Harry Potter kitaplarıyla büyüyenlerin büyük bir kısmı, mutlaka Hogwarts’ın büyülü atmosferini deneyimlemek istemiştir. Benim için de durum farklı değildi. O dönem biraz daha büyük olmama rağmen Hogwarts mektubunu beklemediğimin farkındaydım ama o zamanlar çıkan Harry Potter oyunlarıyla Hogwarts’ta derslerin peşinde koşma hayalleri kurmaktan kendimi alıkoyamadım. Nihayetinde, 20 yılı aşkın bir bekleyişin ardından Hogwarts Legacy bu hayali gerçeğe dönüştürdü. Cüppemi giymiş ve asaımı hazırlamış bir şekilde büyücülük dünyasına adım attım. Ancak “Hogwarts tecrübesi” denilince aklınıza gelen şey, muhtemelen Hogwarts ekspresidir. Hayalini kurduğunuz o etkileyici yolculuk ve nefis İskoçya manzaralarını izleyerek Hogwarts’a ulaşmayı umuyorsanız, yanıldığınızı söylemeliyim. Hogwarts Legacy, baştan itibaren Büyücülük Dünyası hakkında hızlandırılmış bilgiler veriyor. Bu gerekli çünkü oyundaki karakterimiz, emsali pek görülmemiş bir biçimde doğrudan beşinci sınıftan bahçe kapısını açıyor.
Bu durum, ilk kitapların çocuksu havasını tamamen ortadan kaldırarak daha karanlık ve olgun bir atmosferle ilk dakikalardan itibaren bizi etkisi altına alıyor. İlk sahneleri detaylandırmadan ilerleyeyim; karakterinizi oluşturmaya uygun seçeneklerle başlamanın ardından “badire” ve sonrasında Profesör Eleazar Fig’le birlikte Hogwarts’a katılıyoruz. Fig, Hogwarts’taki maceralarımız boyunca bizimle olacak bir rehber niteliğinde. Nihaî olarak Seremoninin sonuna doğru hızla yetişip hangi binaya katılacağımızı belirliyoruz. Eğer seriye iyi bir hakimseniz hangi binayı tercih etmek istediğinizi zaten biliyorsunuzdur. Bu seçimin hikâyeye etkisi minimal olsa da, ilerleyen süreçte bu tercihi değiştiremeyeceksiniz; dolayısıyla yeni bir karakter oluşturmak zorundasınız. Neyse ki, oyun size dört farklı karakter yaratma imkanı sunuyor, bu da her binadan bir karakter oluşturma fırsatı sağlıyor. Bu kararın tek etkisi, hangi Ortak Salon’da takılacağınız ve bazı basit görev dizileri. Elbette kendi binanızdaki karakterlerle daha fazla zaman geçirmek ve onları daha iyi tanımak da mümkün ama bu durum hikâyeye doğrudan etki etmez.
Aa, bu ismi tanıyorum! Oyunda bazı isimlerin tanıdık gelmesi de kaçınılmaz. Harry Potter, Hogwarts’a 1991’de başlamıştı; lakin bizim hikâyemiz 100 yıl öncesinde, 1890’da geçiyor. Eski isimler ise bildiğimiz karakterlerin ataları oluyor. Örneğin, Hogwarts Müdireti Phineas Nigellus Black, Sirius’un büyük-büyük-dedesidir. Sirius’un “Hogwarts’ın en sevimsiz müdürü” ifadesinin ardındaki sebepleri bir yıl boyunca deneyimleme şansına sahip olacaksınız. Benzer şekilde, Biçim Değiştirme profesörü Matilda Weasley de Ron’un ataları arasında yer alıyor. Ancak bu karakterler, bağlantılarla zorlayıcı bir “bulmacaya” dönüşmeyecek. İlgili olanlar, Leonardo DiCaprio meme’i gibi parmakla gösterip bağlantılar kurabilir.
Oyundaki Hogwarts, kitaplarda yer alan ile filmlerde görülenin mükemmel bir birleşimi. Karşımızda detaylarla dolu, gizemleri ve keşifle bekleyen sırları barındıran büyük bir büyülü kale var. Avalanche bu konuda gerçekten oldukça başarılı. Gizli geçitler, Sırlar Odası’na açılan belirgin detaylarla birlikte oyunun çevresini oluşturan her türlü öğeyi harfiyen eklemişler. Öyle ki son zamanlarda bazı oyuncuların altıncı kitabın sonunda yaşanan karakterin düşüş sahnesini oyundaki Hogwarts üzerinden hesapladığını bile duydum.
