İlk Ghostrunner deneyimimden oldukça memnun kalmıştım. Küçük ama can sıkıcı bazı teknik sorunlar vardı; ancak bunlar göz ardı edilebilirdi. Çünkü harika seviye tasarımları ve eğlenceli oynanışları ile kaliteli bir oyun ortaya çıkmıştı. Oyun olarak, fiyat/performans yerine fiyat/içerik dengesine odaklanmak gerekirdi. Evet, bu açıdan bir hayli sıkıntı vardı ama gerçekten çok keyifliydi. “Tek yersin, tek atarsın” mantığı, üç boyutlu bir haritada, öyle sıradan yere yerleştirilmiş düşmanlarla deneyimlemek, özel bir burgerciden yemek yemek gibiydi. Yine hızlıydı, belki doyurucu değildi ama son derece lezzetliydi.
Ghostrunner 2 ise artık gerçekten bir “fine dining” deneyimi sunuyor. Her açıdan, HER AÇIDAN ilk Ghostrunner’dan çok daha kaliteli bir oyunla karşı karşıyayız. Bununla ilgili üç tane teorim var: 1. Ekibin, akıllarındaki ürünü geliştirmek için yeterli bütçesi olmayabilirdi ve ilk Ghostrunner ile biraz bütçe oluşturarak ikinci oyunu hayallerindeki gibi tasarladılar. 2. One More Level, ilk oyuna gelen tüm eleştirilere dikkatle yaklaşarak ikinci oyunlarında bu eleştirileri çözecek kadar yetenekli. 3. Bir zamanlar internet meme’i haline gelen harika bir söz: Neden her ikisi de olmasın? İlk oyunda beğenmediğiniz her şeyin ikinci oyunda bir şekilde düzeltildiğini söyleyebilirim.
Sevimli hayalet Casper şeklinde biraz eğlenceli bir yaklaşımda bulunmak istedim ve ilk Ghostrunner incelememde yapamadığım esprileri yapmaya karar verdim. Ancak bu şakaları bir kenara bırakacak olursam, ilk oyundaki hikaye anlatımı, “Cyberpunk temasıyla üç boyutlu bir platform oluşturmak istiyoruz ama hikaye konusunda yeterince yaratıcı olamadık” şeklindeyken, Ghostrunner 2 bunun yanında katiyen ciddiyetle hikayesini sunmaya kararlı bir oyunla karşımıza çıkıyor. Her görev sonrasında NPC’lerle etkileşime geçebildiğimiz bir hub, ek diyalog seçenekleri, sinematik sahneler, sanatsal anlatım tarzı… “İlk oyundan on kat daha iyi” demek istemiyorum çünkü ? ile ? nın kaç katı olduğunu bilemeyeceğim. Ama hikaye anlatımında küçük bir sorun var: Ben, bana saldırmaya niyetli düşmanlarla dolu bir parkurdayken diyalogları dinleyemiyorum. Üstelik bazı seviyelerde karakterlerin aralarında sohbet ettiklerine de tanık olmak mümkün. Diyalogun tam ortasında ölmeniz durumunda, geriden başlamanız sağlanıyor. Normalde bu durumlarda kendime yüklenmekten çekinmiyorum (SEN KAÇIRDIN DİYALOGU, SUÇUN!! gibi biraz sert bir yaklaşım), ancak Ghostrunner 2 gerçekten dikkat dağınıklığını affetmiyor. Bu yüzden biraz sert bir şekilde söylemek istiyorum: SENİN YÜZÜNDEN KAÇIRDIM DİYALOGU GHOSTRUNNER 2, SUÇUN!!!
