Japonya’nın samuray dönemi, tarihiyle olduğu kadar kültürel kayıplarıyla da dikkat çeken oldukça renkli ve bir o kadar karmaşık bir zaman dilimidir. Savaşlarla geçen bu süre, yalnızca bir güç savaşından ibaret değil, aynı zamanda zengin bir toplumsal ve politik yapı içeriyor. Kimi zaman lütufkar şefkatle, kimi zaman da sınır tanımayan bir cüretle şekillenen bu geçmiş, şimdi de diziye aktarılıyor. Ancak, bu zengin içerik, Japon izleyiciler için heyecan verici olsa da, Batılı izleyiciye ulaşmada oldukça yavaş kaldı. Neyse ki, Shogun gibi yapımlar, bu işlemi hızlandırmakta ve ana akım dizi dünyasında önemli bir yer edinmeyi başarmakta.
Gerçekten de, samuraylar ve onların kodları üzerine yazılmış hikayeler, yalnızca epik savaşları değil, bunun yanında derin politik çekişmeleri de içermekte. Oda Nobunaga ismi, bu hikayeleri daha da derinleştiriyor. Kendisinin yanlışlıkla geçirdiği bir kaza sonucu savaşarak değil, taktik zekasıyla Japonya’yı birleştirmesi, onların hikayesini daha da renkli hale getiriyor. Ancak, onun ölümünden sonra Toyotomi Hideyoshi’nin istikrarsız yönetimi altında, Japonya tekrar bir karmaşaya sürükleniyor. İşte tam bu noktada, Shogun dizisi hayal gücümüzü tetikleyen çatışmalarla dolu bir hikayeyi sahneye koymakta.
Bir düşünsenize; Hiroyuki Sanada bir lord olarak iktidar savaşlarının tam kalbinde yer alıyor. Şaka gibi, değil mi? Ama işin daha komik yanı, bu döngüde yer alanların Portekiz’in getirdiği ateşli silahlar ve Hristiyanlıkla buluşması. John Blackthorne adındaki korsan, tüm bu kaosun tam ortasında bulunup kendi şansını yaratmaya çalışıyor. Yani aslında bir çuval inciri berbat etmekte ustalaşanlar kervanına katılıyor! Olayların bu noktada nasıl gelişeceği merak konusu, zira Japon kültürü ve gelenekleri büyük bir görsellik sunarken, Blackthorne’un bakış açısıyla Burjuva komedisi üzerine bir parodi gibi de karşımıza çıkıyor.
İnternette “Shogun, Game of Thrones’un Japon versiyonu” yorumlarını görmek, hayal gücüne yönelik bir komplo teorisi gibi! Ama bu yanlış bir yorum değil, çünkü Shogun’da da iktidar için yapılan çoğu şey, cesaret ve ihanetle dolu. Yüksek prodüksiyon kalitesi ile birleştiğinde, hem kaliteli oyuncu kadrosu hem de büyüleyici görsel efektler seyirciyi ekrana kilitliyor. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken bir husus var; özellikle politik yapıları bilmeyen izleyiciler için dizinin ilk bölümünün kafa karıştırıcı olması şaşırtıcı değil. Bazen düşündüm ki, ben bile bazı konularda kayboldum! Ama tasarımcılar elbette bununla baş etmeyi planlamışlardır. İkinci bölümden itibaren Blackthorne’un aktif rolü, saray entrikalarının derinliklerine daldıkça dizinin ilgi çekiciliği daha da artıyor.
Garip ittifaklar, şaşırtıcı diyaloglar ve stratejik hamleler derken, aslında üçüncü bölümün ne zaman geleceğini düşündüğümde, kendimi bir yerden kaçmaya çalışıyormuş gibi hissettim. Şogun, ilk bölümde beni oldukça etkilemeyi başardı. Özellikle politik drama severler için altın değerinde bir dizi. Tarihin derinliklerine inen Sekigahara Savaşı’nın görkemli savaş sahneleri, merakla bekleniyor. İçten bir not: Biz gaijin’lerin samuray dizisi hasreti, sonunda son bulacak gibi gözüküyor. Eğitimli katanalar, bizleri bekliyor!
İncelemenin Notu: 4,5 / 5
Yönetmen: Jonathan van Tulleken 
Oyuncular: Hiroyuki Sanada, Cosmo Jarvis, Anna Sawai, Takehiro Hira
IMDB Notu: 9,2