- Dersler oldukça keyifli ve çeşitlilik arz ediyor:
- Bitki Bilimi, Tılsım, Karanlık Sanatlara Karşı Savunma, İksir, Uçuş, Kehanet, Astronomi, Sihirli Yaratıkların Bakımı ve Sihir Tarihi dersleri.
Her ders, kendine özgü basit mini oyunlar içeriyor. Örneğin, Sihir Tarihi dersi sırasında dikkatli kalmak oldukça komikti. Okula beşinci sınıftan başladığımız için, profesörler bize arayı kapatmamız adına özel ek ödevler veriyor. Bu ödevleri tamamlamak zorunda değilsiniz fakat yerine getirirseniz, hem keşif hem de dövüşlerde işinize yarayacak büyüleri daha erken öğrenme fırsatına sahip oluyorsunuz.
Görünüşe göre, başlarda her şey güzel gidiyor. “Yıllardır hayalimdeki Hogwarts ve işte bu oyun!” diyerek keyifle ilerliyordum. Fakat maalesef, bu sihirli atmosfer bir yerden sonra dağılıyor çünkü hikâyenin merkezinin Hogwarts dışına kaydığını gözlemliyorsunuz.
Belirttiğim gibi deyince, birçok kişi Hogsmeade’i düşünüyordur; bu kısmen doğru. Okuldan kısa bir mesafede bulunan Hogsmeade’de zaman geçirme fırsatına sahip oluyorsunuz. Haritanın boyutu karşısında hayranlıkla “Oha, İskoçya’yı tamamen şekillendirmişler!” diyeceksiniz. Açık dünya konusunda oldukça cömert davranmışlar. Hatta “santimetre başına düşen ünlem miktarına” boğmak yerine daha dengeli bir yaklaşım sergilemişler. Aero ve bineklerin yanı sıra Uç Uç Ağı sayesinde haritanın tamamını keşfetmek daha keyifli hale geliyor. İlk etapta belki hissetmiyorsunuz ama bu açık dünyada geçirdiğiniz zaman, Hogwarts’taki sürenizden çok daha fazlasını alıyor. Eğer sadece “büyü okulu” kısmına ilginiz yoksa bu sizin için eksi olmayabilir; ama beklentisi olanlar açısından hayal kırıklığına yol açabilir.
Bunun sebebi, yanınızdaki karakterlerin sayısında biraz cimrilik yapılmış olması. Ben Gryffindor’a yerleştirildim ve oyun bana Cressida, Garreth ve Nellie gibi karakterleri ilk başta tanıttı ama kısa görevler dışında tatmin edici bir ilişki geliştiremedim. Ana görevle yakın ilişkide olan üç görev ve dört karakter bulunuyor. Bu karakterlerin yan görev serileri oldukça tatmin edici ve güzel işlenmiş. Özellikle Sebastian ve Ominis’in görev dizisi, Karanlık Sanatlar’ın ne kadar tehlikeli olduğunu etkileyici bir şekilde sergiliyor. Bu, oyundaki en sevdiğim bölümlerden biri oldu.
Karanlık Sanatlara değinmeden geçemem. Hogwarts Legacy Voldemort’tan ve hatta Grindelwald’dan çok daha önceleri geçmesine rağmen karanlık büyüler ile büyücülerin sıkıntısı yok. İlk baştan itibaren bir cincüce isyanının ortasında buluyoruz kendimizi. Ranrok, Ashwinders adında bir karanlık grup ve diğer cincücelerle birlikte “bir şeylerin” peşine düşmekte. Bizim bu isyanın merkezine girmemiz ise karakterimizin nadir bir “kadim büyü” sezme yeteneğine sahip olmasından kaynaklanıyor. Daha sonra bu yetenekleri etkili bir biçimde kullanmaya da başlıyoruz.
Dövüş sistemiyle ilgili olarak önceden bazı kaygılarım vardı, fakat oyun bu konuda oldukça eğlenceli ve ilginç bir sistem yaratmayı başarmış. Her büyü, bir kategori ve renk eşleşmesine sahip. Kırmızı hasar, sarı kontrol, mor ise etki büyülerini temsil ediyor. Eğer düşmanınızın kullandığı kalkan belirli bir renkteyse, öncelikle o renkten bir büyü ile kalkanı kırmanız gerekiyor. Yani sarı bir kalkanı varsa Levioso ile kalkanı kırıp havalandırıyorsunuz, ardından Descendo ile yere çarpıyorsunuz. Düşmanlarınız da yine aynı şekilde tepkiler veriyor. Yani dövüşlerin alanında bir tempo oluşuyor ve ilerledikçe bu sistem daha da şova dönüşüyor. Talent’lar açıldığında, düşmanı silahsız bıraktıktan sonra silahı havada yakalamak ve kafasına fırlatmak gibi eylemler mümkün.
