Neil Gaiman’ın yarattığı The Sandman, birçok tartışmanın ve skandalın gölgesinde kalmasına rağmen, ikinci sezonuyla izleyicilere bambaşka bir deneyim sunmayı başardı. Ne yazık ki, bu dönemde Gaiman’ın adı olumsuz olaylarla anılsa da, dizinin büyülü ve karanlık atmosferi, derin insani temalarıyla birleşerek bizi etkileyen bir hikaye anlatıyor. Rüyalar Lordu Morpheus’un karşılaştığı zorluklar ve kalp kırıklıkları, eğer bir kalbi varsa, izleyiciler üzerinde kalıcı bir etki bırakıyor. Morpheus, bu sezon bir yandan ailesel çatışmalarla uğraşırken, diğer yandan da evrenin kaderinin onu nasıl sarıp sarmalayacağını sorguluyor. Kimi zaman, başkalarının hayatlarına müdahale ettikçe, kendi hayatımızın ipliklerinin de kaybolduğunu hissederiz. İşte bu karmaşık yaşam yolculuğu, The Sandman’in özünü oluşturuyor.
Aslında, The Sandman bir büyüme, başa çıkma ve hayatta kalma hikayesidir. Neil Gaiman’ın karmaşık düşünceleri, bizde daha önce hissettiğimiz veya hissetmediğimiz duyguları yeniden canlandırmakta. Dream, Delirium, Death, Destruction, Despair, Desire ve tabii ki Destiny gibi karakterler, hayatımızın bir parçası haline geliyor; belki de umutsuz bir gelecekte bile onların varlığını hissetmeye devam edeceğiz. Gökyüzünde parlayan yıldızların en son sönmesiyle birlikte, bu karakterlerin serüvenleri ve mücadeleleri de sonsuza kadar bizimle kalacak. Bu noktada, bu sezonun en sevdiğim unsurları arasında oyunculuklar, yazım kalitesi ve o melankolik, rüya gibi atmosfer ön plana çıkıyor. Jamie Childs’ın yönetmenliği, izleyicilere daha iyi bir görsel deneyim sunmayı başarmış.
Gerçekten de, Tom Sturridge’ın Morpheus performansı, bu sezon çok daha derin bir insani yön kazanmış. Artık izleyicilere sadece karanlık bir Rüya Lordu olarak değil, içinde bulunduğu duygusal karmaşayı yaşayan bir karakter olarak da hitap ediyor. Kirby Howell-Baptiste’in Death rolündeki performansı ise göz kamaştırıyor. Bu muzip karakter, ironik bir biçimde, hayatın değerini gösteriyor. Ancak burada bir diğer önemli detay var: Yapımcıların “Anlatacak çok şeyimiz var” demelerinin ardından gelen aceleci final, bu hikayenin ağırlığını biraz azaltmış gibi görünüyor. Zamanında hayran kaldığım detayların hızlıca geçiştirilmesi, hayranlıkla okuduğum anıların hızla geçiştirilmesi, izleyicinin dikkatini dağıtıyor. Ama bu konuda fazla dertlenmeye gerek yok, sonuçta sıkı bir The Sandman izledik.
Dizi bittiği için üzülmek yerine, onun bize kattığı deneyimlerin tadını çıkarmayı öğrenmeliyiz. Sonuçta, Sonsuzlar ailesi, hayatımızdaki tüm düşlerimizin, arzularımızın ve duygularımızın birer yansımasıdır. Ölümün bile ölebileceği bir evrende, sonsuzluktan ya da sonluluktan korkmamıza gerek yok. Başlangıçlar ve bitişler, yaşamın doğasında vardır ve bizi biz yapan öğelerdir. Dönüşüm, özgürlüğün bir parçasıdır ve her zaman değişimden korkmamak gerekir. Özetle, ödüllendirici bir deneyim için The Sandman’a zaman ayırın ve kaybolmuş bir sürecin tadını çıkarın.
Editörün Notu: Ne yazık ki, biraz erken bitiş yapan dizi, birçok olumsuzluğa rağmen kaliteli bir sezon finali yaparak perdelerini kapatıyor. Ama Sonsuzlar’ın aklımızda bıraktığı tat, kader ipliklerimiz kesilene dek kaybolmayacak.
Not: 4 / 5