Oyunların aslında ne kadar derin bir düşünce yapısına sahip olduğunu bazen göz ardı edebiliyoruz. Bize sundukları alternatif gerçeklikler içinde kaybolmak; o gerçekliğin içinde dolaşırken fizik kurallarını hiçe saymak oldukça eğlenceli bir deneyim. Ancak, çoğu oyun sadece bu ilüzyonda kaybolmamızı sağlar. Valve’ın Portal serisi ise tam tersi, göz alıcı bir şekilde fizik kurallarını eğip bükerek, oyuncusunu şaşırtıyor. Çünkü başlarda öyle basit bulmacalarla bir kapıdan yaşayarak geçiyorsunuz ki, büyük bir düşünme dönüşümü yaşamanız zor. Ama işte tam olarak o alışma sürecinin sonunda, zor bulmacalar devreye giriyor ve siz de “Bunu düşünmek bile zor!” diyorsunuz. İnanın, bu tarz oyunların sayısı günden güne azalıyor.
Tabii ki, her oyun aynı şeyleri hedeflemiyor. Superliminal, optik illüzyonlarla bunu bir nebze gerçekleştirmişti. Ama işte, Viewfinder ortaya çıkana kadar bu tarzda aklıma sadece o geliyordu. Viewfinder, gerçekten de beyin yakma şampiyonu bir oyun! Üç boyutlu ortamda hayal ettiğinizdeki her şey, düşündüğünüz resimler aracılığıyla o ortama dahil olabiliyor. Düşünsenize! Bir uçurumu geçmek için sadece bir fotoğraf açınız yeterli! Ancak, fotoğrafın açısını iyi ayarlamazsanız, o köprü sadece muhteşem bir manzara olarak kalır. Varın düşünün, o kadar çok yamuk yumuk şeyler ortaya çıkıyor ki, bazen “Neden ben bunu yapmaya çalıştım ki?” diye sormadan edemiyorsunuz.
Şimdi gelin bu bulmaca oyununu daha da yakından inceleyelim. Belli ki, bulmacalar basit ama kafa karıştırıcı, bu da Maine’i gerektiriyor. Diyelim ki, karakteriniz uçarak geçemediği bir uçurum var. Hemen yan tarafınızda bir köprü fotoğrafı var, işte burada zekanızın sınırlarını zorlamaya başlayacaksınız. Fotoğrafı doğru bir açıyla tutmayı başarırsanız, bir köprü shift+göz kırpması gibi aniden oluşuveriyor. Ama yanlış açı veya mesafe kullanırsanız, köprü bir başka boyutta gizleniyor. Bazen o kadar uzakta belki yürümek bile istersiniz ama bir kedi gibi sadece “oralara gitme” isteğiyle dolabilirsiniz.
Oyunun temel görevi çıkış portalını bulmak üzerine. Başlangıçta basit görünebilir ama ilerledikçe sorunlar katman katman artıyor. Zaten bölümlerin sırası neredeyse bir cinayet tahtası gibi kurulu. İlk bölümlerde elinizde fotoğraflar var; ama sonrasında fotoğraf makineleri ve sabit kameralar devreye girdiğinde işler karışıyor. Burada anlatmaya çok girmek istemem ama bilesiniz ki, böyle bir gizem içinde bulmacalar dünya benzeri istasyonlara ayrılmış. Karakteriniz ile hiç tanımadığınız bölgelere adım atıyorsunuz. Ortamın detaylarına dikkat ettiğinizde, Viewfinder’ın sizin için sunduğu derinliğin tadını çıkarabilirsiniz.
Çıkışı Olmayan Labirent! Evet, Viewfinder sanki “çıkış yok” temalı bir labirentin tam ortasında kurulmuş gibi hissediyorsunuz. Genelde bu tarz bulmaca oyunları manipülasyon fırsatları sunarken, çıkış bulmama hissi de cabası. Birden fazla çözümü olan bulmacalarda ne yazık ki yanlış fotoğraf yerleştirme durumu, sizi çıkmaza sokabiliyor. O bir anlık düşüncesizliğiniz yüzünden bölümü geçilemez hale dönüştürebiliyorsunuz. Ancak merak etmeyin! Hatalı yerleşimlerde sizi kurtaracak bir zaman geri alma sihirli düğmesi var. Yani, 2-3 adım geri giderek çözüme ulaşabileceğiniz bir durumda, bölümün baştan yüklenmesi ile çile çekmiyorsunuz.
Şimdi, Viewfinder’ın Portal’ın tahtına göz dikip dikmediğini merak ediyorsanız, benim bu noktada biraz kafam karışık. Çünkü bazı bölümlerde bulmacaların kilitlendiğini görmek, beni düşündürüyor ama benim için dolu dolu aşan bir deneyim sunuyor. Farklı düşünme yeteneğimi zorlayarak beni sarmalıyor ve akıllıca kurgulanmış mekanikleri ile beni tatmin ediyor. Söz gelimi, Viewfinder’ın kaybolup gidecek bir oyun olmasına engel olamayacak ki bakış açısı hikaye gelişimine bağlı olduğu için bakalım zaman ne gösterecek!