Maalesef, eleştiri noktasında bir derdim var: Talent sistemi oldukça lineer ve fazla seçenek sunmuyor. Oyun sonuna doğru daha çok “Tamam hadi Ancient Magic yapayım da gideyim” moduna girdiğimi hissettim. Bunun dışında, bulmacalarda veya dövüşlerin dışında kullanılan farklı büyüler mevcut. Bu büyüler mavi ve yeşil kategorileri arasında yer almakta ve çoğu zaman keşif ve bulmacalarda kullanılıyor.
Karanlık sanatlar, sanattır! Hogwarts Legacy içerisinde, Affedilmez Lanetlerle ilgili olarak üç türü de öğrenip kullanma imkânına sahipsiniz. Ama bu, basitçe geçiştirilen bir konu değil; Sebastian ve Ominis’in görev dizileri de bu lanetler üzerine şekilleniyor. Affedilmez Lanetler’in kendisi, gerçekten de dikkat çekici. Karşınızdaki düşmanın kalkanı ne olursa olsun o kalkanları kırmaya yarıyorlar.
Bu kadar büyü varken dört aktif büyü slotuna nasıl yetiyoruz? Gerçekte yetemiyoruz. Hızlıca değiştirebildiğimiz 3 set daha açabiliyoruz, fakat bu bile tam anlamıyla yeterli olmuyor. Burada dikkat çeken bir tasarım tercihi olması da, bazı tiplerin slot kaplamasının gereksiz olması. Yani bazı büyülere ikinci bir fonksiyon eklenebilirdi. Hemen hemen her şeyin slotsuz olduğu bir sistem kurulmuş. Neyse ki, ekipmanlarla ilgili sistem göze çarpıyor ve renk kodlaması mevcut.
İhtiyaç Odası ise birçok mekanik ile birlikte döngüsel bir sistem yaratıyor. Burada yapmadan geçmeyeceğim: Deek adında bir ev cini ile her türlü iksir ve bitki ihtiyacını karşılayabiliyorsunuz. Ayrıca, Vivarium alanı, tehlike altındaki büyülü hayvanları yakalamak ve beslemek için kullanılıyor. Bu büyü hayvanlarıyla büyü iksirlerini hazırlayabiliyorsunuz, ancak bu süreç oldukça geri dönen bir haliyle geçiyor.
Sonuç olarak, Hogwarts Legacy bugüne dek çıkan en iyi Harry Potter oyunu olduğunu savunuyorum. Hogwarts’taki bölümlerin tadı damaklarda kalıyorken, daha güçlü bir ekipman sistemi ve daha fazla yan karakter sunulursa, bu tecrübe çok daha etkileyici hale gelecektir.
Digital Drama Edition Başlangıçta, Hogwarts Legacy ile ilgili incelemelerde bazı yerlerde, oyunun aşırı methedildiği ile ilgili yorumlar görebilirsiniz. Ancak, bu durum aslında yalnızca Harry Potter serisi yazarı JK Rowling’in yüzünden kaynaklanan bir drama ile ilgili. Rowling, birkaç yıl önce feminizmi savunan görüşler ortaya koyarak, trans haklarının kadınların haklarını tehdit ettiğini belirtmişti. Bu, birçok kişi tarafından tepkiyle karşılandı. Emma Watson ve Daniel Radcliffe gibi isimler dahi bu durumdan etkilenip Rowling’e karşı tavır aldılar. |
Hogwarts Legacy’nin bu tartışmalar içinde yer alması, oyunu boykot edenlerin çağrılarıyla gerçekleşti. Birçok inceleme videosu, “Bu oyunu almayın” derken, tam tersine, bazı oyuncular oyunu satın alma kararı aldılar. Dolayısıyla, hem boykot edenler hem de etmeyenler oldu ama sonuç olarak Hogwarts Legacy, önemli bir popülerlik kazandı. Ancak, benim görüşüm, “Biz bunu inceledik ama siz oynamayın” diyerek iki yüzlülük yaptığına inandığım yayıncı kuruluşlar için geçerli. Avalanche ve Portkey Games, Rowling’e olabildiğince uzak durarak, herkesin kucaklandığı bir oyun tasarımlıyor. İşin gerisini diyecek olursak, bu meselenin üstündeki görüş ve yargılar konusunda en büyük önem, sizin kendi düşüncelerinizdir. Bu nedenle, bu yazıda, konuyu adaletli bir biçimde ele almaya çalıştım; gerisinin yorumlarınıze aittir. |