GRIS – Bir Sanat Eseri Olarak Oyun Deneyimi
Geçtiğimiz yılın sonlarına doğru çıkmıştı GRIS. Takip listemdeki oyunlardandı ve beklentim yüksekti. Hani bazen böyle bir şey olur; bir film fragmanını izlersiniz, gül gibi olur ama film bir fiyasko çıkar. Neyse ki GRIS, o fragmanın vaat ettiklerini fazlasıyla yerine getiren bir yapım oldu. Oyunla ilk tanıştığımda içimden “Vay be, işte tam da bu!” dedim ve kendimi hemen o etkileyici dünyasına kaptırdım.
Şimdi, bu oyun tam olarak ne? Platform mu deriz, bulmaca mı? Yoksa başka bir tür mü? Aslında çok da önemsemiyorum. Benim için GRIS, ‘etkileşimli sanat eseri’ olarak tanımlanabilecek bir yapım. Her karesi bir tablo gibi. Yani, Picasso’nun eserlerine bakarken “Ne kadar güzel!” dediğiniz gibi, GRIS’e de bakıp “Bu ne harika bir deneyim!” diyorsunuz. Ama bu arada, Picasso’nun eserlerini anlamak için bir sanat eğitimi almanıza gerek yok; GRIS’te de durum aynı. Bu oyunu oynarken kendinizi bir sanat galerisi gezerken buluyorsunuz.
Ve o müzikler! Aman Tanrım, o soundtrack! Görselliğiyle uyum içerisinde ruhunuza işleyebilecek cinsten. O müzikler çalarken eğer yüreğinizde bir şeyler kıpırdamıyorsa, muhtemelen kalbiniz bir taş parçasıdır. Hatta bazı anlarda o müzikler öyle bir ortam yaratıyor ki, sanki bir kahve dükkanında oturmuş, latte siparişi vermiş ve dışarıda yağmur yağıyor gibi hissediyorsunuz. O an içinizden “Hayatta ne kadar çok şey kaçırmışım!” diye geçiriyorsunuz. Hemen kaçıp bir sanatçı olmaya karar veriyorsunuz, ama sonra oyun bitiyor ve gerçek hayata dönüyorsunuz. İşte o an, “Neden sanatçı olamıyorum?” diye düşünmeye başlıyorsunuz.
Tabii ki hikayesi! Temelde acı bir kayıp yaşayan genç bir kızın bu kaybın ardından geçirdiği psikolojik evrelerin hikayesi resmediliyor oyunda. Bir yerde “Yine mi kayıp hikayesi?” diye düşünebilirsiniz, ama GRIS bunu öyle güzel bir şekilde sunuyor ki, her bakan farklı mesajlar çıkarabilir kendisi için. Hatta o kadar çok mesaj var ki, bazen kendimi bir film eleştirmeni gibi hissetmiyor değilim. Bu hikayeyi herhangi bir kayıp üzerine de yorumlayabilirsiniz, kabullenme üzerine de veya ergenlikten yetişkinliğe geçiş hikayesi olarak da. Tamamen size kalmış. Çünkü herhangi bir söz veya yazı ile sınırları çekilmemiş. Yani burada sanatın özüne inmişiz; herkes farklı bir anlam çıkarabilir. Sanki bir sanat müzesine girmişsiniz ve her tablo sizi farklı bir duygu dünyasına götürüyor.
Ne anlamak istiyorsak, ne kadar anlamak istiyorsak onu alabiliriz bu oyundan. GRIS, sadece bir oyun değil; aynı zamanda bir deneyim. Anlattıkça anlatasım gelen oyunlardan. En iyisi siz benim ne dediğimi boş verin, gidin bu oyunu alın ve kendi tecrübenizi yaşayın. Pişman olmayacaksınız; eğer pişman olursanız, ben de bu yazıyı yazmadım diyebilirim.
Sonuç olarak, GRIS, hem görsel hem de işitsel olarak harika bir yolculuk sunuyor. Hayatın karmaşası içinde, bu oyunu oynarken kendinizi bir nebze de olsa bulabilirsiniz. O yüzden, bir bardak çay veya kahve alın, oturun ve GRIS’in büyülü dünyasına dalın. Hem eğlenin hem de hayatın derinliklerine inin; kim bilir, belki de kaybınızı kabul etmenin zamanı gelmiştir!