Marvel Sinematik Evreni (MCU), son on senedir aksiyon, duygusal anlar ve bolca mizah ile dolu bir evren sunuyor. Ancak son dönemlerde, bu formülün ne kadar taze ve ilgi çekici olduğu tartışılır hale geldi. Özellikle Avengers: Endgame sonrası, beyaz perdede gazı kaçmış soda etkisi yaratan bir hal aldı. Bu durum, Kevin Feige ve ekibi tarafından belirlenen katı kurallar ve yönetmenlik özgürlüğünün kısıtlanması ile bağlantılı. Sonuç olarak, her yeni film sanki bir karbon kopyasıymış gibi hissediliyor. Ancak Taika Waititi ve James Gunn gibi isimler, bu sıkışmış formülü gerçekten lezzetli hale getirmekte usta. Thor: Ragnarok ve Guardians of the Galaxy’ın aksine, Love and Thunder için bu dengeyi tam olarak sağlayabilmek oldukça zor. Thor’un maceralarındaki komik unsurlar, bazen sırıtmaktan öteye geçemiyor.
Filmi izlemeye başladığımızda, Thor’un yeni Asgard’dan Guardians of the Galaxy ile birlikte kozmik bir yolculuğa çıktığını görüyoruz. Ancak, Guardians ekibinin filmdeki yerinin oldukça sınırlı olduğunu söylemekte fayda var. Bu muhtemelen James Gunn’ın serinin üçüncü ve veda filmi öncesi ekibin cazibesini kaybetmemek için alınan bir önlem. Ama bu durum, hikayenin Tanrısal unsurlar üzerinden ilerlemesine neden oluyor. Thor’un, Guardians of the Galaxy ekibiyle nasıl entegre olduğunu görmekte eğlenceli olsa da, Duygusal anlar sanki bir araya getirilmeye çalışılmış ama işin içinden çıkılamamış gibi bir hava katıyor. Ayrıca, filmin müzikleri, izleyiciye bir hayli enerji veriyor; ancak Thor’un “God of Thunder” imajının bir anda “God of Disaster” haline dönüşmesi, onun hikayesini biraz zayıflatıyor.
Galaksinin Sigortasız Koruyucuları
Yeni Asgard’ın artık bir turizm cenneti haline geldiği bu macerada, Kral Valkyrie’nin tanıtımlarını yaptığı sahnelerin biraz fazla hafif ve alaycı bir üslupla sürüklendiği söylenebilir. Filme hoş bir karakteristik katmış olsa da, hikayenin ciddiyeti sık sık elden kaçıyor. Bunu üzerine gittiğimizde bazı sahnelerin gereğinden fazla uzun göründüğünü de belirtmekte fayda var. Burada hikayenin akışı anlaşılmaz hale geliyor. Bir yandan çok fazla şaka var, diğer yandan da bazı olaylar hızla geçiştiriliyor. Yani, bir karmaşa çıkarı. Özellikle filmin ilk taslağında sıkı bir hikaye yapısı olabilecekken, daha fazla uzunluk eklemekten kaçınmak için kısaltmalarla oynandı gibi görünüyor.
Çekiç Şakalarının Sonu Yokmuş
Thor, Mjolnir’in kaybedilmesinden sonra Stormbreaker ile olan ilişkisini samimi bir şekilde geliştiriyor. Ancak film, Jane Foster’ın hikayesini oldukça klasik çizgi roman kalıplarında sunmayı deniyor. Tamam, elbette Mjolnir ile ilgili şakalar yapalım ama bu şakaların bazen abartıldığını ve sonuçta olayın yavanlaştığını söyleyebilirim. Hani bazen komedi sahneleri, o kadar sıradan hale geliyor ki izleyici olarak “Yeter artık!” demekte haklısınız. Stormbreaker ile Mjolnir arasındaki kıskançlık krizi ise izleyiciyi güldürmeyi başaran nadir sahnelerden biri olarak kalıyor. Paradoksal olarak, üst düzey tanrılara meydan okuma potansiyeline sahip olan Gorr karakterinin, filmin komedi unsurlarıyla bu kadar absürt bir çizgide sunulması da hayal kırıklığı yaratıyor.
Öldüren Şaka: Gorr Edisyonu
Filmin en ilginç karakterlerinden biri olan Gorr, tam anlamıyla bir karakter derinliği kazandırılmayı bekliyordu. Christian Bale’in bu rolü üstlenmesi, beklentileri arttırmışken, Gorr’un Joker tarzında bir karaktere dönüştürülmesi, herkesin gözünden kaçmıyor. Yani, saate bakılırsa “delirmek için bir kötü gün yeter” mesajı çok absürt bir noktaya kaymış. Kılıçları ve vahşet puanlarıyla öne çıkan Gorr, ne yazık ki kendi hikayesinde unutulmuş bir mizah unsuru haline geliyor. Bir başka açıdan bakıldığında, burada yaratıcı bir derinlik yerine bolca gülünçlük tercih edilmiş gibi görünüyor. Oysaki bu karakter, daha önce Marvel evrenindeki bir çok tanrının korkulu rüyasıyken, şimdi sıradan bir parodi unsuru gibi işleniyor.
Çocuk Hikayeleri Yaş Sınırına Takılmıyor
Gorr’un hikayesi, karanlık temalarla doluyken, aile dostu bir filmin nasıl çekileceğine dair de bir tartışma başlatıyor. Korg, hikayeyi çocuklara anlatırken, bazen masum bir tatlılık katıyor ama bu durum hikayenin derinliğini absürt hale getiriyor. Minnoşlaştırılmış Mighty Thor hikayesi, arka plandaki derin acıları görmezden gelince, hayal kırıklığı yaratan bir duruma dönüşüyor. Eğer Taika Waititi, bu hikayeyi canlandırmak isterse, ilk önce orijinal kaynağın ruhunu kutlamak daha iyi olur.
Özetlemek gerekirse, Thor: Love and Thunder, aşırı komedi unsurlarının bir araya geldiği bir film olarak izleyiciyi hedef alıyor, ama bazı olayları birbirine bağlamakta güçlük çekiyor. Bir yandan dövüş sahnelerinin epik havası, diğer yandan Gorr’un korkutucu şekli, gülmeye odaklanmış bir mizah ile birleşince izleyiciyi iki ayrı dünyada kaybolmuş gibi hissettirebiliyor. Zamanla izleyicinin kafası karışsa da, film eğlenceli olmak yerine sıkıntı verebilir hale geliyor. Taika Waititi’nin Kang karakteri ile bu sorunların üstesinden gelebilmesi ümidiyle, biz de sadece bu formülden vazgeçmesini bekliyoruz!