‘High On Life’ adlı oyunu ilk açtığımda neyle karşılaşacağımı aslında pek bilmiyordum. Bu yıl beklentilerimin düşük olduğu oyunlardan biri olarak öne çıkıyordu. Üstüne üstlük, “Rick & Morty”nin yaratıcısı Justin Roiland’ın isminin oyuna eklenmesi beni tedirgin etmişti; sıradan bir FPS oyunu olacağını düşünmüştüm. Ancak oyunun ilk saatini oynadıktan sonra, düşündüğümden çok daha fazla olduğunu fark edince 20 saatimi bu oyuna gömüverdim. Bunu açıklamamda fayda var.
ENVAİ ÇEŞİT GATLIAN, ŞİMDİ STOKLARDA
High On Life’ı gördüğümde oyunun oynanış biçimini tam olarak kavrayamamıştım. Evet, bir FPS oyunu fakat daha önce bu türde deneyimi olmayan ve ağırlıklı olarak VR projeleriyle tanınan bir firmadan geliyordu. Oyunda dört farklı silah mevcut ve her birinin kendine özgü yetenekleri var. Bu silahları kullanmak son derece tatmin edici bir his veriyor ve oyunun ilerleyen bölümlerinde girdiğiniz çatışmalarda bir güç fantezisi yaşamanızı sağlıyor.
Boss dövüşleri de hayli etkileyici olmuş; bu konuda beni şaşırtan bir diğer unsur da bu. Başlangıçta, sıradan ve sıkıcı boss dövüşleriyle karşılaşacağımı düşünüyordum. Ancak, bu dövüşler daha önce elde ettiğiniz silahları kullanmanızı gerektirecek şekilde iyi tasarlanmış. Birkaç tanesi gerçekten zorlayıcı, oldukça eğlenceli olmuş.
Sadece çatışmalar için değil, silahların kullanım amacını genişletmek adına platform unsurlarını etkili bir şekilde kullanabilirsiniz. Her silah, ulaşmadığınız yerlere ulaşmanızı sağlayacak özel yetenekler sunuyor. Örneğin, oyundaki pompalı tüfek ‘Gus’ın’ özelliği belirli duvarlara çakılabilen disk atmaktır. Bu sayede daha önce erişemediğiniz yüksekliklere ulaşabilirsiniz. Taramalı tüfeğimiz ‘Sweezy’ ise zamanı yavaşlatan baloncuklar oluşturarak geçmenizin zor olduğu platformları kolayca aşmanızı sağlıyor.
Bu özel yetenekler, oyundaki “luglox” isimli lootbox’lardan çıkan paralarla alabileceğiniz modifikasyonlarla oldukça değişken hale geliyor. Böylece, az görünen silah çeşitliliğiniz de artmış oluyor.
Platform unsurlarını ve nadir bulunan silahları konuşurken oyunun keşfedilmeyi bekleyen alanlarını da anmak gerekir. Toplamda üç ana mekân bulunuyor ve bunlar oldukça geniş. Özellikle zırhınızın Jetpack yükseltmesini aldıktan sonra keşfedebileceğiniz yerlerin sayısı önemli ölçüde artıyor.
Yine de, oynanışta can sıkıcı bazı unsurlar mevcut. Çatışmalar başlangıçta keyif verici olsa da, Squanch Games’in düşmanları dalgalar halinde getirmesi bir süre sonra sıkan bir etki yaratabiliyor. Düşman çeşitliliğinin kısıtlı olması ve bu dalgaların bazen aşırı uzun sürmesi, keyifli mücadeleleri sıkıcı hale getirebiliyor. Ayrıca, yapay zekanın zayıflığı da zaman zaman can sıkıcı bir deneyim yaşatabiliyor.
