bu neyin nesi?” diye fısıldıyor. Bir avuç insan, dev bir jeneratör etrafında toplanıyor, büyük bir kışa karşı durmaya çalışıyor. Ama öyle kararlar almanız gerekecek ki, bazen “şımşek” gibi çarpıyor, “acaba bunu neden düşünemedim” diye düşünüp duruyorsunuz. Çocukları çalıştırmak mı? “Ahh, normal şartlarda asla!” derken, bu durumda “E hani hayatta kalmamız gerekiyordu?” diye kendinizi sorgularken buluyorsunuz. Her seçim, bizleri içinden çıkılmaz ikilemlere sokarak dedektifler gibi düşünmeye zorlayabiliyor!
Frostpunk 2, ilk oyundaki olaylardan 30 yıl sonrasını ele alıyor. Burada, insanlığın yine çetin ceviz gibi zorluklarla karşı karşıya kalması, bambaşka bir çileyi önümüze getiriyor. İlk oyunda bireysel travmalar varken bu sefer fraksiyonlar ön planda. Artık, tek tek bireyler yerine, bir grup insanın içinde yaşadığı kaos ve çatışmalarla dolu bir dünyaya adım atıyoruz. Her bir fraksiyon, kendi idealleri ve çıkarları doğrultusunda fikirler öne sürüyor ki, bu da acaba hangi fraksiyonla çalışsak, hangisinin inançları daha doğru? Oyun, bu konuda müthiş bir derinliğe sahip!
Bu oyun, ihtiyarların “bizden sonra torunlar ne olacak” tedirginliğiyle toplumu kurtarabilmek için korkunç bir fedakarlık yapmayı isteyip istemediğini sorgulamanıza neden oluyor. “Aslında benim torunlarım ne yapar?” sorusuyla kafanızda dolanan senaryolar, akıllara zarar! Evet, her zaman “mutlak mutluluk” diye bir şey yok; ama bazı fedakarlıklar, otokontrolü sağlamak adına gerektiğinden sapmaya da yönlendirebiliyor. Günün sonunda oyun bana öğretiyor ki, ne olursa olsun hayatta kalma mücadelesinin içinde, dram ve komedinin iç içe geçtiği bir yolculuğa çıkıyoruz!
Petrol, oyun dünyasına dâhil olunca, birbirinden çeşitli yeni teknolojiler ve politikalar da hayatımıza giriyor. Kimileri bu yeni mekanikleri sevmese de, ben bu değişim sayesinde oyunun kapsamının ne kadar genişlediğini görüyorum. Çünkü farklı inançlar ve yaşam tarzları, her oyun deneyiminde olduğu gibi buraya da şekil veriyor. Bu fraksiyonlar kendine göre bir denge arayışında bulunurken, biz de onları yönetmeye çalışıyoruz. Tam bir siyasi komedinin içinde yüzmek gibi!
Sözün kısası, Frostpunk 2, görsel ve işitsel olarak müthiş bir atmosfer sunuyor. Gerçekçi mücadelelerin yanı sıra, toplumların nasıl parçalanıp birbirleriyle gereksiz rekabetlere girdiğinin güzel bir yansıması olmuş. Kimi zaman minik mutluluk anları, umudu yeşerten gelişmelerle birleşiyor, içimizi kıpırdatan bir atmosfer yaratılıyor. Bu tür oyunlar, biraz da kendi gerçekliğimizle yüzleşme fırsatı veriyor. Bazen, “Hayat nedir?” diye sormakta fayda var. Frostpunk 2; sorgulamayı ve düşünmeyi teşvik eden, dış dünyadaki fırtınalardan çok, içsel fırtınalara odaklanan bir yapım benim için!