O kadar çok oyun çıkıyor ki, bazen hangi birisini seçeceğimizi şaşırıyoruz. Bir akşam kahvenizi alıp “Bu hafta hangi oyunu oynasam?” diye kara kara düşünürken bir bakmışsınız, karşınızda 582. oyun önerisi. Her birinden bahsetmek elbette imkânsız. Bir yandan, yeni çıkan oyunları hemen oynamak istiyoruz ama bir yandan da zaten hali hazırda oynadığımız son 1000 oyunu tamamlayamadık. Bazı oyunlar ilk çıktıklarında hiç dikkat çekmiyor, ama sonrasında bir şekilde radarımıza girmeyi başarıyor. Bir de var ki, ilk izlenimleri kötü olsa da, zamanla muazzam bir gelişim gösterip bizi kendisine aşık edebiliyor. İşte bu noktada, “Daha önce 1-2 defa yazdığımız o ‘Oynadınız Mı?’ yazılarını yeni bir seriye dönüştürebilir miyiz?” düşüncesi aklımızda beliriyor, ve “Bu seriye yakın zamanda oyun severlerle buluşan SCHiM ile başlayalım!” diye karar veriyoruz. Şimdi hop hop hop, başlıyoruz!
Gölgelerden şahitlik ettiğimiz bir hayat…
SCHiM, Ewoud van der Werf ve Nils Slijkerman tarafından geliştirilen bir oyun. Bir süre önce takibe almış, Steam Next Fest demo önerileri arasında kendisine yer vermiştim. O yazıda, “Öyle Amerika’yı yeniden keşfedenlerden değil. Gayet basit, minimal bir oyun. Ama yine de dikkatleri çekmeyi başaracak; görsel tasarımı, renk seçimleri, müzikleri ve sözcükleri kullanmadan anlatmayı başardığı hikayesiyle ‘basit ve güzel’ oyunlar arasına adını yazdıracak gibi görünüyor” demiştim. Oyunu oynadıktan sonra fikrimde bazı değişiklikler olsa da, genel hatlarıyla benzer tespitlerde bulunmak mümkün.
Görsel noktada nasıl bir şey beklememiz gerektiğini demoda görmüştük. Minimal tasarımını güzel renk tercihleriyle destekleyip karşımıza hoş görünen bir oyun çıkarmışlar. Müzikleri de oyunun görsel tarzıyla mükemmel bir uyum içinde. Bu açıdan, demoda gördüğünüz her şey sonrasında sizi karşılayacak olan şey. Yani ortada bir şok, bir sürpriz yok. Bu demek oluyor ki; çat diye bir yere düşmüyorsunuz, her şey yavaş ve yavaş bir huzur içinde karşınıza geliyor.
Hikâye anlatımı da tartışmasız aynı düzeyde, diyaloglar yok, sadece gözlerinizin önünde gelişen görsellerle olaylar akıyor. Bu bana kalırsa bir “ah hocam” dedirten bir yöntemi pek seviyorum. Tabii ki, hikayeyi özetleyecek olursak; gölgelerde yaşayan bir nevi “ruh” olarak değerlendirebileceğimiz bir varlığı yönetiyoruz. Sahibiyle ayrı düşen bu gölge-ruh, oyun boyunca bir gölgeden diğerine zıplayarak sahibine kavuşmaya çalışıyor. Ancak bu yolculukta olup biten yalnızca gölgenin gördüğü. O kişinin hayatına ve başından geçenlere de tanıklık ediyoruz.
Oyun başlarında hızlı akıyor hikâye. Bir nevi öğretici bölüm işlevi gören ilk birkaç bölümde çocuğumuzun yaşadığı şeyler; arkadaşlarıyla oyun oynaması, bisiklet sürmesi, hatta terk edilip kalbinin nasıl kırıldığını görmemiz oldukça duygusal. Mezuniyet sonrasında ise iş güç sahibi olmanın sıkıntılarına girmemiz kaçınılmaz. Günün birinde işten kovulmak, işte hayat kahramanımız için bir dönüm noktası. Gölgesi ile sahibinin birbirlerinden kopması noktası çok dramatik. Ben olsam, ben de ağlardım!
Bir gölge olarak, gölgeler arasında atlayarak sahibimizin peşinden koşmak hiç kolay değil, hele ki bazen sıkıştığınız anlar oluyor ki, bir ipten diğerine sallanmak zorundasınız! İşte burada, karmaşa başlıyor; yürüyen insanların ve hareket eden araçların gölgelerine atlamak, yol açmak, kapıları açmak, trafik ışıklarını kontrol etmek… Ne çok iş var değil mi? Ama bazen eski tasarım sorunları yüzünden bölümleri geçemeyip yeniden deneme durumları da yaşanıyor. “Ah şimdi de bu kapıyı açmayacak mısın?” dediğiniz anlar bile oluyor!
Elbette bazı sıkıntıları da belirtmekten geri durmamalıyız. Oyunun mekanikleri çok da çeşitlilik göstermiyor. Aslında yaptığımız şeyin özeti hep aynı: bir gölgeden diğerine zıpla dur. Evet, farklı yollar ve yöntemler var, ama sonuçta yine de aynı kural geçerli. Terkrarlayan bölümler ve lüzumsuz uzunluklar, keyfi azaltma potansiyeline sahip. Zamanın ne kadar değerli olduğunu düşündüğünüzde, “bir bölümü daha geçsem daha hızlı ilerleyebilirim” moduna geçebiliyorsunuz. Müzikal akış çok tatlı ama, “Bitse de gitsenek” durumuna geliyorsunuz!
Çözüm önerisi olarak ise… SCHiM’i bir oturuşta bitirmeye çalışmamanız! Evet, sadece 3-4 saatte tamamlayabileceğiniz bir oyun, fakat biraz sabredin! Ara ara açıp birkaç bölüm oynadığınızda, bu sıkıntıyı aşmanız mümkün. Tıpkı bir parça çikolata yemek gibi; her seferinde bir parça alır ve tadını çıkarırsınız. Toparlayacak olursak; demosunu oynadıktan sonra düşündüğüm gibi “basit ve güzel” bir oyun olarak değerlendirilebilir SCHiM. Büyük beklentilere girmeden, harika bir bulmaca oyunu beklentisiyle oynamaya uygun. Fiyatı biraz yüksek olsa da, indirimlerde uygun fiyata yakalama şansınız var. Eğer denk gelirseniz, bir şans vermek için iyi bir fırsat olabilir!