DÖRDÜNCÜ DUVARIN AĞZINI YÜZÜNÜ KIRMAK
Bu gibi sıkıcılıkları aşmak için High On Life, mizahi unsurlarla durumu eğlenceli hale getirmeye çabalıyor. Düşmanlar oyunda ölmeye yakınken “Zaten gerçekte değilim ki hehehe” şeklinde tepkiler verebiliyor ya da gözlerinizin önünden kaybolduğunuzda “Kelle avcısı hala buradaysan lütfen gidebilir misin?” diyerek sizi güldürüyor. Genel olarak, senaryodaki diyaloglar ve oyun dünyasında duyduğunuz her şey de oldukça eğlenceli. South Park ve Conker’dan esinlenen “pis” mizah, Rick & Morty ile Sunset Overdrive’ın meta mizahı ile birleşince ortaya heyecan verici ve dürüstçe eğlenceli bir atmosfer çıkıyor.
Bazı anlarda “Neden böyle oldu?” şeklinde gülerken, bazı yerlerde de sadece gülerek geçiştiriyorum. Uzun zamandır bir oyunda bu kadar eğlendiğimi hatırlamıyorum. Hatta bir başarım için 5 dakika boyunca televizyonun başında bekledim ve sonucunu görünce önce bir an sinirlendim, ardından gülmekten kendimi alamadım. Gerçekten, ‘High On Life’ oldukça eğlenceli bir yapım.
Oyunun meta mizahı, birçok easter egg ile birlikte geliyor. Youtube fenomenlerinden popüler kültüre kadar birçok referans mevcut. Kendimi bir noktada Red Letter Media’nın film izleyen ekibiyle bulmak gibi hoş anlar yaşadım. Ayrıca, ‘Kenny’ isimli silahımız durduk yere Donut County önerdi. Platform yaptığım kısımlarda ise Super Lucky’s Tale ve Mario Land sohbeti geçiyordu. Easter egg’ler sadece referanslarla sınırlı kalmıyor; bazı bölümlerde oyunun akışını değiştirecek unsurlar da bulunuyor. Hatta gizli boss dövüşleri bile mevcut.
Oyunun hikayesi başlangıçta basit bir yapı sergiliyor ama zamanla büyüyor. İsmi olmayan karakterimizin aile bireyleri tatile çıkınca dünya, uyuşturucu karteli G3 tarafından işgal ediliyor. Bu esnada, konuşan bir silah olan ve Gatlus gezegeninin sakinlerinden biri olan ‘Kenny’ ile tanışıp Dünya’yı kurtarmaya çalışıyorsunuz. Zamanla hikaye bazı ciddi unsurlar da barındırıyor. Oyun, çok fazla uzatılmadan yaklaşık 10-15 saat içerisinde bitiyor. Justin Roiland ve ekibi gerçekten başarılı bir evren yaratmış.
GÜLDÜK, EĞLENDİK..?
Önceki paragraflarda çeşitli şakalara atıfta bulundum ama High On Life gerçekten beni bolca güldüren bir oyun. Ancak mizahın, diğer oyunlar gibi oldukça kişisel bir zevk olduğunu biliyorum. Yani burada ne kadar örnek vermeye çalışsam da, bunları oyunda deneyimlemeden tam anlamıyla takdir etmeniz mümkün değil. “Rick & Morty’yi sevdiyseniz bunu da seversiniz” demek bile pek doğru değil, çünkü yaratıcılarından çıkmış olmasına rağmen sevmeme olasılığınız oldukça yüksek.
Bu nedenle, High On Life kendini önerilmesi zor bir oyun haline getiriyor. Silahların ve düşmanların sohbetlerini azaltmak için bir ayar mevcut, oynanış sağlam, ancak mizahı sevecek şekilde tasarlandığı için bazı yerlerde aşırı derecede etkili. Bu inceleme de, elbette, oldukça sübjektif bir değerlendirme sunuyor. Bunun altını çizmeyi gerektiği için yapmış olmam gerektiğini vurgulamak istedim.