RAGE 2: Beklentilerin Ötesinde Bir Deneyim mi?
Yaklaşık 7,5 yıl önce piyasaya sürülen ilk RAGE, John Carmack’ın id Tech 5 ile birlikte bir teknoloji demosu niteliğinde de değerlendirilen bir oyun olarak, Mad Max evrenine olan açlığı gidermeyi amaçlıyordu. Ancak, beklenen ilgiyi göremeyince RAGE, Scorchers eklentisinin ardından, bir seri haline bile gelemeyen belirsiz bir geleceğe mahkum oldu. Uzun bir bekleyişin ardından RAGE, Ark kazazedeleri gibi uykusundan uyandı ve geçtiğimiz yıl, oyunun yeni ve heyecan verici halini ilk kez gördük. Yürütülen pazarlama kampanyası dikkat çekiciydi; oyun, ton olarak Borderlands’e yakınlaşacak ancak yağmacılık unsurlarından uzaklaşıp saf FPS aksiyonuna odaklanacak gibi görünüyordu. “Güzel yapılırsa yenir” dedik ve sabırsızlıkla beklemeye başladık. Bugün burada, “güzel yapılmış mı?” sorusunun cevabını aramak üzere toplandık.
Bu noktada, RAGE 2’nin ilk oyunda oturtulamayan marka vizyonunun kalıntılarını taşımadığını peşinen belirtmek gerek. Bence ilk oyun, bir boşluğu doldurmak adına piyasaya sürülmüş ve bu boşluğu başka sanat dallarından unsurlar alarak doldurmaya çalışırken, kendine has bir kimlik oluşturmakta zorlanmıştı. Markanın yükünü devralan Avalanche Studios, bu durumu kabullenip, ilk oyuna sadık kalmaya çalışmamış. Bu süreçte daha iyi yaptıkları noktalar olduğu gibi, daha kötü olanlar da mevcut.
Adamı Delirtmeyin!
RAGE 2, ilk oyundaki sessiz ana karakterimiz Nicholas Raine’in Authority Capital’a dalıp yer altındaki Ark’ları ve içlerinde uykuya dalmış eski medeniyet insanlarını yüzeye çıkarmasından 30 yıl sonrasında geçiyor. Bu süreçte, uykularından uyananların etkisiyle dünya değişmiş, fakat aslında çok da farklılaşmamış. Kadın veya erkek versiyonları arasında seçim yapabildiğimiz yeni ana karakterimiz Walker, Rangers of Vineland isimli bir fraksiyonun hayatta kalan son üyesi. Bu fraksiyon, kıyamet sonrası dünyadan kalma Nanotrite teknolojisiyle ekipman ve silahlarını güçlendirerek kötücül Authority’ye karşı savaş veriyor. Üvey annesi Prowley, oyunun başında ana düşmanımız General Cross karşısında hayatını kaybederken, Walker’a tüm oyunu taşıyacak olan Authority’yi çökertme görevini bırakıyor. İşte bu noktada RAGE 2’nin açık dünyasına adım atıyor ve bu durumdan mutluluk duyuyoruz. Ancak, bu mutluluğun en büyük sebeplerinden biri, oyunun yazımının pek iç açıcı olmaması. İlk yarım saatteki diyaloglar o kadar sıradan ki, hikayeye önem veren bir oyuncu olarak motivasyonunuz anında sıfıra iniyor. Prowley görevinizi anlatırken, “sen benim gizli silahımdın, bu yüzden yıllarca seni Ranger yapmadım, son anı bekledim” gibi bir cümle kuruyor ve bu mantıksızlık adeta bir kara delik gibi içine çekiyor. Ne yazık ki, hikâyenin geri kalanında da benzer bir durum söz konusu. Karakterler akılda kalıcı değil; ilk oyundan tanıdıklarımız olsa da, ilk oyunda bile hatırda kalacak kadar etkileyici olamamışlar. Ben ki bu tür konularda hafızası güçlü biriyimdir, hatırlamak için Wikipedia’ya başvurmak zorunda kaldım. Pazarlama kampanyalarında kullanılan uçuk kaçık, Borderlands benzeri atmosfer bile sadece pembe rengin diğer renkler üzerinde hâkimiyet kurduğu görsellikte barınabiliyor; yazımda bir derinlik yok. Oyunu biraz oynayıp senaryodan pek bir şey beklememeniz gerektiğini anladığınızda, her bir diyalog parçası “geç beni, bekleme yapma” diye bağırmaya başlıyor. Hikâyenin ardında bir bağlam sunmaktan başka hiçbir amacı yok. En son saniyede bir ters köşe yapma girişiminde bulunuluyor ama bu, sahnenin etkisini silip atıyor. Oyun bitiminde “yaşandı bitti, saygısızca” diyip işinize bakacaksınız, bu kesin.
