Böyle bir film izleyip, sonunda derin bir nefes alırken “Tamam, dünya kesinlikle elden gidiyor” demekten başka çare kalmıyor. Ice Cube’ün Dünyalar Savaşı’nın nasıl bir belirsizlik tuzağına düşürdüğünü anlamak için biraz derinlere dalmak şart. Tamam, uzaylılar dünyaya gelince ne yapıyor? Kaos mu çıkarıyor? Hayır, Ice Cube tek başına bir ofisten dünyayı kurtarmaya çalışıyor. Şaka gibi. Bütün bu insanlık dramı içinde en komik kısımları, “E işte uzaylılar geldi, sosyal medyaya bir post atıp durumu kurtarırız” gibi düşünceler oluşturuyor. Zira, şu an uzaya fırlatılan teknolojiler varken, bir insanın bu kadar basit bir şekilde dünyanın kaderini değiştirebileceğini düşünmek bile cüretkâr.
Filmin bu kadar basit bir senaryo ile neden bu kadar etkili olabileceğine gelince… Şöyle bir gerçek var: Gerçek hayatta, teknoloji yalnızca küçük ekranlarımızda yer kaplamaktan öte, sosyalleşme ve iletişim kurma biçimlerimizi de değiştirdi. Yani, Ice Cube’ün karakterine aman diyelim ki “zaten evde oturuyorum, arkadaşlarla toplantı yaparken uzaylıları ıskalarım” dedirerek aslında bir nevi gerçeği yansıtıyor. Ancak buradaki ironi şu ki, bu durum bir bumerang gibi geri dönüyor! Yanlış yanlış anlamadıysam, bu film gençlere “uzaya post yaparak dünyayı kurtarabilirsiniz” mesajı mı vermek istiyor? Ne olduğu, nerede olduğu belirsiz bir durum… Sahi bunu kimse düşünmüyor mu?
Ayrıca, izlerken aklıma şu da geldi: Ice Cube, parmaklarıyla klavye tıklarken sanki ekranın arkasında uzaylı savar ekibi varmış gibi davranıyor. Kızım uzaylılardan kaçarken onu WhatsApp üzerinden nasıl bulabilirim ki? İnsan, bir mesaj gönderip “Nasılsın canım, umarım uzaylılar seni almamıştır” gibi şeyler yazmayı mı planlıyor? Bunun yanında, izleyiciye sunulan dünya, yan karakterlerin saçmalıklarıyla dolu. Mesela, “Evsize 5000 dolarlık hediye çeki vereyim, sen de şu düşen dronumu düzelt” diye teklif etmek, izleyiciye ne kadar gerçekçi geliyor? Belki de burada, hayatta kalma mücadelelerinin bile şaka konusu haline geldiğini görmek ironik değil mi?
Filmin izleyiciyi düşündürmek yerine aslında daha çok güldürmesi gerektiği durum bir dramada anlatılmaya çalışılıyor. Ve bu, sinemanın tehlikelerinden. Neden, diye soracak olursanız; çünkü izleyiciyi derin düşüncelere sürükleyecek bir kurgunun yerini alan bu tür filmler, asıl zihinsel mücadeleleri unutturuyor. Ya da yeterince düşünmeye zorlamıyor. İnsanlar, sosyal medya üzerinden çözüm bulabildiğini düşündüğünde, bence asıl sorun buradadır.
Bu durumda, H.G. Wells’in eserinin sinemada ne kadar ciddiyetsiz bir versiyonunu oluşturduğuna gelince; ben, bu durumun aslında izleyiciye sunulan sahte umutlar yaratmaktan başka bir şey olmadığını düşünüyorum. Evet, CGI efektleri yıllar öncesine göre daha kötü olabilir, ama karşılaştığımız bu hayali dünya, izleyiciye her zaman ciddi gerçeklere dair bir alay sunuyor. Sinema, bir propaganda aracı mıdır, yoksa yalnızca eğlendirmenin bir yolu mu? Bunu sorgulamak izleyiciye kalıyor. İşte belki de filmden alacağımız en büyük ders budur: Sadece izleyin! Ice Cube’ü de izleyin, ama umudu fazla büyütmeden. Editörün Notu: H.G. Wells şimdi “evet, 0,5 puan alıyorsam bu durum cennetteki yerimi tartışmaya açarım” der gibisiniz.
Not: 0,5 / 5