Bir varlığı sadece aç olduğu için “kötü adam” olarak yaftalamak, pek de adil bir yaklaşım değil gibi görünüyor. Sonuçta kaplanların sevimli ceylanları kovaladığı belgesellerde, bu yırtıcıları da mı “kötü” ilan edeceğiz? Yoksa “iyi” ve “kötü” kavramları yalnızca insanoğlunun yarattığı soyut ve argüman dolu reçel çeşitleri mi? Bu sorulara yanıt vermeden Galactus’tan bahsetmek, aslında adeta ‘tavuk döner yemeden kebaba çıkmak’ gibi bir duruma sebep oluyor. Altıncı Kozmos sırasında ölümlü bir Taa-an olarak dünyaya gelen Galan, evreni sona erdikten sonra özünü evrenle birleştirip daha sonraki döngüye taşımayı başaran bir varlık. Burada artık insana yakın olan Galan, yerini Galactus, yani “Gezegen Lüpletici”ye bırakıyor.
Bu geçiş oldukça dramatik. İlk 6 Ay Anne Sütü Şart, çünkü bu her şeyin başlangıcı! Çok azımızın bildiği bir detay daha var ki Galan aslında Marvel evreninin genetiğiyle oynanmış çocuklarından biri. Anne şefkati ve ilgisinden uzak büyüyen Galan, doğal olarak empati ve vicdan gibi duygulardan mahrum bir çocukluk dönemi geçiriyor. Hatta onun elçisi olan Silver Surfer, işte bu yüzden zamanda yolculuğa çıkıyor ve Galan’a hem vicdan hem de empati duygularını öğretmeye çalışıyor. Ama tabii ki bu sırada Galan’ın gelecekte gezegenleri daha seçici yemesi gerektiğini düşünerek onun için bir eğitmen gibi çırpınıyor. Yetişkinliğe adım attığında, Galactus olarak adlandırılacak olan bu varlık, sonsuzlukta savrulmaya başlıyor.
Burada biraz komedi unsuru eklemekte fayda var; düşünsenize, Galactus artık galakside “Ellerimde Galactus, evrende ben açım!” diye dolaşıyor! Koskoca bir gezegenle doymak için marketlerin arasında kaybolmuş bir insan gibi, Galactus da kaçınılmaz olarak karşısında bulunan gezegenleri; “şunun tadı, bunun rengi” diye incelemeden aç gözlülükle kapıyor. Elçiye Zeval Olur, çünkü açlık çoğu zaman tembelliği de beraberinde getirir! Dolayısıyla Galactus’un açlığı arttıkça, ona hizmet eden Silver Surfer gibi elçilerin de “hızlı teslimat”çı görevi baş göstermeye başlıyor. Ancak Elçi muhabbeti de pek masum değil; ilk elçi olan “Fallen One” nasıl bir belaya dönüştü, biliyor musunuz? Galactus’la bir olan bu “kötü çocuk”, Galactus’a hizmet etme niyetini bozarak, adeta bir michelin yıldızlı aşçı misali, Galactus’a karşı gelmeye çalışıyor.
Söz konusu bu ferah ve komik durum ilerleyince Galactus’un açlığı yüzünden Norrin Radd olarak bilinen Gümüş Sörfçü devreye giriyor. Galactus, Zenn-La gezegenini gözünü kırpmadan yeme niyetiyle o kadar acıkıyor ki… Yani düşünsenize, “Ben acıkmışım, hadi oraya!” Ne kadar abartılı değil mi? Özellikle Norrin Radd’ın gezegeni kurtarma çabaları komik drama sosu gibi her yere yayılıyor. Norrin Radd, sıkı pazarlık yaparak kendisini Galactus’a satıyor; “Bana başka gezegenler bulursan, Zenn-La’yı kurtarabildin mi?” demesi de buraya eklenebilir. Gümüş Sörfçü, Galactus’a başka gezegenler bulmanın yeteneğiyle bir anlamda Galactus’un açlığının master chef’i oluyor!
Ancak işler pek yolunda gitmiyor; çünkü Galactus, Norrin’in kurbanı olmasını pek hoş karşılamıyor. “E peki, sana bu şansı tanırım” diye Norrin Radd’a göz mü kırpıyor? Elbette hayır, onun yerine sevimli ama karşısında bir o kadar da korkutucu olan Galactus, şimdi de “yeni elçilerle” gezegenler aramaya çalışıyor. O sırada Galactus’un vegan olmaya karar vermesi ise ayrı bir komedi unsuru. Portakallı Pekin Bilgisi, Galactus artık açlığını bilgilere yönlendiriyor; “Hayır, bana daha fazla bilgi lazım!” diyor ve bu ‘bilgi açlığı’ evrenin başka taraflarını da sarmaya çalışıyor. Hani ‘saman gibi bilgiyle ne karnımız doysun!’ sözü var ya, işte Galactus burada da fazla besin kaynağına ulaşmakta çok komedi unsuru barındırıyor.
Kısacası, Galactus bir zamanlar ‘Gökyüzünden amansız bir iştahla gezegenleri yiyen dev’ken şimdi bir ‘bilgi açlığı çeken eski gezegen yüceltiyorum insanıyım’ konumuna geldi. Artık onu asla unutmam mümkün değil, çünkü pratikte her zaman ‘sigara altlığı’ arayan aç bir insan olarak hafızalara kazınacak! MCU Galactus’un nasıl olacağı belirsiz ama bu çizgi roman hikâyesinden doğan ‘bilgi açığı’ çılgınlığı, belki de yeni bir dönem kozmik hikâyeciliğin kapısını açabilir. Ancak şu an için, sevgili Oyungezerler, karnınız yok, sırtınız pek olsun! Bir sonraki yazıda görüşmek üzere!