Left 4 Dead’i ilk duyduğumda içim heyecan ile doldu. Resident Evil tarzında ama FPS ve birlikte oynama fikri çok çekici geliyordu. Ancak zamanla aradığımı bulamadığımı anladım. Kafa göz dalma olaylarının ön planda olduğu, takım çalışmasının pek de gerektiği bir oyun olmadığını fark edince heyecanım azalmıştı. Sonrasında sevmeye çalışsam da, bu yapının beni sarmadığını gördüm ve dört kişilik co-op oyunlarına yönelmedim. Ancak, Serpil abladan gelen “Kopenhag’a, basın etkinliğine gitmek isteyen var mı?” mesajı her şeyi değiştirdi. Kopenhag’a gitmek bir yana, GTFO ile tanışmak benim için çok değerli bir deneyim oldu. Çünkü yıllar önce Left 4 Dead’den beklediğimi bu oyunda buldum.
Ölmek var, sıkmak yok! Bakıldığında, GTFO birçok benzeri oyuna benziyor. Dört kişilik ekip olarak çeşitli canavarlarla dolu bir bölüme başlıyoruz ve amacımız belirlenen görevleri yerine getirerek son noktaya ulaşmak. Ancak, bilindiği gibi, L4D tarzı oyunlarda taktiksel düşünmek mümkün olmuyor; ilerlerken yalnızca silahlarımızı ateşlemek yeterli. GTFO’da durum çok farklı; eğer bu şekilde oynarsanız, ikinci odadan sonra mermileriniz tükenecek ve üçüncü odada büyük bir sorunla karşılaşacaksınız. Bu, çok daha zorlu bir hayatta kalma deneyimi sunduğunu gösteriyor. Oyun, girdiğiniz odalardaki düşmanların çoğu uyuduğu için dikkatlice hareket etmenizi gerektiriyor. Eğer fazla ses çıkartırsanız, düşmanlar uyanıp üzerine salınıyorlar. Yanlarına sessizce yaklaşmak ve pıçağınızı kullanmak zorundasınız. Bazen iki düşman yan yana da olabiliyor; bu durumda da ekip arkadaşınızla koordineli hareket etmeniz gerekiyor ki ikinci düşman uyanmasın.
Oyunda sessiz bölümlerin haricinde, düşmanların dalga dalga üzerinize geldiği kısımlar da mevcut. Bu anlarda cephanenizi dikkatli kullanmanız gerekiyor. Kapı açılırken bu alanda beklemek zorundasınız. Ancak burada tek başınıza durmak, çevredeki düşmanları da atlatmak hem oldukça zorlayıcı hem de stresli bir deneyim oluyor. Eğer en son kayıt noktasından yirmi dakika önce geçtiyseniz, alarmı devreye sokacak o düğmeye basmak için hiçbir isteğiniz kalmıyor. Arkadaşlarınızın itirazlarını duymak da pek hoş olmuyor. Tek çare kapılara mayın koyup bir mücadele vermek.
Yok mu bilgisayardan anlayan birisi? Terminal kullanımı oldukça önemli. Bu araçlar sayesinde bölgedeki kaynakları bulabilir ve eşya hakkında bilgi alabilirsiniz. Eğer aradığınız eşya terminalin bulunduğu aladaysa, PING ESYA_ADI_NUMARASI yazarak etiketleyebilirsiniz. Yapmanız gereken basit bir komut girişi yapmak. Ancak, burada geliştiricilere bir eleştirim var; neden daha basit bir programlama dili eklemiyorsunuz? Çevrede sağlık kitleri olup olmadığını kontrol etmek için neden beş dakikamı harcıyorum? Birisini çağırdığımda daha pratik bir çözüm bulabilmek güzel olurdu.
Oyun atmosferi oldukça güçlü. Bir yandan karakterlerinizin yoğun korkusunu hissediyorsunuz, öte yandan oyun yükleme ekranından itibaren yoğun sis, harika aydınlatma ve başarılı ses tasarımı sayesinde derin bir deneyim sunuyor. Tek kişinin oynadığı GTFO, GTFO değildir yeğen! Eğer bir ay boyunca “Öf nalet olsun yhaa, geliyorum!” diyerek oynamak istemiyorsanız, bu noktada iki seçeneğiniz var. Benim gibi sosyallikten kaçan biriyseniz botlarla oynayabilir veya rastgele bir oyuncu bulabilirsiniz.
Botlar son derece işe yarar; doğru zamanda saldırıp hedef alıyorlar. Verdikleriniz emirleri çoğu zaman yerine getirirken, kaynakları da işaretliyorlar. Oynadığım süre içerisinde bir şikayetim olmadı. Ancak oyunda eğer altıdan geri dönüyorsanız ve bağlanacak bir şey bulamıyorsanız, birkaç kez Alt+F4 yapmışlığım var. Eğer sosyal bir oyun sever iseniz, match making sisteminden bir ekip bulabilirsiniz. Oyunun topluluğu genel olarak iyidir; rahatsız edici oyuncularla pek karşılaşmazsınız. Ancak en iyi çözüm, arkadaşlarınızla birlikte oynamak ve bölümleri keşfetmek olacaktır.
