Elden Ring’le bir hafta arayla piyasaya sürülmesi sebebiyle hak ettiği ilgiyi maalesef göremeyen Horizon Forbidden West, o kadar etkileyici bir deneyimdi ki, bitirdiğim anda bir sonraki macerasını dört gözle beklemeye başladım. Nihayet Burning Shores’a ulaştım ama bu ek içerik de elimde hızla kayboldu, tadı damağımda kaldı. Şimdi ise üçüncü oyunun çıkmasını sabırsızlıkla bekliyorum… Ne kadar bekleriz bilinmez, fakat bu sefer en güçlü yılın oyunu adayı ile aynı dönemde çıkmasını istemiyorum. Sen çok güzelsin ama Burning Shores’la Los Angeles’a gidiyoruz. Ancak, Los Angeles, arka arkaya meydana gelen depremler sonucunda yaşanan volkanik aktivitelerle lav nehirleri ve yıkık harabelerle dolup taşmış durumda. Ve tabii ki makinelerin hüküm sürdüğü bir yer haline gelmiş. Ama yine de çok güzel! Bu oyun gerçekten olağanüstü bir görselliğe sahip, Guerrilla’yı bu grafik başarısı için içtenlikle kutlamak istiyorum.
Yeni bölgedeki akarsular, derin kanyonlar ve okyanus manzaraları, volkanik alanların renk yelpazesine yansıyan etkiler, harika bulutlar ve geceleri gökyüzünün manzarası muazzam bir deneyim sunuyor. Ana oyunu oynarken bile görselliğine hayran kalmakta zorlanmıştım, fakat artık PS5’e özel olan Burning Shores’un grafik kalitesi, gerçekten nefes kesici bir seviyede. Oyun performans modunda akıcı bir şekilde ilerliyor. Ana oyunu PS4’te deneyimleyen oyuncuların, eklentinin PS5’e özel olmasına tepkilerini anlamakla birlikte, Guerrilla’nın görsellik ve performansı artırmak için böyle bir seçim yapmış olduğu ortada.
Ana oyunda ilgimizi çeken düşmanlar Zenith’ler arasında başka birinin varlığından, Sylens aracılığıyla -Lance Reddick 🙁 – haberdar oluyoruz ve bir kez daha dünyayı kurtarmak için, Walter Londra adındaki bu karakterin izini sürüyoruz. Walter Londra da diğer Zenith’ler gibi bencil ve narsist bir karakter. Ama onun bu narsistliği, diğerlerine kıyasla daha da ileri boyutlarda. Bu noktada, Quen kabilesi devreye giriyor. Ana oyunda az çok tanıdığımız Quen’leri, Burning Shores’da daha yakından tanıma şansımız oluyor. Eski insanların bilgilerini kutsal kabul eden ve onları Tanrı gibi gören bu kabile, haliyle Walter Londra’yı gözünde büyütüyor ve olaylar gelişiyor.
Aynı şekilde, Aloy kadar inatçı ve azimli olan yeni karakterimiz Seyka da bu kabileye mensup. Kayıp kardeşini ve kabilesinin diğer üyelerini ararken, Aloy ile yolları kesişiyor ve ana görevlerde beraber ilerliyoruz. Ana oyundaki yan karakterlerin çoğu gibi, Seyka da çatışmalar sırasında yararlı oluyor. Yalnızca cephane sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda makineleri ropecaster silahıyla bağlayarak Aloy’a büyük kolaylık sağlıyor. Aloy’un Seyka’ya karşı bir sıcaklık hissettiğini söylemek yanlış olmaz; çünkü bu seride ilk kez bir romantik bağlantı da bulunuyor ve bence Aloy’un bu yeni hallerini benimsediği oldukça hoş.
Yeni silah da oldukça etkileyici… Makineler değil Burning Shores ile birlikte bazı silah çeşitleri ve kıyafetlere yeni eklemeler gelirken, Far Zenith teknolojisine sahip bir enerji silahı da bulunuyor ve bu silahla oynamak epey keyifli. Ayrıca, yeni bir hasar türü olan Berserk ile düşmanları birbirine düşürebilirken, savunma kalkanları imal etme imkanı da sunuluyor. Seviye sınırı 50’den 60’a yükselmiş ve eklenen yeni yetenekler arasında en dikkat çekici olanı, sersemleyen makinelere kanca atarak daha fazla hasar verebilme yeteneği olmuş. Mevcut çatışmalar çok daha keyifli bir hale gelmiş.
Eklenen üç yeni makine türü; dev kurbağa Bilegut, sivrisinek gibi uçan, fakat sinir bozucu bir tür olan Stingspawn’lar ve Aloy’u zorlayan yeni dev “kuşumsu” robotumuz Waterwing ile farklı bir deneyim sunuyor. Burning Shores’un haritası, benim beklediğimden (daha doğrusu istediğimden) daha küçük kalmış. Ana görev oldukça kısa sürüyor ve yalnızca üç yan görev ile bazı toplanabilir eşyalar sonrası, çevrenin güzelliğini keşfetmek dışında pek fazla yapacak bir şey kalmıyor. Bu nedenle, daha fazla içerik olmasını dilerdim. Her şeyi tamamlamanın yaklaşık 13 saat sürdüğünü belirtmeliyim. Genel anlamda, oynadığım her anı keyifle geçirdim. Görselliğine hayran kaldım, başlangıçtan beri etkileyici olan çatışmalara yeniden hayran oldum ve Aloy’un şapşal hallerine gülümsedim; dolayısıyla geriye “keşke daha uzun olsaydı” demekten başka bir olumsuz eleştirim kalmadı. Hadi bakalım, üçüncü oyun bir an önce gelsin!