Netflix’in davetiyle The Electric State’in çıkışından önce filmin yönetmenleri, ünlü kardeşler Joe ve Anthony Russo ile röportaj yapma şansına eriştik. Tamamen film evrenine dalarken, kendilerini Simon Stalenhag’ın ‘Sanal Ülke’ adlı resimli hikayesinin adaptasyon sürecine nasıl yönlendirdiklerini konuştuk. Yani, bir yerde film sanatı ve bu sanatın nasıl bir ruh hali yarattığı hakkında sohbet ettik. Sadece geleceği tasvir eden karamsar bir bilimkurgu filmi değil, aynı zamanda izlerken ruhumuzu okşayan, keşke böyle bir dünyada kalsak dedirten bir hikaye sunma derdindeydiler. İnanılmaz değil mi? Peki, bu kadar ciddi bir konunun masum bir hale dönüşmesi için hangi sihirli dokunuşları kullandıklarını merak etmiyor musunuz?
– Merhaba! Orijinal çizgi romanı birkaç yıl önce okuduğumda, beni oldukça rahatsız eden hisler yaşattı. Ancak filmi izledikten sonra tamamen farklı bir duyguya kapıldım. Neredeyse kıyamet sonrası değil de kıyametin ortasında geçen, önümüzde yürek ısıtan bir hikaye gibi hissettiriyor. Bu kararı nasıl verdiniz? Yani orijinal hikayeye bakarak, ‘biz bunu daha yumuşak hale getirmeliyiz’ mi dediniz?
Russo’lar: Gördüğünüz gibi, temalar bizim için gerçekten çok önemli. Çünkü biz de aile babasıyız! Yazar Simon Stalenhag’ın, çocukları var. Teknolojik tehlikelerin en çok küçük çocukları etkilediği gerçeği aklımızdaydı. Z Kuşağı, teknolojiye karşı en savunmasız nesil. O yüzden, “Hadi gelin, biz bu filmi onların izleyebileceği bir hale getirelim!” dedik. Ayrıca şu an dünyamızın hoş karşılamadığı son şeyin karamsar bir bilimkurgu filmi olduğunu düşündük. Bütün bunlar nedeniyle tonunu değiştirmek, bizim için çok bilinçli bir karar oldu.
– Filmin aksiyonunun bilim kurgu klasiklerine aykırı olarak geçmişte geçmesini ilginç buldum. Sizce Stalenhag neden bu fütüristik senaryoyu geçmişte konumlandırdı? Resimli hikayeyi uyarlama süreci nasıl gelişti?
Russo’lar: Bir şey var ki, Simon Stalenhag’ın eserlerinde teknoloji ile insan ilişkisi hep biraz kaygılıdır. Hani o tüyler ürperten ruh hali… Bence, hikayesini geçmişte anlatmasının sebebi 90’ların dijital dünyanın ilk adımlarını attığımız dönem olması. O yıllarda evlerimizi “canavarlar” ile doldurmaya başladık. Bu da onun geçmişe dönüş yapmasını sağladı.
– Robotlar konusunda CGI ve pratik efekt oranı ne kadardı? Ana karakterlerle yapılan çekimlerde nasıl bir ayrım yaptınız?
Russo’lar: Ah, robotları gerçekleştirmek oldukça emek isteyen bir işti! Fakat tüm robotlar tamamen CGI. Yani gerçek bir, yürekten yaratılmış robot yok burada! Seslendirme sanatçıları öncelikle performanslarını kaydettiler, sonra hareket takip kıyafeti giymiş aktörler robotların hayat bulmasını sağladı. Yani Millie ve Chris, robotlarla etkileşime girerken sürekli karşında oynayabilecekleri aktörler vardı! Kulağa karmaşık geliyor ama oldukça etkileyici bir süreçti.
– Sonunda, filme eklemekten keyif aldığınız sahne hangisiydi? İzleyiciler bunu görmesi için sabırsızlanıyor, şimdiden söyleyin bakalım!
Anthony Russo: Bu kesinlikle alışveriş merkezindeki sahne. Özellikle o an, robotlarla ilk tanıştıkları sahne var ya, işte orası gerçekten özel bir an. Sanki Oz Büyücüsü’ndeki karakterlerin Oz’a ulaşması gibi bir şey. Tam da film ve izleyici için büyük bir geçiş anı. Robotlar o alışveriş merkezinde kişiliğiyle dolup taşıyor.
Joe Russo: Evet, orada robot isyanının tarihini anlatmaya başladığımız sekans da oldukça önemli. Üzerinde derinliği olan bir dünyayı yaratmak, bu hikaye için gerekliydi. Bunu başarmak için geçmişe dair yoğun bir sekans oluşturmak gerekiyordu; bu da bizlere çok etkili bir giriş sundu.
– Bu filmden izleyicilerin almak istediğiniz ders nedir?
Russo’lar: İzlerken eğlenmelerini, gülmelerini, belki gözyaşları dökmelerini ve film bittiğinde düşündürücü bir şekilde sohbet etmelerini umut ediyoruz!
– Electric State, bağ kurmakla ilgili, değil mi? Peki, çekimler sırasında sizi birbirinize güvenebilecek bu dost ikilisi yapan bağı nasıl keşfettiniz?
Chris Pratt: İnanın, prodüksiyonun başlarında yaşandı bu durum. İlk birkaç saat boyunca birbirimizi incelemekle geçirdik. Hızla arkadaş olduk! Film setleri, aslında derin dostlukların filizlenmesine olanak sağlar. Millie ile çok çabuk kaynaştık ve her zaman dost kalacağız gibi hissediyorum.
Millie Bobby Brown: Ay, gözlerini devirdi değil mi?
Chris P.: Tamam, seni affettim.
– Görsel romanın karanlık havasına rağmen, filminize çok neşeli bir hava katılmış. Çekimleri yaparken senaryo ile bu tutarsızlığı hissettiniz mi?
Chris P.: Hiç de değil! Hikayenin başında, Simon Stalenhag’ın resimlerini ve senaryoyu okuyarak tanıştım. Çizgi roman, 90 dakikalık bir hikaye için derin bir yapı sunmuyor fakat izleyici bazı soruları sormaya itiyor.
Film de insanları düşünmeye sevk ediyor. Eğlenceli bir sunumla bu hikayeyi aktarmakta ısrarcıyım. Büyük bir blockbuster gibi hissettiriyor. Heyecan verici unsurlar, ailevi bir bağ içerisinde gelişen bir bilim-kurgu öyküsü.
– Yaş farkına rağmen birbirinizden bir şeyler öğrendiniz mi?
Millie B.B.: Kesinlikle Chris’ten bazı şeyler kaptım. O doğaçlamada harikalar yaratıyor. Onun sayesinde senaryoda daha serbest davranabilmeyi öğrendim.
Chris P.: Herkesin kendine özgü bir tarzı var. Millie’nin tarzı içgüdüsel ve ona çok güveniyor. Onun ben burada ne yapmam gerektiğini biliyorum duygusu var.
– Electric State, bir kız ve erkek kardeşi merkezinde dönemiyor. Yani, yönetmenleriniz de kardeş. Bu kardeş dinamiğinin sette nasıl etkisi oldu?
Chris P: Çok etkileyici oldu.
Millie B.B.: Kesinlikle. Orası tam bir aile ortamı. Eşlerini ve çocuklarını buraya getiriyorlar. O kadar samimiler ki, setle aile ilişkileri kuruyorlar. Hepimiz bir aile haline geldik.
– Tüm ekibinize içten cevaplarınız için teşekkür ederiz.