Ancak, “ciddiye almama” kartını sahaya sürerek, “RAGE 2’nin senaryosu” adlı o kara deliğin olay ufkunda kalmayı başarabilirseniz, eğlenceli saatler sizi bekliyor olacak.
Delirttiniz İşte!
O eğlencenin kaynağı elbette ki mekanikler! İlk oyun, etraftan bir şeyler toplamak ve bunlarla tek kullanımlık alet edevatlar yapmak üzerine kurulu, çok daha statik bir oynanışa sahipti. Bazen düşmanlarla saklambaç oynadığımız siper çatışmaları bile yaşanıyordu. RAGE 2 ise oyuncunun “güç fantezilerini” tatmin etmek üzerine kurulu, asla yerinizden kalkmadığınız bir oynanış deneyimi sunuyor. Nanotrite güçlerimiz sayesinde savaş alanındaki hareket kabiliyetimiz sınır tanımıyor. Kapalı alan görevleri de oldukça az olduğundan, ağır düşman dalgalarının geleceği yerlerde etrafa taret kurmak veya bombalı oyuncak arabayla uzaktan hedef avlamak gibi eğlenceli aksiyonlara girebiliyoruz. Çatılarda zıplayıp koşuyor, kalkan kuruyor, drone çağırıyor ve düşmanlarla yakın temasta kalıyoruz. Havaya zıplayıp Slam ile yere vurarak düşmanları alt üst ediyor, Vortex ile düşmanları havada süzülmeye zorluyor, Shatter ile zırhlarını kırarak uçurumlardan aşağı atabiliyoruz. Silah çeşitliliği de oldukça tatmin edici. Halihazırda bildiğimiz silahlara yenilikler ekleyerek taze bir his uyandırmayı başarmış yapımcılar, attığınız kurşunları ateşleyebildiğiniz Revolver, mermileri manyetize ederek düşmanları duvarlara yapıştıran Grav-Dart Launcher, yakınlaştırdığınızda menzil kazanan Shotgun ve güdümlü roketler atan Rocket Launcher gibi çeşitli silahlar sunuyor. Bu silahları geliştirip eklentiler taktığınızda, her biri birer ölüm makinesine dönüşüyor. Özellikle Shotgun ve Assault Rifle tamamen geliştirildiklerinde, oyunun gidişatını belirleyebilecek hale geliyorlar. Üstüne bir de her silahın birincil atışlarını daha ölümcül hale getiren (ve ekranı pembeye boyayan) Overdrive özelliğini eklediğinizde, dövüşün keyfi katlanarak artıyor. Tüm bunları göz önüne aldığımızda, ilk oyunun ağırkanlı ve Bioshock’u andıran havasını özellikle seven oyunculara hitap etmediği gözlemleniyor. id Software’in bu oyuna el attığı ve DOOM 2016’dan birçok mekanik taşıdığı, Eternal’daki bazı unsurların (Dash gibi) testini yaptığı açık; çatışmalar Avalanche’tan beklenmeyecek kadar dinamik ve etkileyici, “hiddet, hışım” temalarına uygun bir şekilde RAGE kelimesinin hakkını veriyor.
RAGE kelimesinin aslında GARAGE kelimesinin içerisinde yer aldığı için seriye bu ismin verildiğini biliyor muydunuz? Yani araçlar, bu markanın vazgeçilmez unsurlarından biri. id Software çatışmalara el attığı gibi, Avalanche’ın Just Cause ve Mad Max serilerindeki tecrübeleri de burada devreye giriyor. Oyundaki araçlar oldukça yeterli sayıda ve işlevsel olarak belirgin bir biçimde ayrışıyor. Tanıtımlarda vurgulandığı gibi, bir şeyi gözünüz görüyorsa, onun direksiyonuna geçebiliyorsunuz. Her biri kullanması oldukça keyif veren araçlar olmasa da, farklı fanteziler sunan motosikletler, canavar kamyonlar ve devasa konvoy lideri taşıtlar da mevcut. Ancak bu araçları denedikten sonra, genellikle 5 dakika içinde kenara atıyorsunuz. Kendi aracınız Phoenix ise, yer yer insanı bezdiren, oldukça sıradan bir model. Geliştirdikçe farklı silahlar kazanıyor ama bunların cephaneleri oyun dünyasında nadiren bulunduğundan, tatlarına vararak kullanma fırsatını bulamıyorsunuz. Araç konvoylarıyla mücadele ederken, düşman araçlarını patlatmak zorunda kalıyorsunuz.