GTFO’nun lobisi bir miktar hayal kırıklığı yaratabilir. İlk denememizde oyunu kurmak için neredeyse yarım saat beklemişiz. Bazı yükleme ekranlarında takılmalar olmuştu. Ancak son hafta bu tür sorunlar yaşamadık. Çok sorun yaşamadıysak o günü şanslı geçirdiğiniz düşünebilirsiniz.
Oyunun lobisi haricinde eksiklikleri yok mu? Bu soru hakkında net bir yanıt vermem zor. Ne söylesem kişisel bir yorum olacak. Daha fazla kayıt noktası isteyebilirim, ama bu oyunun hardcore bir kitleye hitap ettiği için bu belki ruhuna aykırı olabilir. Aynı durum hikaye sunumu için de geçerli. Geliştiriciler, bilgiyi keşfetmekte sabırlı olmamızı bekliyor gibi görünüyor. Düşman çeşitliliği olsa iyi olur derken, daha fazla düşmanın demek ben de yirmi saatte sadece dört bölümü bitirebildim, daha fazlası sizin için ne anlam ifade ediyor diye düşünürken kendimi buluyorum. Genel anlamda, oyunda nefret edeceğim bir şey yok ve aklımdan geçen her alternatif tamamen öznel bir öneri.
GTFO’nun Steam’deki açıklamaları da ifade ettiği üzere, bu oyun herkese uygun değil. Eğer ağır tempolu, zor bir hayatta kalma, korku ve co-op FPS arayışındaysanız, mutlaka göz atmalısınız. Ancak, eğer sabırlı arkadaşlarınızı bulamıyorsanız, muhtemelen bu oyunu atlayabilirsiniz.
Kopenhag Macerası
Basın etkinliği düzenlemek gerçekten de bir tür çakallıktı. Şikayet ettiğimden değil; yine olsa yine giderim! Fakat bu incelemeyi okuyanların, oyunu satın almak isteyeceklerin bilmesi gereken bazı gerçekler var. Teknik açıdan, kimse yüksek not veya olumlu bir inceleme karşılığında bunu yapmıyor. Eğer bir firma basın etkinliği düzenliyorsa, büyük ihtimalle kendi oyuna güveni var demektir. Çünkü birçok masraf karşılanarak, inceleme yapılmak için mutlaka bir hazırlık yapılması gerekiyor. Hatta yazar, oyunu beğenmezse bu harcamalar gereksiz hale gelebiliyor. Diğer taraftan, yazarın tüm masrafları karşılandığı için, oyun öncesinde ekiplere katılma fırsatım oluyor, böylelikle oyuna karşı pozitif bir bakış açısı gelişiyor. İnceleme yazarken objektif olmaya çalışsam da etkinlikten kopmamak gibi bir durum söz konusu. Burada paylaşmak istediğim deneyimlerim var. Gün -1: Davet Serpil abla “Kopenhag’a gitmek isteyen var mı?” mesajını görünce hemen atladım ama kafamda bir soru işareti vardı; bu benim ne kadara mal olacak? Zira tüm masrafların karşılandığını düşünmemiştim. Gün 0: Hazırlık 10 Chambers benimle iletişime geçti ve pasaport bilgilerimi istedi. Her şeyi sağladıktan sonra, yolculuktan bir gün önce biletleri kontrol etme ihtiyacı hissettim. İsimdeki hata hemen hemen tüm biletlerde görünüyordu. Neyse ki müşteri hizmetleriyle 9:55’te bağlanıp hatayı düzelttim. Gün 1: Yolculuk ve Yemek Başka bir hata yapılmamış gibi görünüyordu. Kopenhag’a vardığımda ilk fark ettiğim şey, bedava olan Starbucks standıydı. “Medeniyete geldim!” dedim ama maalesef orada durup kahve içecek vaktim yoktu. Çünkü beni bekleyen bir şoförüm vardı. İlk defa bir havaalanında birinin beni beklediğini gördüm! Yaklaşık on beş yirmi dakikalık bir yolculuğun ardından, Kopenhag Marriott’a ulaştı. Resepsiyonda soy isim hatamı anlatınca, her şeyin ödendiğini öğrendim. Ancak bunu kabullenmek biraz zor oldu. Odam hazır olmayınca, merkezde dolaşmak zorunda kaldım ve aç bir şekilde geri döndüm. Akşam yemeğimi beklemek için yanımda getirdiğim kruvasanı yedim. Restoranda kaybolmuştum, çünkü her bir masada çok sayıda insan vardı. Garson, on porsiyon yemek gelecek dediğinde, ilk porsiyon geldiğinde içimden “Nasıl aç kalmışım” diye düşündüm. Ancak sonunda iyi bir sohbet ve lezzetli yemeğin ardından otelin yoluna döndüm. Gün 2: Oyun Günü Güzel bir otel kahvaltısı yaptıktan sonra checkout yaptım. İki günlük ücret ödenmişti. Oyunun ardından şehir merkezini gezmeyi de planlıyordum. Nihayet Unity ofisine geçtik ve geliştiricilerle birkaç saat oyunu oynama şansım oldu. Lakin bilmediğim insanlarla oynamanın daha eğlenceli olduğunu düşünüyorum. Havaalanında check-in yaparken, en ucuz bileti aldıklarını ve yanımda yalnızca bir çanta bulundurabileceğimi öğrendim. Tam o sırada zengin olmayı düşünmeye başlamıştım ki, kendimi toparlamayı başardım. Unity ofisinden hediyeliklerimi toplayıp Prag’a geri döndüm. |