Birçok kıyamet sonrası hikâyede, zombi denildiğinde akla gelen ilk şey, ağır hareket eden, pek zeki olmayıp kolayca alt edilebilen o garip yaratıklardır. Tabii ki birkaç istisna var; ama çoğu zombi yapımında yine de şişman, yavaş hareket eden ve elma kadar zeki yaratıklar görürsünüz. “Zombiler, kaynar su içmeden önce sadece birer bitkidir!” diye düşünenler bile var. Kıyamet sonrası dünyalarda yürüyen cesetlerin yeniden dirilişi pek çok hikâyede karşımıza çıkar. Voodoo inancına kadar uzanan bu folklorik görüntü, ölülerin dirilişine dair birçok eğlenceli ve korkutucu hikâye yaratmıştır. Ancak popüler kültür, zombilere daha bilimsel bir boyut katmayı başarmıştır. Filmlerde ve dizilerde zombi nasıl zombi olur sorusuna dair çeşitli teorilerle karşılaşırız; çoğu zaman bunlar virüslerden kaynaklanır. Örneğin, Resident Evil serisinde gördüğümüz o aç insan bedenleri, kafalarından vurulduklarında hemen yere düşer.
Fakat “The Last of Us” serisi, bu zombiler konusunu biraz daha ilginç hale getiriyor. Burada karşımıza çıkan zombiler, yani koşucular, bildiğiniz gibi birer virüs kurbanı değil, tam aksine bir mantar saldırısına uğramış durumdalar. Bu, hem korkunç hem de komik bir durum yaratıyor; çünkü ilk başta koşucular hafif tempoda hareket eder gibi gözükse de hakikaten birer yarışçı gibi hızla koşuyorlar! Mantar, bu zavallı insanların bedenine bir konuk gibi misafir oluyor ve onları kontrol altına alıyor. Ama düşünsenize, koşucular bir yandan “Ooo, tamamen ben değilim, ama buna neden böyle davranıyorum?” diyor olabilirler. Gerçekten düşünmesi bile korkutucu, değil mi? Bedenleri ile ne yapacaklarına karar veremeyen potansiyel katiller gibi!
Koşucular, enfekte olduklarında sadece iki günde bu haldeler. Düşünün ki bir sabah uyanıyorsunuz, sıradan bir gün başlıyorsunuz ama akşam olunca bir bakıyorsunuz ki, arkadaşlarınızı ısırıp sizi çevirmek üzere akıllı bazı hareketler yapıyorsunuz. Şu belirtiler eşliğinde: solgun deri, pneumatik olduğu kadar korkunç gözler, inceden olursa dökülen saçlar… Tüm bunlar, hastalığın etkisini gösteriyor. İşi daha da komik hale getiren şey, koşucuların vücutlarının acı içinde kıvrandıkları ve inledikleri. Yani bir böyle düşünün; belki de bir gün oturuyorsunuz ve “Bu nasıl bir yaşam!” diye düşünüyorsunuz, ama hiçbir şey yapamıyorsunuz. O an içinizden bir şeyler geçiyor ama bedeniniz buna bir türlü izin vermiyor. Hâlâ düşünebiliyor olmanız, ancak daha sonra düşüncelerinizin aksine bedeninizin bir avcı haline gelmesi trajik bir film senaryosu gibi!
Ayrıca koşucuların en dikkat çekici özelliği, sürüler halinde göç etmeleri ve saldırmaları. Tek başlarına dolaşan bir koşucu görmek pek mümkün değil. Zaten yalnız başına gezen bir Runner, hatırladığımız kadarıyla yoktur. O yüzden, onların tüm evlilik hayatı boyunca en büyük hayalleri, bir av bulmaktır belki de! Koşucular, etrafa saldırmak için kürek ve bıçak gibi şeyler kullanmazlar; bu tamamen bir tasavvurdur. Onlar sadece doğal yeteneklerini kullanarak, ne yazık ki sağ kalan insanları avlamayı tercih ederler. Bırakın kullandıkları silahları, koşucular yalnızca cesetlerini ve mümkünse biraz daha fazla can yakmayı düşünmektedirler. Bu yüzden hiç dert etmeyin, onları bayıltmıyorlar; canlı gibi davranarak sadece “biraz eğlenmeyi” tercih ediyorlar!
Şimdi dizinin HBO uyarlamasındaki koşuculara gelecek olursak! Görsel açıdan benzer bir altyapı var, ama ufak değişiklikler de mevcut. O güzel gözler, bacakları kıvrılmış, ama ağzından çıkan çok sayıda dal gibi uzantılar, onları daha da korkutucu kılıyor. Mantar onların bedenini tamamen ele geçiriyor ve saldırgonluklarıyla birlikte komik bir kayıptan gelmiyorlar. Koşucular, belirli bir noktada “şeytana’ dönüşür; duvara veya zeminlere biraz dokunulsa bile hemen harekete geçiyorlar. O esnada, “Ben sadece bir mantarın parçasıyım!” diye fısıldıyorlar sanki. Yani, bir nevi koşucunun varoluşsal sorgulaması!
- Koşucuların Evrimi
Fakat koşucuların içinde yatan bu ilginçlikler, daha fazlasını sorgulamamıza neden olur. 20 yıl geçmiş, peki hala koşucular mı var? Takırdayanlar ve şişkinler nerede? Sadece birer koşucu olarak kalmaksızın daha fazla bulaşmış insan ve daha fazla doğmuş zombinin var olması gerekir. “Neden hala o eski koşucular burada yok?” sorusu gerçekten düşündürücü. Sanki bir komedi filminin finalinde bu sorunun yarısı kalıyor. Geçen yıllar içinde, hala bu kadar koşucunun kalması… Bu durumu sorgulamaktan kendimi alamıyorum! Herkes kendi katillerinin peşinde, ama bir türlü koltuğuna kıvrılamıyor!
Sizler de kendi düşüncelerinizi paylaşmaktan çekinmeyin, belki başka bir yazıda daha karşılaşırız!