Oynadınız Mı? serimize bir kez daha merhaba! Bu sefer yine tek bir geliştirici tarafından yapılmış olan bir oyunla bizleri karşılayan Selfloss, Slav folkloruna dayanan fantastik bir maceraya atılmamız için birebir. Hazır mızırdandığımız kaybetme temalı hayattan kaçış arayışımızda, bakalım bu yolculukta kazanan kim olacak, kaybeden kim?
Kayıplar ve geride kalıp kaybolanlar üzerine bir hikâye… Selfloss, beni ilk andan itibaren Arise: A Simple Story’yi hatırlatıyor. Hani, kaybolmuş bir yaşlı adam ve ardından giden yolculuklar… İşte burada benzerlikler başlıyor, ama çok da sürmüyor. Oyunlar benzer görsel tarzları paylaşsa da, dünyaları ve hikayeleri kesinlikle farklı. Selfloss, hem hayal gücünü hem de hikayenin derinliğini ön planda tutan bir eser. Bu oyunda, hımbıl ve biraz duygusal bir kahraman olan Kazimir’in kaybının ardından ‘Selfloss’ ritüelini gerçekleştirmek üzere çıktığı yolculuğa eşlik ediyoruz. Kazimir çıkıyor yola, kalbinde bir yara, elimizde ise bir asa. Hey kelam, hayat da bu şekilde ilerlemiyor mu? Kimi zaman gözyaşı dökeriz ama hayatın sevimli yanlarına da açılmamız lazım, değil mi?
Kazimir yol boyunca karşılaştığı karakterlere yardım ederken, bir yandan da ruhundaki yarayı iyileştirmeye çalışıyor. Bu karakterler arasında devler, kaplumbağalar ve deniz kızları var. Evet, biraz abarttım ama ne de olsa fantastik bir dünya! Ve bu karakterlerin yaralarına derman olmaya çalışan Kazimir, arada sırada kendi ruhunu da onarıyor. Sonuç olarak, oyunun sonunda bu ritüeli gerçekleştiriyor. Sanki bir ağıt gibi, kayıplar meydan okuyor. Şimdi biraz da oynanış kısmına gelelim. Oyunun özünü bulmacalar oluşturuyor; bazen zıplatıyor, bazen de bir platform oyunu haline getiriyor ki, o da tam olarak arada bir olan bir durum.
Oyun başlangıcında, elinizdeki asanın ışığıyla bazı nesneleri aydınlatarak kapıları açmanıza, engelleri aşmanıza ve ışıkla köprüler kurmanıza yardımcı olacak bulmacalar var. Ama unutmayın, sonrasında bu bulmacalar biraz daha karmaşıklaşıyor! Bazı bulmacalarda şekilleri belirli bir sırada aydınlatmanız gerekecek. Ulen, bir matematik kitabını inceliyor gibi hissedebilirsiniz bazen! Kimi zaman bir grup balığı belirli bir noktaya yönlendirmek, kimi zaman ise belirli türde bir balığın ruhunu toplamak için çaba sarf ediyorsunuz. Her bir bulmacanın sonunda ‘Eureka!’ diye bağırmak için sabırsızlanıyorsunuz. Oyunun ilerleyen bölümlerinde daha karmaşık, birkaç aşamalı bulmacalar sizi bekliyor; yani her şeyin bir yolu var aslında!
Şimdi de düşmanlardan bahsedelim. Dünyayı saran karanlık bir madde var: Miasma. Bunu duyduğunuzda tüyleriniz diken diken olmuştur, değil mi? Bu madde, dokunduğu her şeyi çürütüp dönüştürüyor. Aynen soslu patates gibi! Bu yaratıklar da elbette saldırgan hale geliyor. Ama endişelenmeyin! Kazimir ile asamızın ışığını kullanarak bu yaratıkları dize getirebiliyorsunuz. Yalnız şöyle bir sorun var; asanın enerjisi bir süre sonra tükeniyor. O zaman dönüşümlü modda olan düşmanları dondurmak için biraz strateji geliştirmeniz gerekiyor. Eh, kabak gibi birbirlerine saldıran düşmanlar arasında ‘Hoop! Kral ben oldum!’ diye bağırarak sinirleriniz bozulmasın diye bir parça dikkat! Sonuçta bu düşmanları uzaktan vurabilmek için ışık topları atacak kadar büyü yolunda ilerliyorsunuz.
Düşmanlar bir yana, oyunda keşfedilebilir bazı nesneler var, tabii ki gizli parşömenler! Başlangıçta Mirro adındaki bir karakter, size parşömenlerin peşinden koşmanızı söylüyor. Bulduğunuz parşömenlerin onunla paylaşılmasına dair bir isteği var, ama kaybettiğiniz sıradan bir solucan gibi hissetmeyin, bunlar aslında haritanın gizli bilgilerine dair bilgilendirme yapıyor. O kadar çok araşırsanız belki ‘Parşömen Kralı’ olsanız iyi olur, kim bilir? Ayrıca bazı rünleri okuyarak bilgi mahzenine erişmek de mümkün. Heyecan dolu, değil mi?
Şimdi de eleştirilebilecek yönlerinden bahsedelim. Evet, maalesef zaman zaman bazı grafik hatalarıyla karşılaşabilir, duvarın içine hapsolan bir karakter ve asasıyla eşyaların arasına sıkışan bir Kazimir görebilirsiniz. Ama bunlar öyle çok da can sıkıcı değil. Ancak bazı durumlarda kamerayı yönlendirememek, çözümler üretmeye çalışırken tam tersi açılara kalmak çok sıkıntılı! Orada ne kadar bağırırsanız bağırın, karşılaşılan bazı bulmacalar başınızı döndürebilir. Kontroller konusunda da bir düzenlemeye ihtiyaç duyduğuma inanıyorum. Eğer fare-klavye kombinasyonuyla oynamaya çalışıyorsanız, pek de mutlu olamayabilirsiniz. Ama kontrolcü kullanmak öneriliyor ve ben de denedim. Fakat yine de bazen asanın ışığını belirli bir yere yönlendirmekte zorluk çektiğim oldu. Yaratıklar üzerinize geldiğinde panik yapmak kadar bir şey yok! Belirli anlarda sıkışıyor ve saldıracağım yere ışık gönderiyorum ama tam o esnada bakıyorum ki, ‘olmadı, bir daha’ diye haykırıyorum!
Sonuç olarak, Selfloss, zorluklarıyla birlikte bir şans verilmesi gereken bir oyun. Hem Slav folklorunu fazlasıyla üstünde barındıran fantastik dünyası, arka planda anlatılan hüzün dolu hikayesi ve çeşit çeşit bulmacalarıyla sizi birkaç saat eğlendirebilir. Belki de kazandığınız bu deneyimle karanlık dalgalar arasında kaybolmaktan kurtulursunuz. Şansınız yaver gitsin, genç dostlarım!