Post Apokaliptik İklim Çeşitleri
Oyun aksiyonu güzel, dünyayı keşfetmek için gerekli araç gereç de emrimize sunulmuş. Peki, oyun dünyası nasıl? Bu soruya verilecek cevap, oyunun genel portresi gibi artılar ve eksilerle dolu. Oyunun dünyası, görsel tasarım açısından oldukça yeterli ve çeşitli. İlk oyundaki tamamen çizgi film estetiği, RAGE 2’de daha gerçekçi bir görünüme bırakılmış. Ancak yapımcıların “Biome” adını verdikleri farklı bölgeler sayesinde haritanın çeşitliliği artmış ve keşfi daha keyifli hale gelmiş. Artık bataklık, cangıl, kum denizi ve kanyon gibi farklı renk ve yapıdaki bölgeler mevcut. Fakat, mekanların içindeki aktiviteler ne yazık ki sınırlı. Sandık açıp materyal toplamak ve düşmanları yok etmek dışında yapabileceğimiz pek bir şey yok. Mekanların kendi çeşitliliği, Fallout veya The Elder Scrolls seviyesinde olmadığından, keşfetmekten gelen saf keyif de yok. Her gittiğimiz yerde benzer fraksiyonlardan mutantları ya da haydutları temizleyip mekanları talan etmemiz gerekiyor. Ark’ları keşfetmek biraz tazelik katıyor ama onları açmak da yine aynı görev döngüsünde gerçekleşiyor. Ancak oyunun pratiklik sunması oldukça güzel; yükleme süreleri kısa, araç kullanımı kolay, hızlı seyahat sistemi rahat ve başarımlar genellikle keyifli bir şekilde kazanılabiliyor. Bu tür pratiklikler sayesinde, gereksiz şeylerle zaman kaybetmeden oyunun sunduğu içeriği kafanız rahat bir şekilde tüketebilirsiniz. Dolayısıyla bir kez başladıysanız, oyunun sonunu görmek neredeyse kaçınılmaz hale geliyor. Oyun, toplamda 20-25 saatte tamamlanabiliyor. Ancak içerik dağılımındaki en büyük sorun, senaryo görevlerinin bu süre zarfında oldukça az yer kaplaması; toplamda 8 civarı ana görev mevcut, gerisi açık dünya yağması.
Ortamların Parlak ve Mütevazı Çocuğu: Apex Engine
Yazıyı nihayetine erdirmeden birkaç teknik detaya da değinmek gerek. RAGE 2, ilk oyunun aksine id Tech serisinden bir motor kullanmıyor; Avalanche Studios’un kendi motoru olan Apex Engine’i barındırıyor. Oyunun sanat tasarımında meydana gelen değişiklikten bahsetmiştim; Apex Engine’in de görsellik açısından yarattığı farklılıklar mevcut. Mekan tasarımları, eski oyundaki motorun çalışma prensibinden ötürü daha detaylı ve güzel gözüküyordu. RAGE 2’deki şehir ve binalar, yer yer ilk oyundan kötü görünebiliyor. Fakat Apex Engine’in sağladığı büyük avantaj, haritayı tek seferde hızlı bir şekilde yükleyebilmesi. Ayrıca motorun arazi çizim becerisi oldukça etkileyici; haritadaki bitki örtüsü ve yer şekilleri göz alıcı bir şekilde tasarlanmış. Efektler de motorun parladığı bir diğer alan; patlamalar ve bu patlamalara bağlı bulanma efektleri oldukça iyi. Optimizasyon da memnuniyet verici; GTX 970 ekran kartı ve i7-4790k işlemciyle 1080p çözünürlükte, kenar yumuşatma ve çözünürlük ölçekleme ayarları kapalıyken, doku kalitesi dahil diğer tüm ayarlar en yüksekteyken, istikrarlı bir 50-60 FPS alabiliyorum. Ekranı patlamalarla doldurmadığım sürece bu kare oranlarının altına düşmüyorum. Ancak oyundaki sesler problemli. Karakterlerin diyalog seslendirmeleri bazen kayboluyor. Diyalogların kendileri zaten ilk başta iyi yazılmadığından, bunu ne kadar umursarsınız bilemiyorum ama çıkıştan bu konuda düzeltme yapılmamış olması üzücü. Müzikler de akılda kalıcı değil; dönemimizin en iyi oyun müziği bestecilerinden biri olan Mick Gordon ile çalışılmadığı için olabilir, bilemiyorum. RAGE 2’nin genel tablosu bu şekilde. Tıpkı Darksiders 3 gibi, indirime girmeden almanızı tavsiye etmediğim bir oyun maalesef. Eğlenceli, muhtemelen daha yüksek bütçeli olduğundan oyuncusuna bolca oyuncak sunan ama anlatı yönünden ciddi anlamda zayıf bir oyun. 300 lira fiyat etiketini hak ettiğini düşünmüyorum. Ancak indirimlerde aklınızda bulunsun diyor ve kaçıyorum. Sağlıcakla kalın!