Life is Strange: Double Exposure İncelemesi – Paralel Evrenler ve Kelebek Etkisi
"Life is Strange: Double Exposure" incelemesiyle paralel evrenlerin ve kelebek etkisinin derinliklerine dalın. Oyun dünyasını keşfedin!
15 saat önce
Paralel evrenlerin gerçekten var olup olmadığını, varsa buralarda benim de yaşayıp yaşamadığımı ve o versiyonlarda nasıl bir hayatım olabileceğini sıkça düşünürüm. Bu tür sorular benim iç dünyamda sıklıkla yankı buluyor. Elbette, birçok kişi de hayatındaki dönüm noktalarına dair bu tarz sorgulamalar yapıyordur. Ancak mesele sadece önemli kararlarla sınırlı değil; evden 5 dakika geç çıkmak bile hayatımızın seyrini değiştirebilir. İlk Life is Strange oyunu, bu “kelebek etkisi” dediğimiz kavram üzerine kurgulanmıştı. Double Exposure ise, kelebek etkisini ve paralel evren fikrini harmanlayarak, şaşırtıcı bir doğaüstü hikaye sunmakta.

Ne çektin be Max!İlk oyunda 18 yaşındaki fotoğrafçılık öğrencisi Max, Double Exposure’da 20’li yaşlarının sonlarında, Vermont’taki kurgusal Caledon Üniversitesi’nde misafir öğretmen olarak karşımıza çıkıyor. İlk oyundaki olayların ardından, Max doğaüstü yeteneğini bir daha asla kullanmamaya söz vermiş, sürekli gezerek fotoğraflar çekmiş ve hatta bazı ödüller kazanmıştır. Caledon Üniversitesi’nde 6 aydır huzurlu bir hayat sürerken, en yakın arkadaşı Safi’nin gizemli bir şekilde öldürülmesiyle geçmişiyle yüzleşmek zorunda kalıyor ve dahası, paralel evrende geçiş yapabildiğini keşfediyor! Diğer evrende Safi’nin hâlâ hayatta olduğunu, ancak tehlike altında olduğunu anlayınca, boyutlar arasında gidip gelerek hem katili bulmaya hem de onun diğer boyutta da ölmesini engellemeye çalışıyor. Kısacası, doğaüstü bir dedektif olarak görevine devam ediyor.
Ya Max sen hayırdır?Doğaüstü bir dedektif olarak, Max kampüste kilitli öğretmen odalarına rahatça girebiliyor ve içerideki eşyaları araştırmaktan çekinmiyor. Her ne kadar odalar dışarıdan görülebiliyor olsa da, kimse ona “Burada ne yapıyorsun?!” diye sormuyor. Bir yandan da, tanımadığınız birinin telefon şifresini sorduğunda, şok oluyormuş gibi yapmak yerine hemen yanıt veriyor. Evet, senaryoya geçersek; başlangıçta “Kim Safi’yi öldürdü?” merakı dolu olsa da, işlerin karmaşıklaşmasıyla birlikte senaryo sizi hayal kırıklığına uğratıyor. Sonlarda yaşananlar ise pek tatmin edici olmuyor. “Max geri dönecek” ifadesiyle, bir sonraki oyunla ilgili belirsizlik oluştursa da, benim hoşlandığım bir karakter bulunmadığından bu belirsizlik ‘ilgi çekici’ kalmıyor.

Senaryo ve karakterler zayıf kalırken, oyun görsellik ve atmosfer anlamında ön plana çıkıyor. Karakter animasyonları, çevre tasarımı ve manzaralar oldukça etkileyici. Atmosfer, özellikle Vermont’un serin havasını ve sıcak bar ortamını çok iyi yansıtmış. Ancak gezilebilecek mekanların kısıtlı olması, oyuncuya kısıtlayıcı bir deneyim sunuyor. Genellikle aynı yerler arasında dolaşırken, bir boyuttaki kapalı kapılar diğer boyutta açık oluyor. Bu durum, oyunun dinamiğini belli seviyede ilginç kılsa da, yapmanız gerekenleri gözden kaçırdığınızda Max’in yönlendirmeleri sizi sıkıntıya sokabiliyor.
Sosyal medyanın oyunda bile bunaltıcı olması?Max’in telefonuna gelince; Twitter/X benzeri bir sosyal medya platformu sürekli güncellemeler gönderiyor ve bu da oyunun akışını yavaşlatıyor. Geçici olarak duraklatan bu mesajlar arasında, hikayeyle ilgili olmayan “geylikler” ise oldukça yorucu geliyor. Bir Life is Strange geleneği olarak, arka planda çalan müzikler atmosferle uyumlu bir şekilde sarıyor. Fakat hikaye ve karakter derinlikleri, özellikle ilk oyunun kalitesine ulaşamıyor. Yine de, ilk oyunu sevenler bu oyundan keyif alabilir; ancak daha iyi bir devam oyunu olması konusunda umut beslemekten kendimi alamıyorum.







Henüz yorum yapılmadı, ilk yorumu sen yapmak ister misin?