İzin verirsen bir ara sıkılmayı düşünüyorum denilebilir ki, ilk oyunda oldukça kısa bir oyun süresi varken, Ghostrunner üzerinize tüm yeteneklerini hızlıca boca ediyordu. Kısa bir süre içinde tüm yetenekler açılıyor, tadını çıkarıyor ve ardından da oyunu tamamlıyor oluyordunuz. Ghostrunner 2’de ise… Oyun oldukça uzamış durumda. Bu durum, çok önemli iki şeyi çözmüş durumda. İlk olarak, oyun tüm yetenekleri hemen sunmuyor. Ne zaman ki bir yetenekten veya düşman tipinden sıkılmaya başlasanız, oyun bir yenisini sunarak “Burada daha fazlası var” diyor. Bir kez bile sıkılmaktan “Of…” dediğimi hatırlamıyorum ama gereksiz yerlerde öldüğüm için birkaç kez “AAAAAAAAAAA!!!!!!” demiş olabilirim! *
Ghostrunner 2, bu inceleme yazısının aksine (ehehe) tempo bakımından harika bir iş çıkarıyor. Tam anlamıyla bir roller coaster deneyimi… Önce bir düşmanla savaşıp sonra birkaç kişiyle konuşuyorsunuz. Yavaş yavaş yukarı tırmanıyorsunuz. Bölüm başladıktan hemen sonra parkur yeteneklerinizi kullanıyorsunuz ve tekrar aksiyonun içine dau döndüğünüz anlar yaşanıyor! bir kelimeyle digel göz ardı keşfettiğinizde kendinizi yukarı aşağı salınır durumda hissediyorsunuz. Bu durumda sadece yaya değil, bu tempoya motosikletin eklenmesi, insanı 12 yaşındaki çocuğun lunapark deneyimine götürüyor.
İYİ DE BENİM A2 EHLİYETİM YOK Kİ “Aksiyonun içindesiniz” demekle yetinmedim ama hayır. Ghostrunner 2’de öyle aksiyon sekansları var ki kalp ritmim bozuldu. Uzun zamandır böyle bir şey hissetmemiştim ve gerçekten çok iyi geldi. Kritik bir zıplamanın ardından başarılı bir dash yapıp düşmana saldırmanın verdiği his harika. Ayrıca, motosikletle öyle bir kaçış sahnesi var ki, tüm o manevraları oturduğum yerden yaparak kendimi dahil olduğumu hissettim. Motorun birkaç eğimli yüzeyde takılmasından başka bir sorun yoktu, bu arada. Böyle bir durumda, R tuşuna basarak bölümü son checkpoint’e sıfırlayabiliyoruz. Dolayısıyla bu bir sorun teşkil etmiyor.
Aksiyonun zirvesi tabii ki boss savaşlarından bekleniyor ama durum pek de öyle değil. T-073-M adlı makine dışındaki ilk oyundaki boss savaşları da oldukça sıradandı; dürüst olmak gerekirse. Uzun lafın kısası, ikinci oyundaki boss’lar ilkiyle kıyaslandığında daha iyiler ama yine de yeterli değil. Spoiler vermemek adına detaya girmeyeceğim ama Motosikletli boss savaşı oyundaki favorim. Bir an son boss zannettiğim bir savaştı; yine de düzenli bir yapıya sahipti, fazlasını beklemeden oynadım ama yine de tatmin edici olduğunu söyleyebilirim.
Ghostbusters (Bu şakayı çok düşündüm) İlk oyunun incelemesini sonlandırırken, fiyatının ne kadar pahalı olduğuna dair kısa bir sohbet yapmıştım. Şimdi… Ben bu konuyu tamamen unuttum, tekrar gündeme getirmek istemiyorum. Sonuçta oyun oynamamızın en büyük nedenlerinden biri eğlencenin içinde kaybolmak. Diğer bir ifadeyle, biraz da olsa endişelerden uzaklaşmak için oynuyoruz. Yanlış anlaşılmak istemem, bunu normalleşmiş hissetmiyorum. Sosyal medya üzerinde, “[en çok sevdiğiniz oyunun adı buraya yazılır] 2000 lira olsa bile değer.” gibi yorumlar gördüğümde, bilinçli bir tüketici olma arzum biraz azalıyor.
Konuyu dağıttım, özür dilerim ama şu küçük konuyu anlatmasaydım içimde kalırdı… Sonuçta, Ghostrunner 2; müthiş bir cyberpunk atmosferi, etkileyici müzikleri, değişik oynama özgürlüğü sunan seviye tasarımları, harika ayarlanmış temposu ve deneme yanılma yapma arzusu uyandıran oynanışıyla beklentilerinizin ötesinde bir deneyim sunuyor. (Hızlıca kötü bir şaka daha yapayım dedim; EVET BURADAN DA RUNNER’A SELAM ÇAKTIM, HOŞÇA KALIN!)