Oyun dünyasında kardeşlik ilişkileri üzerine kafa yormak, sanırım biraz da insanın içinde yatan derin psikolojik bağlantılarla baş başa kalmak. Kimi zaman sıkı dost olan bu iki karakter, zaman zaman da birbirlerinin canını sıkma nobel ödüllü başarılarını sergiliyorlar. Belki de bazı kardeş ilişkileri, hayatın gerçeklerini o kadar iyi kurguluyor ki ekranlarda izlemeye doyamıyoruz. Bu yüzden, kardeş karakterlerin bazen kahramanlığa, bazen ise komikliğe dönüşen hikayeleri üzerinde durmak çok eğlenceli! Gelin, bu maceralara birlikte dalalım. Hadi gülümsemek için hazır olun! 🙂
Ve başlıyoruz, dalgalı bir deniz gibi. Öncelikle, Mario ve Luigi (Super Mario Serisi) ile başlayalım. Ayy, çılgın tesisatçılarımız! Bir yer altı krallığına girdiklerinde, sanki oradaki tuvaletler tıkanmış gibi paniğe kapılıyorlar. Mario, mantarlar arasında kaybolmuşken, Luigi ise ne zamandır elinde bir süpürge tutuyor. İkisi de prenses peşinde koşarken, zaman zaman birbirlerini sırf eğlencelik olarak yavaşlatmaya çalışıyorlar. Ah o kötü Bowser! 25 yıldır peşlerinden koşuyoruz, ondan kurtulacak mıyız, yoksa hala çiğ kebap gibi mi kalacak? O mantarlar, onları ne kadar besledi bir bilseniz!
İkinci sırada Naia ve Naiee (Brothers: A Tale of Two Sons) var. Josef Fares’in harika eseri, bizim için bir sanatsal deneyim sunarken, Naia ve Naiee’nin birbirleriyle olan bağları bizi derinden etkiliyor. Hastası olan babalarının sağlığı için yola çıktıklarında, o kadar çok kötü yaratıkla savaşıyorlar ki, sanki Pokemon mücadelesi yaşıyorlar! Ama bu macera sadece dövüşmekle kalmıyor, aynı zamanda duygusal yoğunluklarla dolu. Yani, olmaması gereken bir sahnede gözyaşlarımızı akıtırken “off ah bu salak oyun!” dedirten bir yapım. Hüzünlü bir finalse suratımasız sinema salonunda bir başlık açacak kadar etkili!
Sean ve Daniel Diaz (Life is Strange 2) kardeşlerine göz atmak gerekirse, bu ikilinin doğaüstü güçleri var desek, abartmış olmayız. Ailevi meseleler ve yasaklarla yüklü bir yolculuk, otomatikman aksiyon dolu dakikalar yaratıyor. Seattle’dan çıkıp Meksika’ya kadar gidecekleri bu yolculukta Daniel’in süper güçlerini keşfetmesi, adeta “yanlış yerden mi çalıyorsun?” sineması tadında bir hale geliyor! Hayat dersleri ile dolu olan bu dram türündeki yolculuk, karakter gelişimlerini adeta filmlerde birer Oscar adayı haline getiriyor.
Elbette, Amicia ve Hugo de Rune (A Plague Tale: Innocence) çifti burada yok mu? Engizisyonun elinden kaçmaya çalışırken, bu ikili, birbirlerinin yaşamlarını kurtarmaya çalışıyorlar. Karanlık güçler peşlerinde, ama birbirlerine olan bağlılıkları, korkularını bile yenebilecek güçte. Ablası Amicia, önceki ev arkadaşını unutur gibi bir tipleme, sonra bir süper kahramana dönüşüyor. Hayatta kalmaları gerekiyorken, yetenekleri ve mücadeleleri bizlere karanlık havaların bile görünebileceğini hatırlatıyor.
Yine, Jessie “Jes” ve Zofia “Soph” Blazkowicz (Wolfenstein: Youngblood) ikilisi Avrupa’nın köhne köşelerinde kayboldular. “Baba nerede?”, “Aman dikkat, burada Nazi var!” diyerek psikolojik bir savaş vermekte inat ediyorlar. Bu uçarı ikili, kayıp babalarını bulmak için savaşırken, sanki bir gençlik dizisinde rol alıyor gibiler. Yaşları küçük ama cesaretleri kocaman! Kim bilir, belki de bir gün, bu ikili bir filmde rol alırsa Oscar ödülünü kaparız, ne dersiniz?
Sırada Claire ve Chris Redfield (Resident Evil Serisi) var. Genç yaşta anne-babasını kaybeden bu kardeşler, ortalığı kasvetli bir havayla dolup taşırıyor. Her seferinde “Birbirimizi koruma yolculuğuna hazır mıyız?” dedikleri sırada yanlarına zombileri de katıyorlar. Ne de olsa Resident Evil serisi, bizlere bu kalabalık ailenin çatışmalarını ve kayıplarını gösteriyor. Bu ikili, kay, kay, kay! O yolda tekrar buluşmaları da muazzam hikâye yazılıyor.
Dante ve Vergil (Devil May Cry Serisi) ile devam etmezsek olmaz! İkisinin yolları, onları adeta birbirine zıt karakterle döngüye sokuyor. Birisi tam anlamıyla aksiyon delisi ve bıçak kullanımıyla, diğeri ise “acaba kötü ben de mi olabilirim?” düşüncesiyle kenarda bekliyor. Ama bir araya geldiklerinde, işte o zaman kıyamet kopuyor! “Kanun neymiş bilmez, biz gidenlere bakar mıyız?” diyecek kadar kendilerine güveniyorlar. Kardeş olmak, bazen aktör ve aktrist gibi bir performans gerektirebilir, ama ikisi de sahnede parlayacaklarını biliyor.
Ah, Evie ve Jacob Frye (Assassin’s Creed Syndicate), Victorian döneminde kabak tatlısı gibi fırtınalar estiriyor. Sahi ama, evde kalmak mı yoksa maceralara çıkmak mı? Tuborg’un sırtında hayatta kalmaya çalışırken, bazı şeyler “vıp” gibi oluyor. Jamal, sessiz sakinken bu iki kardeş hızlı bir şekilde etrafı manhattan gibi sarıyorlar. Ne zaman mücadeleye başlayacaklar ve sarayın kapılarını kıracaklar? Finalde heyecan ve kahkaha dolu bir hikaye bizi bekliyor!
Son olarak, Joel ve Tommy Miller (The Last of Us) kaldı. Yoğun duygular ve sert anlar yaşandı, ama ne de olsa, hangi oyun olmadan geçebilir? İki kardeş arasında geçen bağı, yine bir hayat dersi olarak içeriyor. Gönlümüzde bir umut ışığı ışıldarken, Joel ve Tommy’nin arasındaki güven ilişkisi, dişe dokunur nitelikte. Hatalar yapsalar da son pozisyonlarının aslında en güzel iyileşme hikayelerinden biri olduğunu biliyoruz.
Ve sonunda, Nathan ve Sam Drake (Uncharted 4) ile bitiriyoruz. “Mükemmel bir hazine avı için hazır mısınız?” sorusu, Nathan ve Sam’in kardeşlik ilişkisini ortaya çıkartıyor. Geçmişte yaşanılan kayıplar, keşif tutkusu ve bir araya gelme azmi, bu karakterleri özdeş hale getiriyor. Hemen yanlarınıza koyun ve maceraya atılmaya hazır olun! Kim bilir, belki de kayıp altınlar ya da daha büyük çılgınlıklar hayatlarına merhaba diyecek!