Uzun zamandır gençlerin korkunç bir şekilde ardı ardına öldüğü, çığlıkların birbirine karıştığı bir slasher film izlememiştim. Hatta hemen hemen herkesin merakla beklediği *Terrifier 3*’ü izleme fırsatım oldu. Ama gelin görün ki, bir yandan o filme bakarken, diğer yandan *Until Dawn*’a göz atınca, birinin türün sınırlarını yeniden tanımladığını, diğerinin ise vitesini geri atıp yokuş aşağı doğru gittiğini tekrar tekrar gözlemliyorum. Resmen, bir yavaş yavaş tepeyi aşmayı başaran arabanın yerinde kalmış bir sürücüsü gibi hissediyorum kendimi!
*Until Dawn*, Playstation Stüdyoları’nın *Gran Turismo*’dan sonraki ikinci film uyarlaması. Fakat o fena olmayan yapımın aksine, ne kendi başına iyi bir film olabiliyor ne de oyunun dünyasını hakkıyla yansıtabiliyor. Yönetmeni Sanberg’i en iyi *Anabelle: Creation* ile hatırlayabilirsiniz. Zaten, sanırım burada sorulacak en kritik soru “Bunu neden izledim?” Çünki, yönetmenin tüm iyi niyetli çabalarına rağmen, *Until Dawn* dünyasının “anasını bellemiş” tabiri caizse.
Filmde yer alan o “kelebek etkisi” mekaniği, yeni gelişmeler ile değişime uğramış; sürekli tekrar eden geceler ve açıklanamayan doğaüstü durumlar eklenmiş. Bu tabii ki, evde sıkışıp kalan beş genci yaratıcı yollarla, tekrar tekrar öldürebilmek için ortaya atılmış bir bahane. Gençler de bir süre sonra olayları normalleştirip ölmeye alışıyorlar! Tıpkı sabah kalkıp “Bugün de okul var” diyerek ruhsuzca giyinmeye çalışan sıradan bir genç gibi. Bulaşıcı bir durum olan Wendigo’luk ise burada geceler uzadıkça yaratıklara dönüşmeye evrilmiş. Yani, aslında korku faktörünü sıfıra indiren bir durumla karşı karşıyayız. Bu durumda ne anlatsam bilemiyorum; oyundan ilham alan orijinal bir öykü anlatmaları hoş olsa da, bu öykünün daha önce “Ya bu pek olmadı” minvalinde rafa kaldırılmış bir senaryo olduğunu bilmek de izlemeye sevk etmiyor.
Düşünün, daha önce hiçbir yerde görmediğim oyuncu arkadaşlarımız ellerine verilen ucuz replikler ile “Şimdi şuraya bağırarak koş” ve “Şimdi ‘oh shit!’ de” gibi direktiflerle karakterlerini canlandırmaya çalışmışlar. Yani, bu da bir deneme sonucuydu elbette. Zira böyle filmlerin asıl yıldızı hep canavarlar ve gençleri katleden caniler olur ya, işte bu filmde onların cılız ve hayal gücünden uzak kalmış versiyonları mevcut. Ölüm sahnelerine gelince, bendeniz onları izlerken bir noktada epey güldüm, çünkü gençlerin nasılsa dirileceğini bildiğimiz için olayın heyecanı bir hayli yok oldu. Arada bir de oyundaki Dr. Hill’i kanlı canlı görüyoruz. Onu da Peter Stormare muhtemelen iki gün sete gelip “Çocuklar beni çok yormayın, repliklerimi okur, iki poz keser giderim” diyerek oynamış olabilir. Zaten o hali bile gençlere rahmet okutmuş! (Gerçekten de öyle.)
Eğer oyunu sevenler bu filmi izlerse, bazı tercihlerine itiraz edeceklerdir. Ancak diğerleri “Bu ne lan!” diyerek filmi izleyip yarım saatin ardından unutacaklardır. Günün sonunda, yeni bir *Until Dawn* oyunu bu filme tercihimdir; 85 kere ölüp geri de gelsem kaçmayacağım bir oyun.
Not: 2 / 5
Editörün Notu: Bana neden slasher filmleri artık izlemekten uzak durduğumu hatırlattığı için *Until Dawn*’a teşekkür ederim. Özetle, oyunu oynayın, filmden ise uzak durun!