Evet, Kadir İnanır konusunda dikkatimi çektim ama yaptıranların utanç duyması gerekir. Kumarbazlığı, hilekârlığı ve hergeleliği öğreneceğim! Zira başlangıçta “Kamelot’un kralı olacağız, Excalibur’u alıp şövalyeleri yanımıza toplayacağız. Vay canına, sen Sir Lancelot ol, ben de Sir Bedivere… Britanya’yı harika bir hale getireceğiz!” diye umut vermek, sonrasında ise birini bu kadar yarıda bırakmak doğru değil. Elbette bahsettiklerim oyunda mevcut; hem de çok daha fazlası. Ancak bu unsurlar, yokmuş gibi bir tutum sergiliyor. İzin verin, bu konuyu baştan açıklayayım. Yanınıza bir sandalye çekin, ateşin etrafında oturalım.
Olaylar, efsanelerdeki gibi başlıyor aslında. Arthur, oğlu Mordred’i savaş esnasında öldürmüş, kendisi ise ağır yaralanmıştır. Tam da kehanetler doğrultusunda Avalon’dan Gölün Hanımı tarafından iyileştirilip geri dönecektir ki… Her şey korkunç bir şekilde ters gider. Arthur’u Avalon’a taşıyan gemi karanlık bir güç tarafından ele geçirilmiştir. Artık o, bildiğimiz Arthur değildir; korkutucu bir kötülüğe dönüşmüştür ve şövalyelerin ölümden sonra mutlu bir şekilde gidecekleri Avalon, bir kabusa dönüşmüştür. Gölün Hanımı’nın elinde de Arthur’u engelleyebilecek bir grup ölü şövalye var. Ancak hangisi Arthur’u alt edebilir ki? Elbette, öyle bir öfkeyle yanmakta olan Mordred, babasının karşısında onu yenebilecek tek kişidir. Eğer biraz destek alırsa… Neden olmasın?
Oyun, başlamadan önceki beklentilerimi tamamen altüst etti ve kesinlikle iyi yaptı. Hikâyeye farklı ve ilginç bir bakış açısı getirildi. Britanya’nın kırlarında Kral Arthur olarak at sürmek yerine, Mordred olarak Camelot’un Avalon’daki benliğini yönetiyoruz ve Arthur’a karşı ikinci bir Yuvarlak Masa kuruyoruz. Mordred’in diyaloglarında, seçim yapma şansımız da mevcut. Arzu ederseniz, geçmişte kendisine ihanet eden ve daha olgun bir tavır sergileyen bir Mordred ile oynayabilirsiniz; isterseniz de öfkeyle dolup taşan, ataran bir karakterle… Ancak neler yaparsanız yapın, sonuç değişmiyor. Oyun, bu konuda büyük bir sorunla karşı karşıya.
Gerçekten de King Arthur: Knight’s Tale pek çok özelliği ile dikkate değer. Orijinal hikâyeye sadık bir şekilde ilerliyor ve beklediğiniz birçok karakteri görüyoruz. Arthur’u büyüten evlatlık babası Sir Ector, evlatlık kardeşi Sir Kay, Tristan ve Isolde, Kraliçe Guinevere, Kutsal Kâse peşindeki Sir Percival, ve elbette, ejderha saldırılarıyla dikkat çeken Merlin gibi isimler burada. Yine de, hikâyenin karanlık ve farklı yönü, Avalon’un kötülüğün pençesi altında olduğu gerçeğidir; pek çok kez yaptığınız tercihler, yanınıza katılacak karakterleri bile etkiliyor. Örneğin, kısa bir parşömen ile Arthur’un görevlendirdiği ve ölmüş olan Isolde’u diriltebilir ve Kamelot’a gömebilirsiniz. Oyunların çoğunda, arkanızda bekleyen şifacılar olurken, sevdiklerinizin ara sahnelerde ölümüne tanık olmak durumunda kalırız. Ancak Isolde’un dirilmesi beni şaşırttı, bu harika bir keşifti. Yine de, Isolde dirildikten sonra karakterlerin bu duruma karşı bir tepki vermemesi, “Sevgilimi geri getirdin, sana olan sadakatim arttı” gibi bir geri dönüş beklemek yerine, sadece basit bir Achievement ile yetinmek zorunda kalmamız ironik.
- Etik sistemi iki eksende işliyor; Hristiyanlık ve Eski Tanrılar ile Adalet ve Tiranlık.
- Her seçim, yanınıza katabileceğiniz ekstra karakterleri etkileyebiliyor.
- Arthur’un yetkili olduğu karakterler, sadakat eskileriyle ilişkilidir, bu da savaşlarda başarı sağlamada etki ediyor.
Ancak yine aynı noktaya dönüyoruz; sadakat sağlansa dahi, bunun hiçbir önemi yok. Hiç kimse sadakatini korumazsa, paralel bir yapı kurmadıkları sürece Camelot’tan dışlanmıyorsunuz ya da zırhlarınızı alıp gitmiyorlar. Tek kaybettiğiniz şey, hasar puanları. Sonuç olarak her şey yalnızca savaşlara bağlı. Bu savaşların niçin bu kadar sıkıcı ve tek düze olduğunu anlamak da mümkün. Evet, savaşlar müthiş derecede tekrara dayalı; cenk eden herkes benzer özelliklere sahip.
İşlerin tekrara dönebildiği bir diğer husus da, düşmanlar ve haritalardır. Diyelim ki düşmanlarınızdan biri öldüğünde 3 tur içinde yeniden diriliyor; diğer bir düşman grubu da tur başında hasar almasını engelleyebiliyor. Şövalyelerinizin sınıfları belirli özellikler ile kısıtlanmış. Oyunun başında, sınıflardan çoğu mevcut bile değil. İkincil işlevsel becerileri, sınıflara göre dağılmış ve her karakterin sınıfına özgü çeşitli yetenekler mevcut. Ancak, bu olumlu farklılıklar oldukça az ve savaşın seyrini büyük ölçüde değiştiremiyor. Toplamda, 12 şövalyeye ev sahipliği yapan Yuvarlak Masa’da yer alıyorlar ancak bunları açmak için Camelot’taki geliştirmeler ve eklemeler yapmak şart.
Oyun içerisinde ciddi bir optimizasyon problemi var. Oyun boyutu 120 GB’a yaklaşsa da, grafikleri öyle etkileyici değil. O yüzden alanın neden böyle harcandığını anlayamıyorum. Ayrıca, düşük grafik ayarlarında bile oldukça yavaş çalışıyor ve yükleme süreleri uzun. Dolayısıyla optimizasyonun göz ardı edildiği hissine kapılıyorum.
Sezar’ın hakkını Sezar’a, Arthur’un hakkını da Arthur’a vermeliyim. Bu oyun benim için bir dönüm noktası. Daha önce senaryosunu aşırı beğenip, oynanışından pek zevk alamadığım bir oyun olmamıştı. Temel mekanizmalar oldukça sağlam; eğer karakterlere yeni yetenekler ekleyip, yan görevler ve optimizasyon sorunları üzerinde durulursa, bu oyun puan kazanabilir. Ancak şu anki haliyle, baharat eksik bir yemek gibi, tat vermiyor.