Monster Notebook, Türkiye’den çıkan küresel bir teknoloji markası olma yolunda ilerlerken, bu yolculuk gerçekten de bir komedi senaryosunu andırıyor. Tek bir hedefle yola çıkan bu şirket, uluslararası arenada adını duyurmak için adeta “Dünya bana gülüyor” dercesine çabalarını sürdürüyor. Almanya’nın kalbinde, Berlin’de açılan deneyim mağazasıyla Avrupa’daki ilk adımını atan Monster, Türkiye’nin en sevilen canavarı olma yolundan vazgeçmedi ve ismini Tulpar olarak değiştirdi. İşte burada işler karışmaya başlıyor; çünkü “Tulpar” ismi, bir yandan mitolojik bir uçan atı çağrıştırırken, diğer yandan herkesin aklında bin bir hayal kurmasına neden oluyor. Nasıl yani, canavar mı; yoksa uçan at mı? Her haliyle dikkat çekici! Bunu duyan teknoloji tutkunları durumu anlamaya çalışırken, Monster’ın globalleşme hikayesi daha da ilginçleşiyor.
Monster Notebook, 2020 Eylül ayında Avrupa’da başlattığı operasyonlarıyla büyük bir hız kazanarak, “Bir dünya markası olacağız!” nidalarını atıyor. Hemen akıllara şu geliyor: “Dünyanın hangi köşesinde canavar buluşacak?” Yüksek performanslı donanım konfigürasyonlarıyla, bu canavarı dilinden düşürmeyen teknoloji tutkunlarına koşulsuz memnuniyet sağlama çabasını göz önünde bulundurursak, bu gerçekten komik bir durumun habercisi. Ayrıca, sağladıkları güçlü teknik servis ile satış sonrası destekle rakiplerinden farklılaşmalarını sağlıyorlar. Ne de olsa müşteri memnuniyeti, canavarı besleyen en önemli madde!
Verdiği güven algısı ile kullanıcıların gözünde bir hero gibi yükselen Monster, birçok başarıya imza atıp Türkiye’deki oyun bilgisayarı pazarında liderliği elinde bulunduruyor. Özellikle Almanya pazarına girecek olmaları da bazılarını “Canlanan canavar mı?” diye düşündürüyor; sonuçta en büyük başarı, Türk malı bir canavarın dünyayı fethetmesidir. Şirketin CMO’su Göktuğ Okan Oğuz ise bu globalleşme yolculuğunda, her seviyeden oyuncuya en iyi deneyimi sunmayı hedeflediklerini belirtiyor. Kim bilir, belki de yurt dışında bir Monster görüp “Canavar mı bu?” diye soran birisi çıkarsa, hepimiz için aramızda bir dostluk kurulur.
Tulpar markasına geçiş yapmak, elbette bir hayli zorlayıcı bir karar. Göktuğ Okan Oğuz’un belirttiği gibi, “Monster” isminin evrenselliği, diğer ülkelerde benzer isimli rakiplerle karışıklığa neden olma riski taşıyordu. Canlı düşleyen bir canavarın savaş alanına girmesi gibi, bu markanın da kendi adına yeni bir savaş başlatması gerekti. Yani, o kadar da kolay olmadı! Sonuçta, teknolojinin ne kadar hızlı değiştiği ortada. Monster, örneğin yeni bir konuda isim karışıklığı yaşamamak adına “Tulpar” ismiyle daha özelleşmiş bir yol haritası çizmek zorundaydı. Zira, oyuncuların aklında oluşturduğu imaj çok önemliydi ve “Canavar mı, uçar mı?” sorularına cevap vermek gerekiyordu.
Özellikle, Tulpar markasının diğer markalara göre daha fazla ilgi gördüğünü gözlemlediklerinde, bu değişimi bir an önce yapmanın uygun olacağına karar verdiler. Yani, “Canavarımızı uçağa bindiriyoruz!” diyerek yola çıktılar. Anladığımız kadarıyla, globalleşme yolunda; Tulpar’ın güçlü kanatlarıyla bu yeni serüvene hazırlar. Yani, yurt dışında canavarı temsil ederken, onun hikayesini de biraz kendi hikayelerine benzetiyorlar. Sonuçta bu, sadece bir markanın hikayesi değil; aynı zamanda bir millete ait olan, geçmişten gelen mitolojik bir kahramanın yolculuğu. Uçan ağaçlar, mavi kartallar değil; bu kez kocaman bir canavar, yüksek performansıyla geldiğinde ortalığı kasıp kavuracak gibi görünüyor!