Shin Megami Tensei, kısaca Megaten veya SMT olarak bahsettiğim bir yapım, gerçekten karmaşık bir seridir. Bu karmaşayı en çok hissettiğiniz anlardan biri, oyunu başkalarına önerirken ortaya çıkıyor. Shin Megami Tensei adı altında ana bir seri mevcutken, bunun yanı sıra sayısız yan oyun da bulunuyor. Belki biliyorsunuzdur, son 5 yıl içinde oldukça popüler hale gelen Persona, aslında PlayStation 1 döneminde çıkan bir SMT yan oyunu olarak doğmuştu. Soul Hackers da bu türden bir yapım. Orijinal olarak Megaten’in Devil Summoner serisinin bir parçası olan Soul Hackers, 25 yıl önce Sega Saturn için piyasaya sürülen bir Dungeon Crawler’dır. Soul Hackers 2’ye kadar Devil Summoner serisinde yalnızca iki oyun ve bir 3DS bağlantısı bulunmaktadır. Uzun bir süre Megaten yan oyunlarından ses çıkmamadığını söylemeliyim. Haliyle, Atlus’un Persona ve ana SMT serisi gibi popüler projeleri, şirket için bolca kazanç sağlamış olmalı. Bu yılın başında, beklenmedik bir biçimde Atlus’un Soul Hackers 2’yi duyurması beni oldukça şaşırttı. Özellikle de bu yapımın PC ve Xbox’a PlayStation ile aynı günde geleceğini duyduğumda, şaşkınlığım iki katına çıktı. Yani, durumu ciddiye alacak olursak, herkesin gözü üzerinde olacak bir oyun oluşturmuştu.
Bu durumda, öteki dünyaya geçiş yapmak oldukça önemli bir yükün altına soktu Soul Hackers 2’yi. Yıllar sonra gelen ilk Megaten yan oyunu olarak, hem genel oyuncu kitlesinin Atlus algısını test etmesi sağlanacak hem de Megaten yan oyunlarının geleceği üzerinde etkili olacağı düşünülüyor. Ancak, Shin Megami Tensei 5’in çıkmasının ardından oyuncuların Persona beklentisi içinde olduğunu gözlemleyince, Soul Hackers 2’nin de aynı şekilde eleştilere tabi olacağını düşünmekten kendimi alamadım. Şimdi gelin, Persona’yı bir tarafa bırakıp oyunun kendisine birlikte göz atalım.
Her ölüm bir yeni başlangıçtır…
Oyunun merkezinde Ringo isimli ana karakterimizin “yapay zeka akışı” olan Aion’da doğuşu ve Dünya’nın sonuna yol açacak cinayetlere tanıklık etmesi yer alıyor. Aion, normalde dünyadaki olaylara müdahale etmezken, bu sefer Ringo ve Figue’i insan formuna dönüştürüp olayları durdurmaları için yolluyor. Ancak ilginç bir şekilde, iki cinayeti de engelleyemiyorlar. İşte bu noktada “Soul Hack” mekanizması devreye giriyor; Ringo, cinayet sonucu hayatını kaybedenlerin ruhuna girebiliyor ve onları tekrar hayata döndürebiliyor. Karakterleri topladıkça, olay örgüsü daha da derinleşiyor.
Hikâyenin fazla detaya girmeden sizleri spoiler yağmuruna tutmak istemediğim için sadece şunu belirtmeliyim ki, karakterler ve hikâye, oyunun en dikkat çekici yönlerinden biri. Partideki her karakter, teknik olarak farklı bir dünyada yaşıyor. Yatagarasu ve Phantom Society adı verilen iki farklı Devil Summoner çetesinin çatışmasının tam ortasına düşüyoruz. Partimiz, Phantom Society’ye gizli ajan olarak sızmış bir Yatagarasu ajanı, ana kötü karakterin sevgilisi, bağımsız bir Devil Summoner ve dünyaya yeni gelmiş olan Ringo’dan (biziz) oluşuyor. Karakterlerin ve senaryonun içindeki diyaloglar ve çatışmalar son derece ilgi çekici. Hepsinin olaylara hangi açılardan baktıkları, yaşadıkları ve deneyimledikleri doğrultusunda farklılık gösteriyor. Ringo’nun tarafsız olma durumu, evreni ve karakterleri oyunculara çok iyi sunuyor. Özetle, Soul Hackers 2’nin üzerinde durduğu temalar ağır konular. Ölüm, adalet gibi kavramların yanı sıra, benim bağ kurabildiğim yarım kalmış işlerin, geçmişteki tercihler ve pişmanlıklar gibi birçok tema da karakterlerin hikâyelerinde sıkça karşımıza çıkıyor. Bu konular, oyunun ana hikâyesinin yanı sıra “Soul Matrix” adı verilen bölümlerde de sıkça işleniyor.
