Sevgili Oyungezerler, bugün sizlere “Oynadınız Mı?” serimizin yeni konuğu Phoenix Springs ile geldik. Her ne kadar başımızı döndüren o yoğun günlük yaşamın içinde kaybolmuş olsak da, hayatımızı renklendiren bu tür oyunların güzelliklerini unutmamak gerek! Phoenix Springs, elinde kahve fincanı ile uzaktan beliren bir eski dost misali, karşımıza gerçeküstü bir hikaye ile çıkıyor. Dikkat, kaybedilen bir kardeşin peşinden gitmek için uyanık olmalıyız; bu oyun, bir dedektif gibi düşünme yetimizi sınarken, aynı zamanda zaman zaman gülümsememize de neden oluyor.
Phoenix Springs ne yana düşer? İşte tam burada bir trenle başlıyoruz. Ana karakterimiz Iris, öz kardeşi Leo Dormer’ı aklında hep yaşatıyor ve o günü hatırlamaya çalışıyor. Tren yolculuğunun verdiği haz ile beraber, evde yaptığı ufak tefek araştırmalar sonucunda Leo’nun kaybolduğu adresi öğreniyor. Bu, tam bir dedektif hikayesi gibi değil mi? Olayların çözümü burada başlıyor. Bir yanda sevinçli bir arayış, diğer yanda kaygı dolu bir bekleyiş… Siz de merak etmiyor musunuz? Iris hemen yan binada oturan bir adamdan kardeşinin bir üniversiteye girdiğini öğrenince, “İyi de bana niye söylemedin” diye haykırmak istiyoruz! Hemen oraya doğru yola çıkıyor. Eğitim hayatında bir anda akademisyen olan kardeşi için acaba neler bulacak?
Iris’in yeni adresinde ilerledikçe, Leo’nun ne denli önemli bir kişi olduğunu keşfettikçe itilip kakılma hissi biraz daha artıyor. İşte sıradan bir evde bile ne kadar derin sırların gizli olabileceğinin örneği! Bizlerin araştırma olayına olan merakımız ve oyuncuların “Burası neden bu kadar önemli?” sorusunu sordurması için gelin biraz daha derinlemesine bakalım. Kardeşinin evine ulaştığında, “Kardeşim nerede, ben onu kurtaracağım” diyerek bir av peşinde koşmaya başlıyor. Sürprizlere açılan kapının ardında, Leo’nun kendisine “Phoenix Springs’e gitme” demesi, hikayenin tam ortasına bir tamlama bırakıyor. “Ama neden?” diye haykıracakken, Iris’in bitmek bilmeyen azmi devreye giriyor. Zaten bu hikâyenin en güzel yanı Marcel Proust’un “Kaybedilmiş Zamanın Peşinde” romanını andıran bir yalnızlık içerisinde kaybolmuş anılarla dolu.
Peki, Phoenix Springs’in görsel tarafı nasıldı? Şahane! Eğer “Görsel stil” bir bardak kahve ise, bu oyun onu kesinlikle perfecto bir şekilde demlemiş. Mekanlar ve nesneler o kadar güzel bir palet ile rengarenk resmedilmiş ki, sanki bir tablonun içindeyiz. Gözümüze resmen bayram! Ama unutmadan, atmosfere ilişkin söylenebilecekler bu kadarla kalsa iyi, çünkü seslendirme konusunda biraz karışık bir durum var. Baş karakterin sesi, düşündüğümüz o derin cümleleri neredeyse mekanik bir tonla ifade ediyor. Bazen “Yani bu oyun kötü mü, yoksa kendine özgü bir tarz mı?” dedirtiyor. Fakat ilk izlenimlerin kurbanı olup “Bu ses neden böyle?” diye düşünmektense, hikayenin tadını çıkarmamız gerek. Hadi bakalım, şimdi bir dedektif gibi düşünme zamanı!
Oynanış kısmına geldiğimizde, bazı temellerin çok basit olduğunu görüyoruz. Yine de dikkat edin; bu basitlik sizi aldatmasın. Oynarken düşündüğünüz her seçim ve sorgu, hikayeyle dolu bir maceranın kapısını aralıyor. Envanter yerine içinde sorular barındıran bir not alma şeklini benimsiyor sistem. “Neyse ki kriterleri belirlemek için gerçekten sıradan bir düşünceye kapılmıyoruz,” demekten kendimizi alamıyoruz. Oyuncunun düşünme becerisini geliştirme yolunda bir egzersiz yapmasına yardımcı olan bu sistem, bir de ödül sistemi ile birleşince işte tadından yenmez bir lezzet çıkıyor. Bir tür “dikkat ve refleks” sınavı gibi!
Tabii ki, bazı oyuncular bu düzene biraz daha zorlu bir sistem arayabilirler – her şeyi deneyip doğru cevaba ulaşmak işin kolayına kaçmak demektir; ama Phoenix Springs’in hikayesi zaten yeterince karmaşık değil mi? Araştırma esnasında bulduğunuz ipuçları ile doğru yolda ilerlediğinizde, bazılarını sonuçlandıramamak bir nevi detektiflik ruhunu beslemek için doğal bir süreç olabilir. Ama bardağın dolu tarafını görmek gerek; bu detaylarla dolu yolculuk, araştırma yapmak istemeyenler için kesinlikle hoş bir atmosfer sunuyor!
Sona geldiğimizde ise, Phoenix Springs’in gelmiş geçmiş en ilginç sonlarından birine sahip olduğunu söyleyebilirim. Oyunun tek bir sonu olmasına rağmen, bazı seçimler yaparak sonuca ulaşmak için ufak değişiklikler ile tekrar oynama isteği uyandırıyor. Girmediğiniz bazı odalar, eksik kaldığınız ipuçları, tüm bunlar “Bunu tekrar oynamalıyım!” dedirtiyor. Kısaca, bulmaca ve dedektiflik meraklıları için tam anlamıyla bir vitrin niteliğinde. Üç saatinizi ayırmayı düşünebilirsiniz, ama dikkatli olun; bir kereden fazla gitmek isteyeceğiniz bir yol çıkabilir karşınıza!