Far Cry Serisinin Açık Dünya Deneyimi: Oyuncu Ruhunun Yansıması

Far Cry serisinde kaybolmak, harita ve paraşüt ile buluşmak gibidir; her köşede kaos, her adımda kahkaha seni bekliyor!

admin

Gerçek dünyanın kapısını bir süreliğine kapatıp oyun dünyasına daldığımda aklımdan geçenleri anlatmak için böyle bir platformda bulunmak harika! Çocukluğumdan beri en sevdiğim aktivite olan oyun oynamak, benim için bir tür kaçış yolu oldu. 🎮 Bilirsiniz, dışarıdaki gerçek hayatta neler oluyor, kim kimin kankası, kimin patates olduğu belli değilken, oyun dünyasında yeşil ışık yanar ve orada bütün kurallar yeniden yazılır! Benim gibi çok ciddi bir dizi izleyicisi ya da aşırı meraklı bir sinema sever olmayarak, biraz kitaplar ve bolca çizgi roman yanı sıra, sonsuz oyun benim yaklaşık son 25 senemi kaplıyor. Hayatın tadını çıkarmanın en güzel yolu bu bence! Bu gerçekliğin dışına kaçarken, özellikle de açık dünya oyunlarındaki özgürlük hissi beni çekiyor. Hani o tepelere tırmandığımız, nehirlerin kenarından geçtiğimiz sandbox oyunları vardır ya; işte onlar tam da benim kalem! Şimdi gelin, belki de bu fitilin ateşlenmesindeki en temel oyun serisi olan Far Cry‘ya bir göz atalım.

Far Cry’la ilgili konuşmaya başladığımızda, aklıma hemen Far Cry 2 geliyor. Hani şu GTA oyunları dışında pek de lineer olmayan ve kaybolma eyleminin gayet olağan karşılandığı bir dünyada ben, Far Cry 2 ile farklı bir yola girdim. Bu oyunu hatırladıkça belki de listenin en sonuna yerleştirmemem gerektiğini düşünüyorum. Zira Afrika’nın ortasında düşman kovalarken, o açık dünyadaki hastalıklarla çarpışmak, gerçekten de özel bir deneyimdi! Ancak zaman geçtikçe, görüyorum ki bazı şeyler yanıltıcı olabilir. Yani, haritalar arasında dolaşmanın verdiği özgürlük hissi aslında biraz oradan oraya savrulmanın tadını veren bir angaryaya dönüşebiliyordu. Hala kötü bir oyun diyemem çünkü o dönemin bilgisayarının başında oynamanın verdiği heyecanı kolay kolay tekrarlayamazdım. Yine de zamanla bu öncül oyun, bana kalırsa, kaybolma potansiyeli en yüksek oyun olduğu için listenin en altına yerleşti.

Şimdi, zamanla birlikte bizde farklı hisler uyandıran bir diğer oyun olan Far Cry 6’ya geçelim. Küba Devrimi ve 20. yüzyılın siyasi olaylarına olan ilgim sayesinde, bu oyunun beni nasıl heyecanlandırdığını tahmin edersiniz! Fakat Ubisoft’un nasıl bir türseverlik sevdalısı olduğunu görünce işin tadı kaçtı! Gerçekten bir devrim yapmaya çalışırken aksiyon üstüne aksiyon yapsak da, ortada çok fazla inandırıcılık kalmadığını itiraf etmeliyim. Barikatlar arasındaki kargaşa, şehre çıkmaya çalıştıkça bizi o kadar çok üzüyor ki! “Oh ne güzel, özgür bir şehir!” derken, o özgürlüğün ne kadar kısıtlı olduğunu anladım. Yine de müziği, atmosferi ve kendine has anlatım tarzı beni büyülemeyi başardı. Ancak dediğim gibi, hikayesi yeterince güçlü olsaydı belki bu sıradışı Far Cry oyunu zirvede yer alabilirdi.

Far Cry 4’ü ise pek çok konu ile üzerinde tartışılabilecek bir yere koymak lazım. Birinci sebep Pagan Min’in varlığı; ikincisi ise Kryat’ın iç savaşında aktif bir katılımcı olabilmemizdi. Yani Ajay Ghale olarak ruh hastası bir diktatöre karşı altıncı duyumuzu kullanıp, aynı zamanda ülkemizin geleceğini şekillendirmek gibi tarihi bir görevde yol alıyoruz. Özellikle de seçim yapma hissiyatının kurgulanması, daha da keyifli plaklar sunuyordu. Ayrıca, bana kalırsa Pagan Min, Anton Castillo’yu canlandıran Giancarlo Esposito’dan çok daha karizmatik bir karakterdi. Ama Far Cry 4, açık dünyada aynı formülü tekrar ederek aslında pek de yenilik sunmadığını gösteriyordu. Yine de bu oyun, o dönemin ruhunu yansıtarak başka bir hava yakalamayı başardı.

Sıra geldi 2004 yılına, her şeyin başladığı yere! Far Cry ile tanıştım; o Pentium 4 işlemcili bilgisayarım beni nasıl da bir oyunun içine sokmuştu! İlk başta bir FPS olarak sınıflandırılan bu oyun, bambaşka bir deneyim sunmuştu. Açık dünya ile burun buruna geldiğim anın tadını hala hissediyorum. Hani ERP, RPG, RYO gibi tanımlamalar arasında kaybolmadan, Benim için çok anlamlı bir yer edinen bir oyun olmuştu. Tamam, FPS düşüşleri yüzünden bilgisayarım kasmaya başladığında içimden bir “Ahh!” geçirdim ama yine de hafızamda güzel bir yer kaldı.

Oyun dünyasında adeta bir fenomen olan Far Cry 5’te ise Joseph Seed’in büyüsü beni sarıp sarmaladı. O “Father” olarak anılan ruh hastası karakter bana elbette ki ilgi çekici geliyordu. Haşhaş kokulu ortamdaki derin hikayeler, zamanla Joseph Seed’in gerçek amacını anlamama yardım etti. Yani, bu kötü adamın peşinde koşarken asıl amacının, insanların zihnine yeni bir şeyler kazandırmak olduğunu öğrendim. Sevimli Cheeseburger ayıcığını hepimizin yanımıza katılmasına neden olacak kadar eğlenceli kılan detayları göz ardı edemem. Çok sevdiğim NPC’ler ve çeşitli görevlerle dolu bu serüven, beni yine büyüledi.

Lizbo Wandering, bir far cry serisi hayranı olarak kabul ettiğim Far Cry 3’ün yeri çok başka! Vaas’ın delilik tanımını, hayatıma uyarlamak niyetindeyim. Çünkü her şeyin en başında özgürlük tohumlarını yeşerten oyun, tam anlamıyla bir sanat eseriydi! O muhteşem karakter, derin hikaye ve açık dünya arasındaki denge, adeta özgürlüğe açılan kapıları açmıştı. Üçüncü oyunun o heyecanı, yeni Far Cry oyunlarının evrimine yol açtığına şüphe yok. Oynamaya doyamayacağım bir arkadaş; Far Cry serisi! Tamamen subjektif bir liste olsa bile, oyun dünyasında özgürlük hissini en iyi yansıtan yapımlar arasında yer alıyor. 🎮 İçinizdeki oyuncu ruhunu açığa çıkartmak için hemen aşağıda kendi listelerinizi oluşturun ve neden bu bir yudum Far Cry dünyası hakkında düşündüğünüzü paylaşın!

İlgili Gönderiler

Exit mobile version