Ruhum daraldı
Soul Matrix, oyunun zindanlarının bir kısmını temsil eden bir yer. Burada partideki karakterler için üç ayrı zindan bulunmakta. İlerledikçe, karakterlerin hikâyelerini öğreniyor ve onlara yeni yetenekler kazandırıyoruz. Eğer Persona 3 oynamışsanız, bu bölümü Tartarus’a benzetmeniz imkân dahilinde. Ancak, sıradan bir yapıda olan Soul Matrix, görsel ve bölüm tasarımı açısından pek başarılı sayılmaz. Mavi, geleceğe dair küplerden oluşan koridorlar içinde dolaşıyor ve ilerlemek için gereken kapıyı veya bossları arıyoruz. Düşünmeden edemeyeceğim, bu zindanın işleyişi üç farklı mekan dalında da benzerlik gösteriyor. Bu da oyunun genel zindan tasarımına olumsuz bir şekilde yansıyor. Arka planda oldukça renkli ve ilginç bir dünya olmasına rağmen, karanlık ve keşfetmesi zor bölümlerde harcanan zaman gerçekten bunaltıcı olabilir.
Bu sıkıcı zindanlardan kaçmak için yan etkinlikler veya görevler yapmak isterseniz, genellikle sizi daha önceden keşfettiğiniz zindanlara geri gönderen görevler alıyorsunuz. Verdikleri ödüller bir kenara bırakılsa bile, bu görevler yalnızca oyunun dışındaki en büyük sıkıntılardan biri olan zorluk seviyesini aşmak için mevcut etkinlikler. Karakterlerimizle “Hangout” etkinlikleri dışında beni gerçekten etkileyen bir görev bulamadım. Hatta bir süre sonra, konuşmaları ve kesitleri hızlandırmak için kullanmam gerektiği R1 tuşu benim en yakın dostum oldu.
“Zorluk sıkıntısı” ifadesine değinmeden geçmek de mantıksız olurdu elbette. Soul Hackers 2, bazı JRPG oyunlarının hâlâ çare bulamadığı “uygun seviye” sorununu maalesef çözemedikten kaçınmamış. Yeteri kadar yan etkinlik yapmadığınız takdirde, hikâyenin başında yüksek seviyeye ulaşma olasılığınız hayli az. Tam tersi bir durumdaysanız ve hikâye odaklı bir şekilde oynadıysanız, bu sefer de seviyenizin düşüklüğü sorun oluşturacaktır. Atlus’un bazı içerikleri belirli noktaları tamamladıktan sonra açılacak şekilde bir çözüm önerdiği doğru, ama (en azından Normal zorlukta) işe yaradığını söylemem pek mümkün. O yüzden bir Walkthrough kontrol ederek düşman seviyesine göz atmanız, sizi zor durumdan kurtarabilir.
Işığı görüyorum!
Soul Hackers 2, biraz farklı bir deneyim sunup yeni mekanikler eklemek için çaba sarf etmiş. Modern Megaten oyunlarının çoğuna benzer şekilde sıra tabanlı çatışma mekaniği mevcut. Persona’daki “All-Out Attack” gibi, burada da düşmanın zayıf karnına saldırdığınızda Demonları “Stack”leme gibi bir mekanik bulunuyor. Bu bağlamda, Command ve Sabbath adındaki iki özel özellik, diğer JRPG’lerden farklı bir deneyim sunarak canlı tutabiliyor. Command yetenekleri ile Ringo, ekibe belirli emirler veriyor; bu, Demon değişiminden düşmanın zayıf noktasına vurana kadar uzanıyor. Ancak bu yeteneklerin her birinin kullanım süreleri bulunuyor. Sabbath yetenekleri ise, seviye atladıklarında Demonlara eklenen bir özellik. Bu sayede, bir Demon Stack saldırısına dahil olduğunda partinin canını doldurmak gibi ek bir yetenek kazanabiliyor.
Zindanların yanında, oyunun grafiksel tasarımı da oldukça göz alıcı. 3D modeller oldukça başarılı, renk kullanımı ve tasarımlar da etkileyici. Atlus’un klasik 2D portre çizimleri de çok hoş görünüyor. Bu konuda çoğumuzun görüş birliği içinde olduğunu düşünüyorum. Ayrıca, müzikler de bir o kadar başarılı. Çoğu Megaten hayranı, Soul Hackers’ın ilk bestecisi Ryota Kozuka’yı beklerken, bunun yerine Tekken, Drakengard ve Nier gibi oyunların müziklerini yapmış olan Keiichi Okabe’nın başında bulunduğu MONACA ekibi, atmosferle uyumlu harika işler çıkarmış.
Özetlemek gerekirse, Soul Hackers 2 oldukça keyifli bir yapım. Güçlü bir karakter kadrosuna, sürükleyici bir senaryoya, görsel ve müzikal olarak harika bir deneyime sahip. Megaten, büyük bir potansiyele sahip olan bir seri ve Soul Hackers 2, gelecekte gelebilecek olan yan oyunlar için umut verici bir örnek. Ancak, evet, oyunun zindanları oldukça sıkıcı. Eğer bir tane daha “rıhtım” ya da “yeraltı metrosu” görürsem, birilerini yumruklama isteği içindeyim. FAKAT (bunu özellikle vurgulamak gerek), dünkü bölümlerdeki küçük karakter etkileşimleri ve hikaye parçaları, beni zindanları tamamlamak için gereken enerjiyi sağladı. Bu süreçte de beni bir o kadar enerji içecekleriyle doldurdular, çok fazla enerji içeceği…